Hayız ne demektir?
Sözlükte “suyun akıp taşması, kanın akması” anlamlarına gelen hayız (hayz) kelimesi, fıkıh terimi olarak ergenlik çağına giren sağlıklı kadının rahminden düzenli aralıklarla akan kanı ifade eder. Kadınlarda ergenlikten menopoza kadar görülen bu fizyolojik olaya “hayız (menstruation) hali” denilir. Türkçe’de “âdet görme, âdet kanaması, aybaşı hali” adı da verilen bu olay, kadında döl yatağının iç yüzünü kaplayan zarın (endometriyum), yumurtanın döllenmeyip ölmesi ve yumurtalık hormon salgısının kesilmesi üzerine parçalanarak kanla birlikte dışarı atılmasından ibarettir.
Kur’ân-ı Kerîm’de hayzın bir nevi sıkıntı ve rahatsızlık hali olduğu, bu dönemde kadınlarla cinsî münasebetten uzak durulması gerektiği (el-Bakara 2/222), boşanmış kadınların üç hayız veya temizlik süresi iddet bekleyeceği (el-Bakara 2/228), hayızdan kesilen veya henüz hayız görmemiş kadınların iddetinin ise üç ay olduğu (et-Talâk 65/4) belirtilir. Bunun yanında Kur’an’ın dinî temizlikle (hadesten tahâret) ilgili emir ve yasakları tabii olarak hayızın dinî hükmünü de yakından ilgilendirir.
Fıkıh kitaplarında etraflıca anlatıldığı gibi yetişkin bir kadının cinsel organından üç türlü kan gelir.
Birincisi doğumdan sonra belli bir süre gelen lohusalık kanıdır (bk. NİFAS).
İkincisi belirli yaşlar arasında ve belirli periyotlarla gelen hayız kanıdır.
Üçüncüsü ise bu ikisi dışında kalan ve bir hastalıktan kaynaklanan “istihâze” kanıdır. Her üç durum da dinî mânada temizlik, namaz, Kur’an okuma, oruç, itikâf, hac, cinsî münasebet, boşanma, iddet ve hamileliğin tesbiti gibi birçok dinî hükümle irtibatlı olduğundan İslâm literatüründe önemli bir yer işgal etmiş ve İslâm âlimlerince ayrıntılı biçimde incelenmiştir.
Kadınların hayız veya nifas hâllerinde yapamayacakları şeyler nelerdir?
Hayız veya nifas halindeki kadınlar için bazı özel hükümler vardır. Bu hallerden biri kendinde bulunan kadınlar;
a) Cinsel ilişkide bulunamazlar. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de “Sana kadınların ay hâlini sorarlar. De ki; o bir ezadır (rahatsızlıktır). Ay hâlinde kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın.” (Bakara, 2/222) buyurulmaktadır.
b) Namaz kılmaz, oruç tutmazlar. Çünkü Hz. Peygamber bu durumdaki kadınların oruç tutmayacaklarını ve namaz kılmayacaklarını bildirmiştir (Buhârî, Hayız, 6). Bu konuda müçtehitler görüş birliği içindedirler. Bu hallerde kılınmayan namazlar daha sonra kaza edilmez, tutulmayan Ramazan oruçları ise kaza edilir. Hz. Aişe, âdet halinde kılınamayan namazların kaza edilip edilemeyeceğini soran bir kadına “Resûlullah zamanında ay hâlinden çıktığımızda bize oruçları kaza etmemiz emredilir, namazları kaza etmemiz ise emredilmezdi.” (Müslim, Hayız, 67-69) cevabını vermiştir.
c) Kâbe’yi tavaf edemezler. Hz. Peygamber, âdet hâli sebebi ile hac yapamayacağından endişe ederek ağlayan Hz. Aişe’ye “Kâbe’yi tavaf etmek dışında, haccedenlerin yaptığı her şeyi yap.” (Buhârî, Hayız, 1) buyurmuştur.
d) Gerekmedikçe cami ve mescitlere giremezler (Mevsılî, el-İhtiyâr, I, 73-74; Mevvâk, et-Tâc, I, 552; Şirbînî, Muğni’l-muhtâc, I, 119).
e) Özel hâllerinde kadınların Kur’an-ı Kerim’e dokunmaları ve onu okumaları konusunda İslam bilginleri farklı görüşler ortaya koymuşlardır.
Âdetli veya lohusa bir kadın Kur’an-ı Kerim okuyabilir mi?
Hanefî, Şâfiî ve Hanbelîlere göre tıpkı cünüp gibi âdetli veya lohusa kadın da Kur’an okuyamaz. Çünkü Hz. Peygamber “Âdetli kadın ve cünüp olan kimse Kur’an’dan hiçbir şey okuyamaz.” (Tirmizî, Tahâret, 98; İbn Mâce, Tahâret, 105) buyurmuştur.
Hz. Ali de “Resûlullah’ı Kur’an okumaktan cünüplük hâli dışında hiçbir şey alıkoymazdı.” (Ebû Dâvûd, Tahâret, 92; Nesâî, Tahâret, 175; İbn Mâce, Tahâret, 105; İbn Huzeyme, Sahîh, I, 104; Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, Tahâret, 98) demiştir. Farklı bir lafızla gelen rivâyete göre ise, Hz. Ali’nin “Resûlullah cünüp olmadıkça bize Kur’an okurdu.” (Tirmizî, Tahâret, 111) dediği rivayet edilmiştir.
Bu genel yaklaşımın yanında söz konusu üç mezhep içinde bazı ayrıntılı içtihatlar da bulunmaktadır. Hanefî ve Şâfiîler, dua ve zikir kastıyla dua anlamı içeren ayetlerin okunabileceğini; Şâfiîler dili oynatmadan ve telaffuz etmeden Mushaf’ın yüzüne bakarak kalben veya zihnen süzülebileceğini; Hanbelîler ise Kur’an okuma kastı olmadan besmele, hamdele vb. zikirleri okuyabileceklerini söylemişlerdir (Serahsî, el-Mebsût, III, 152; İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 199-200; Şirbînî, Muğni’l-muhtâc, I, 120-121, 172).
Mâlikî mezhebinde ise farklı iki görüş bulunmaktadır (İbnü’l-Cellâb, et-Tefrî’, I, 206; Karâfî, ez-Zehîra, I, 379). Sonraki bazı Mâlikîler, bu iki görüşten âdet halindeki kadının eğitim öğretim amacıyla Mushaf’a dokunabileceği ve Kur’an-ı Kerim’i okuyabileceği içtihadını tercih etmişlerdir (Desûkî, Hâşiye, I, 174; Ezherî, Cevâhir, I, 32).
Günümüzde Kur’an eğitim ve öğretiminin aksamadan devam edebilmesi için Mâlikî mezhebinin bu görüşüyle amel edilebilir. Bununla birlikte Kur’an eğitim ve öğretiminin çok değişik yol ve yöntemleri olduğu için bu dönemlerindeki kadınların, okuyan kimselere kulak vererek ya da telefon, tablet, bilgisayar gibi cihazlardan dinleyerek kulak eğitimi almaları ve âyetleri kelime kelime bölerek tashîh-i hurûfa ağırlık vermeleri de uygulanabilecek bir başka yöntemdir. Bu yöntem, ihtilaftan kaçınmak açısından daha ihtiyatlı olabilir.
Âdetli veya lohusa bir kadın Kur’an-ı Kerim’e dokunabilir mi?
Hanefî, Şâfiî ve Hanbelî mezhepleri ile Malikî mezhebindeki ağırlıklı görüşe göre, cünüp, hayız (âdet) veya nifas (lohusalık) hâlindeki kimselerin Mushaf’a dokunmaları caiz değildir. Bu konuda genel olarak “O, elbette değerli bir Kur’an’dır. Korunmuş bir kitaptadır. Ona, ancak tertemiz olanlar dokunabilir. Âlemlerin Rabbi’nden indirilmedir.” (Vâkıa, 56/77-80) âyetleri ile Hz. Peygamber’in Amr b. Hazm’a yazdığı mektuptaki “Kur’an’a temiz olandan başkası dokunmaz.” (Muvattâ, Kur’ân, 1) ve “Cünüp ve hayızlı kimse Mushaf’tan hiçbir şeye dokunamaz.” (Serahsî, el-Mebsût, III, 152) rivayetlerini delil olarak kullanmışlardır (Aliyyü’l-kârî, Fethu bâbi’l-’İnâye, I, 142; Mâverdî, el-Hâvî, I, 384; Râfiî, el-’Azîz, I, 293; İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 202-203; İbn Kudâme el-Makdisî, el-Kâfî, I, 135; Karâfî, ez-Zehîra, I, 378).