Efendimiz (as) sahabesiyle sohbet ederken: "Ölen hiç kimse yoktur ki pişmanlık duymasın." buyuruyor.
Burhan İşliyen İle Hacı Bayram Kürsüsünden 54. Bölüm Ahirette Pişmanlık Yaşamadan Önce
Efendimiz kişi vefat edince mutlaka bir pişmanlık yaşar deyince etrafındaki ashab-ı kiram: "Ey Allah’ın Resulü! Nedir insanın pişmanlığı?" diye soruyorlar. Peygamber (as) pişmanlığın sebebini açıklıyor: Eğer dünyada kendisine belirlenen süreyi tamamlayıp da Rabbinin huzuruna giden kimse iyi bir insan ise, muhsin bir insan ise, iman etmiş, ibadetlerini elinden geldiğince yapmaya gayret etmiş, haramlardan uzak durmaya çaba göstermiş, elinden geldiğince helal dairesinin içerisinde yaşamışsa da pişman olur. Neden pişmanlık yaşar? Niye daha güzel bir hayat yaşamadım? Keşke daha güzel, daha çok ibadetim olsaydı. Keşke bu malı, mülkü yığacağım yerde daha çok fakiri sevindirseydim, daha çok garibin yüzünü güldürseydim. Keşke daha çok muhtacın sofrasında aş olsaydım. Çocuklarımı yetiştirdim hamd olsun ama keşke daha çok gayret etseydim de onları daha güzel yetiştirseydim. Daha iyi bir komşu olsaydım. Daha iyi evlat olsaydım. Daha iyi akraba olsaydım. Artırabilirsiniz… Keşke demenin sınırı yoktur. Her konuda insan pişmanlık yaşayabilir. Ama muhsin, iyi bir insan ise Cenabıhak cennetiyle mükâfatlandıracak ama cennetin de dereceleri var. İnsan daha iyisini görünce, daha yüksek olan mertebeyi görünce, ah keşke ben de daha güzel işler yapsaydım diye pişmanlık yaşayıverir. İman edip gelen kimse böyledir.
Eğer iman etmeden gelmişse onun pişmanlığıyla ilgili ayetleri aktaracağım. Onun pişmanlığını ifade etmek için kelimeler yetmez. Bugün bizim hoşumuza giden haller oluyor. Bazen görüyoruz; varlık içerisinde, lüks içerisinde, şatafat içerisinde hani diyoruz ya yediği önünde, yemediği arkasında. Hoşumuza da gidiyor bazen. Gitmesin, gitmemeli. Gidiyor aslında,insanın nefsinin hoşuna gidiyor. Ya baksana ne kadar güzel nimetlere nail olmuş, ne kadar güzel imkanları var diye zaman zaman böyle imrendiğimiz oluyor. Efendimiz (as)’ a hitaben Cenab-ı Hak buyuruyor ki:
"İnkâr edenlerin (gönüllerince) diyar diyar dolaşmaları sakın seni yanıltmasın; Kısa süren bir faydalanma... Sonra sığınakları cehennem. Ne kötü bir mesken!"(Âl-i İmrân; 196-197)
İman etmeden gelenin pişmanlığını ifade etmeye kelimeler yetmez. Allah korusun. En kıymetli varlığımız mallarımız, hesaplarda biriktirdiğimiz paramız, oturduğumuz evimiz, bindiğimiz arabamız değil. Tarlamız, yüz ölçümüyle övündüğümüz arsalarımız değil. En kıymetli varlığımız imanımızdır. Rabbim o imana uygun yaşayıp, ölebilmeyi cümlemize nasip eylesin.
Rabbimiz Hakka Suresinde kıyametin kopuşundan sonraki ahvalden bahsettiği yerde “O gün hesaba çekilirsiniz, size ait hiçbir sır gizli kalmaz.” (Hakka; 18) buyuruyor. Hocam her şey mi? Evet her şey. İzah edemeyeceğimiz, hesabını veremeyeceğimiz, yer yarılsaydı yerin dibine geçseydim de bunlara insanlar, bunlara Rabbim muttali olmasaydı, bunları görmeseydi, yüzüme vurmasaydı demek zorunda kalacağımız işlerden, o işleri yapmaktan Cenab-ı Hak cümlemizi muhafaza buyursun. Her biriniz Rabbinizin huzuruna çıkacaksınız, hiçbir şey sizden gizli kalmayacak buyurduktan sonra diyor ki: “Kitabı sağ tarafından verilen kimse der ki “Alın kitabımı okuyun; Doğrusu ben, hesabımla karşılaşacağımı zaten bekliyordum.” Artık o, hoşnut olacağı bir hayat içindedir; Meyveleri kolayca devşirilebilir yüce bir cennettedir.” (Hakka; 19-23) Kitabı sağından verilince; takdir belgesiyle, teşekkür belgesiyle, başarı belgesiyle eline karnesini almış bir öğrenci gibi “Alın işte benim kitabım, okuyun diyecek”. Bir gören olsa da takdir etse beni. Benim şu kitabımın güzelliğine şahitlik etse. İnsanlar benim ne kadar güzel bir kul olduğumu, dünyada ne kadar güzel yaşadığımı, onun neticesinde de Allah’ın (cc) bana nasıl mükafatlar verdiğini görse heyecanıyla sevinç içerisinde alın okuyun benim kitabımı diye kitabını insanlara göstermek isteyecek. Diyecek ki ben, dünyadayken böyle bir hesapla karşılaşacağımı biliyordum zaten. Cennet var, cehennem var biliyordum ben. Her işimi yaparken bu yaptığım iş beni cennete mi yaklaştırır, cehenneme mi yaklaştırır. Bunu hesap ederek yapıyordum. Ağzımdan bir söz çıkıyor. Bu sözün bir hesabı var. Kursağımdan aşağı bir lokma iniyor, bu lokmanın hesabı var. Bir lokma haram, insanı perişan eder.
Aralıklarla ifade ediyorum, bu kürsüden size. Bir kez daha söyleyeyim, Hayber’in fethinden sonra şehitlerden bahsediyorlar. Ya Resulallah filan arkadaşımız şehit oldu. Filan arkadaşımız şehit oldu ya Resullallah diyorlar da, “hayır” buyuruyor. O şehit olmadı. Kendinizi o mecliste bulunan bir insanın yerine koyun. Sizin aranızda düşmanla savaşırken can vermiş, siz bunu Hz. Peygamber (a.s)’a şehit oldu diye haber veriyorsunuz. İki cihan serveri Hz. Peygamber (as) o şehit değil diye mukabele ediyor. Şaşırırmısınız? Çok şaşırır insan. Neden ya Resulallah diye soruyorlar. Efendimiz buyuruyor ki; “Ben onu ganimet malından, devlet malından çaldığı bir yelekle cehennemde gördüm.” Allah korusun. Bir lokması boğazdan aşağıya inerse haksız yollardan gelenler insanı perişan ediyor. Öyle bir kimse, yani kitabını sağından almış, alın okuyun benim kitabımı diye seviniyor. Ben zaten bu hesabımla karşılaşacağımı biliyordum diye sevinç çığlıkları atıyor tabiri caiz ise. Böyle bir insan hoş bir hayat içerisinde olacak. Allah ona çok hoşlanacağı bir hayat nasip edecek. Allah ona yüksek cennetler nasip edecek. Cennetin, bahçenin meyveleri de zahmet çekmesin diye; yaklaştırılmış olacak. Hiç zahmet çekmiyorsunuz. Böyle elinizin kolaylıkla ulaşabileceği bir yerde koparıp alıveriyorsunuz. Yani onun meyveleri dalları yaklaştırılmış, aşağıya doğru alçaltılmış ki insan cennetin nimetlerinden istifade ederken zahmet çekmesin, sıkıntı çekmesin diye böyle Cenab-ı Hak (c.c) bütün nimetleri onun ayağına sermiş tabiri caiz ise. Sonra da; “Onlara “Geçmiş günlerde yaptıklarınıza karşılık olarak âfiyetle yiyin için” (Hakka; 24) deniliyor bu insanlara. Bugün geçmiş günlerde yaptıklarınızın karşılığı olarak dilediğiniz kadar yiyip içebilirsiniz. Afiyetle yiyip içebilirsiniz diyor Cenab-ı Hak (cc). Niye, çünkü sizin dünyadaki dikkatiniz, haramlardan uzak kalışınız, helal dairesinin dışına çıkmamak için göstermiş olduğunuz gayret, ibadet hassasiyetiniz, ahlakınızı güzelleştirmeye olan çabanız, komşuluğunuz, akrabalığınız, insanlığınız, işçiliğiniz, patronluğunuz hangisi aklınıza geliyorsa gelsin, farketmez. Ne işle meşgulseniz öyle güzel yaptınız, öyle güzel insan, öyle güzel bir kul oldunuz ki Rabbinize, bu gün o güzelliklerinizin karşılığında afiyetle dilediğiniz kadar yiyip içebilirsiniz diyecek. Amma “Kitabı sol tarafından verilene gelince o, “Keşke” der, “Bana kitabım verilmeseydi de hesabımın ne olduğunu bilmeseydim! Keşke ölümüm her şeyi bitirseydi! Malım bana hiç fayda sağlamadı; Güç ve saltanatım elimden çıkıp gitti.” (Hakka; 25-29) Kitabı solundan verilenlere gelince o da pişmanlık yaşayacak işte. Dedim ya bu gün pişmanlığı konuşacağız. Vah başıma gelene, aah keşke bu kitabım bana hiç verilmeseydi. Keşke ne yaptığım benim önüme hiç koyulmasaydı. Keşke yapıp ettiklerim dünyadayken kayıt altına alınmasaydı. Keşke hesabımın ne olduğunu ben hiç bilmeseydim diyecek. Keşke ölümle her şey bitip, gitmiş olsaydı. Ölseydim ama öldükten sonra dirilmek de nereden çıktı. Keşke ölümle her şey bitmiş olsaydı. O zaman ben bu hale düşmezdim deyiveriyor insan. Malım, gücüm hiç bir şey bana fayda vermedi. Kazandıklarım bana zerre kadar menfaat sağlamadı. Saltanatım, gücüm, imkanlarım elimden uçup gitti. Bana hiçbir getirisi olmadı diyecek insan. Keşke ben bu kitabı almasaydım. Keşke ölümle her şey bitip gitmiş olsaydı. Keşke öldükten sonra dirilmek olmasaydı. Ah keşke keşke keşke. Bu keşkelerin bir faydası olacak mı? Hayır.Denilecek ki ona:Yakalayın onu, bağlayın onu!Daha sonra onun alevli ateşe atılacağına dair ayetler ardı ardına sıralanıyor kıymetli kardeşlerim.
Korkutmak için mi, hayır. Ama korkmak da gerekiyor elbette. Elbette böyle bir gün var önümüzde. Hesabı verilemeyecek bir hayatı yaşamamamız gerektiğini, böyle bir hayattan uzak durmamız gerektiğini hatırlatan, onlarca, yüzlerce ayet-i kerime var Kur’an’ın sayfaları, satırları arasında kıymetli kardeşlerim. Allah (cc) bize büyük günde pişman olmamak için, size takdir edilen süreyi O’nun rızası istikametinde kullanmaya, yaşamaya gayret gösterin diye neredeyse Kur’an-ı Kerim’in her sayfasında insana hatırlatıyor. İnsanın ölüm anında yaşayacağı pişmanlığı anlatıyor.
“Her birinize ölüm gelip, “Rabbim! Ne olur bana azıcık daha süre tanısan da gönüllü yardımlarda bulunsam ve iyi kişilerden olsam!” diye yalvarmadan önce size verdiğimiz rızıklardan başkaları için de harcayın.” (Münafikun; 10)
Ölüm gelir diyor. Ya Rabbi ne olursun beni biraz tehir etseydin, beni biraz geciktirseydin, bana birazcık fırsat verseydin. Ben dünyada birazcık daha kalsaydım. Birazcık sadaka verseydim, hayırlı işler yapsaydım. Beni salih kılacak, iyi kılacak, mümin, müttaki kılacak işlerle meşgul olsaydım da ondan sonra gelseydim ya Rabbi. Beni birazcık daha tehir etsen, bekletsen, bana bir fırsat daha versen olmaz mı yani ,deyiveriyor insan. Verir mi Allah? Cenab-ı Hak; süresi dolunca hiç kimseyi bekletmeyecektir buyuruyor. Geçtiniz bu safhayı mahşer gününde, mahşer meydanında insan yine pişmanlık yaşar, iman etmeden gitmişse.
“Kuşkusuz biz insanın önceden yapıp ettiklerini karşısında göreceği ve inkârcının, “Keşke toprak olsaydım!” diyerek dövüneceği gün gerçekleşecek olan yakın bir azaba karşı sizi uyardık.” (Nebe; 40)
O gün gelince insan dünyada iken gönderdiklerine, yapıp ettiklerine bakacak iman etmeden gelen kimse keşke toprak olsaydım diyecek. Bir pişmanlık gösterecek, faydası olacak mı o pişmanlığın? Dünyadayken etrafımda yüzlerce insan koşardı, bineceğim arabanın kapısın açmak için üç kişi birden heyecanla fırlardı. Ya Rabbi oturduğum evlerden, yüksek tepelerden öyle bakardım ki; aşağıdakiler bana bir böcek gibi gözükürdü. Unuttum ben seni. Unuttum ben mahşeri, unuttum ben ahireti. Ya Rabbel alemin ne o imkanları bana verseydin, ne mal-makam verseydin, ne servet, şöhret verseydin ne de bugünü görseydim der, ama faydası olur mu? Vah başıma gelene, keşke toprak olsaydım der ama insana bir faydası olmaz.
İnsanın cehennemi görünce de bir pişmanlık yaşayacağını Kur’an-ı Kerim anlatıyor bize; “O gün cehennem de getirildiğinde, insan işte o gün yaptıklarını birer birer hatırlayacaktır. Fakat bu hatırlamanın ona ne faydası var! İnsan, “Keşke (âhiret) hayatım için daha önce bir şeyler yapmış olsaydım!” der.” (Fecr; 23-24) Cehennem getirilir diyor, insan da öğüt almaya, kendisini toparlamaya, halini düzeltmeye çaba gösterir, niyet eder. Şimdi öğüt almasının insana bir faydası olmaz diyor Allah (cc). Ve şöyle der insan “ vah başıma gelene, keşke bu gün için, şu ahiretim için bir şeyler gönderseydim keşke. Keşke bir şeyler gönderseydim dünyamdan, ahiretim için. Kışın bu soğuk günlerinde; zaman zaman oturduğunuz evlerin çevresine bakın. Hiç dikkat etmeden yanından geçtiğimiz evlerin birkaç tanesine uğrayıp bakma imkanı oldu. Perişan halde insanlar var. Gerek bu ülkenin insanları, gerek bu ülkenin insanlarının merhametine sığınarak, onların imanına güvenerek gelmiş başka misafir insanlar. Sobalarında belki bir tane odun yakmaya, bir kürek kömür yakmaya imkanları yok. Belki bir tas çorba pişirmeye imkanları yok.
Kıymetli kardeşlerim! Bugün fakirin kursağından aşağıya geçirdiğimiz her bir lokma, ahirette Rabbimizin huzurunda bize cehennemle aramızda perde, kalkan olacak bir mükafat olarak çıkacaktır. Bugün yetimin başını her okşayışımız, yarın azapla aramızda bir kalkan olacaktır. Yığdıklarımız değil, biriktirdiklerimiz değil, lüksümüz-ihtişamımız değil… Almak lazım, kazanmak lazım, çalışmak lazım. Ama öyle vermek lazım ki Efendimiz (a.s)’ın yaptığı gibi Hayber’in fethinden sonra 24.000 deve civarında ganimetten bir pay düşmüş. Efendimizin payına düşen develerin bir kısmı çayırın üzerinde otluyorlar. Bir müşrik Hz. Peygamber (a.s)’a geliyor. Ey Muhammed ne kadar güzel, ne alımlı develerin var deyince Efendimiz (a.s)’a, hoşuna mı gitti diye sormuş o iman etmeyen kişiye. Çok hoşuma gitti demiş. Üzerinde otladıkları çayırla beraber senin olsun, al götür. Yüz civarında deve. Kendisi gibi iman etmeyen arkadaşlarının yanına koşuyor, gidin gidin Muhammed’in yanına gidin. Dinine girin vallahi o elinde olanın tükenmesinden korkmadan veriyor. Efendimiz Muhammed Mustafa (as)’da Rabbinin huzurunda şimdi (kıyas için değil haşa) Karun da Rabbinin huzurunda şimdi. Hz. Peygamber (a.s) doğru dürüst bir elbise giyemeden dünyadaki süresini tamamlayıp ahirete göçmüş olan Alemlere rahmet Muhammed Mustafa (a.s), Karun da hazinelerinin anahtarlarını kırk kişilik bir topluluğun zor taşıdığı bir adam. İkisi de Rabbinin huzurunda.
Pişmanlığı azaltmak bizim elimizdedir kıymetli kardeşlerim. İnsan cehenneme atılma anında da pişmanlık yaşayacaktır. Tebareke Suresini okuyorsunuz değil mi? Bakın oradan size bir ayet-i kerime arz edeyim. “Rablerini inkâr edenlere cehennem azabı vardır. Orası ne kötü bir varış yeri! Oraya atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitirler. Cehennem neredeyse öfkesinden çatlayacak! Oraya her bir grup atıldıkça, muhafızları onlara, “Size bir uyarıcı gelmemiş miydi?” diye sorarlar. Şöyle cevap verirler: “Evet, doğrusu bize bir uyarıcı (peygamber) gelmişti; fakat biz onu yalancılıkla itham etmiş ve ‘Allah hiçbir şey göndermemiştir; siz gerçekten büyük bir sapkınlık içindesiniz!’ demiştik.” Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, şimdi şu alevli cehennemin mahkûmları arasında olmazdık!” diye de ilâve ederler.” (Mülk; 6-10) Her bir grup, her bir kitle, cehenneme atılınca, cehennemin bekçisi olan melekler soruyorlar. Size uyarıcı gelmedi mi dünyada, siz neden cehennemlik oldunuz? Size hakkı, hakikati haykıran insan gelmedi mi hiç? Hiç duymadınız mı? Allahu ekber nidasını hiç duymadınız mı? Allah’ın büyüklüğünü haykıran bir nidaya şahit olmadınız mı? Ölüm var, öldükten sonra dirilmek varı hatırlatan hiç kimseyi duymadınız mı? Niye cehenneme düştünüz diye soruyorlar. Onlar da şöyle cevap veriyorlar. Bize uyarıcı geldi ama biz yalanladık onları. Allah hiç bir şey indirmedi, siz masal uyduruyorsunuz dedik. Siz açık bir dalalettesiniz dedik. Duyduk aslında ama biz onlara hiç itibar etmedik. Bize hatırlattılar, anlattılar amma biz hiç oralı olmadık diyor. Sonra diyorlar ki “ Keşke dinlemiş olsaydık. Keşke işitmiş olsaydık. Keşke düşünmüş olsaydık. Bugün bu alevli ateşin içine girmezdik diyorlar. Fayda verir mi? O da fayda vermez. Hangi pişmanlık fayda verir.
Efendimiz (a.s) Tebuk seferine Bizans Şam istikametine sınır birliklerinde Bizans askerlerinin devriye atmasını duyunca o tarafa doğru bir sefer düzenliyor. Biliyorsunuz, Tebuk Seferi meşhurdur. Şuan ki yol şartlarında Medineye 760 km dir. Hazırlık yapıyorlar, çok verenler oluyor. Hz. Ebubekir gibi, orduyu donatmak için neyi var, neyi yok getirenler oluyor. Şimdi olduğu gibi profesyonel ordular yok. Orduyu hazırlayacaklar, gidecekler. Hz. Ömer gibi malının yarısını toplayıp getirenler var. Hz. Osman gibi ikiyüz deveyi yüküyle hazırlayanlar var. Ebu Akil gibi verecek bir şey bulamadığı için, sabahlara kadar hurma bahçelerinde çalışıp da ücret olarak aldığı bir sepet hurmayı getiren var. Herkes hazırlanıyor, Ka’b bin Malik diyor ki, nasıl olsa imkanlarım yerinde, istediğim zaman hazırlanır Peygamber (as)la giderim diye düşünüyorum. Bugün böyle, yarın böyle, ertele ertele. Sizin de başınıza gelir, gecenin yarısında uyanırsınız. Şöyle kalkıp iki rekat bir teheccüt kılsam dersiniz. Hele yat daha erken, sabaha doğru kalkar sabah namazıyla beraber kılarsın. Unutmayın o ses büyük ihtimalle şeytandandır. İnsanı engeller. Önümüze fakir çıkar, bir gariban çıkar, eliniz cebinize gidecektir. Ya boşver bu kimbilir ne sahtekardır. Evinde neler vardır falan diye içinize bir düşünce gelir. Hemen elinizi cebinizden çıkarır, cüzdanınızdan uzaklaşırsınız. O ses kesinlikle şeytandandır. Bu konuda emin olmak lazım. Diyor ki Ka’b bin Malik; “Ben her seferinde çıkıyorum, nasıl olsa hazırlanırım diye rahatlık içerisinde eve dönüyorum. Ordu hazırlandı ve yola çıktı. Ben gitmedim. Medine’nin sokaklarına çıktım, bir de ne göreyim. Benimle beraber gitmeyenler ya sakatlar ya kadınlar;ya yaşlılar ya da münafıklar. Hiç kimse yok başka etrafta. Ya münafık olduğu tahmin edilenler ya da hastalar kalmıştı. Hiç kimse yok. Eyvah dedim ama iş işten geçti. Sonra Hz. Peygamber Tebük’ten geldi, Tebük’te sıcak savaş olmadı biliyorsunuz. Uzun bir yolculuktan sonra, herkes gruplar halinde Hz. Peygamber’e çıkıyor, mazeret beyan ediyor. Seksen kadar kişi çıktı, münafık olduğu tahmin edilenler. Mazeretler söylüyorlar şu işim vardı, şu derdim vardı, bu sıkıntım vardı. Hz. Peygamber; “Allah affetsin!” dedi gönderdi. Bunlara bir şey demedi. Sıra bana geldi. Huzuruna çıkacağım, çok da güzel konuşurum. Konuştuğum zaman insanı ikna edebilecek kabiliyetteyim. Ama konuşacağım insanın yanında yanlış bir şey söylesem, Allah onu bilecek ve Allah (cc) benim yalanımı yüzüme vuracak. Ben ne diyeceğim şimdi? Çıktım ya Resulallah… ben daha bir şey demeden bana dedi ki “Seni alıkoyan şey neydi?” Sen niye gelmedin? Sen neden Hz. Peygamberin emrine icabet etmedin?
Ya Resulallah bu seferdeki kadar gelmemin mümkün olduğu başka hiçbir sefer yoktu. Her şeyim yerindeydi, sadece nefsime uydum, başka hiçbir mazeretim yoktu dedim. Git, Allah senin hakkında hüküm verinceye kadar bekle dedi. Yanımdakiler dediler ki uzaklaştıktan sonra, herkes mazeret söyledi kendisini affettirdi, sen neden mazeret beyan etmedin. Acaba bende mi mazeret beyan etsem diye aklımdan geçti bir ara ama baktım benim gibi doğruyu söyleyen Hilal b. Ümeyye, Mürare b. Rebi adlı iki kişi daha var. Bunlar müttaki Müslümanlardır, bunlar da benim gibi yaptıysa ben doğru yoldayım diye düşündüm. Sonra Hz. Peygamber bizimle konuşulmasını yasaklamış. Peygamberin emrine icabet etmeyen ve doğru söyleyen üç kişi, Ka’b, Hilal ve Mürare. Hz. Peygamber yasaklamış,
En kritik zamanda Müslümanların yanında yer almazsanız, Hz. Peygamber (as)’ın bir emrine bile itaatsizlik ederseniz, karşılaşılacak akibeti gösterme bakımından çok önemli bir örnektir bu. Selam veriyorum, kimse selamımı almıyor. Artık Medine’nin sokakları dar gelmeye başladı bana. O arada Gassan Melikinden bir haber gelmesin mi? Bana bir mektup getirdi birisi, Gassan Meliki diyor ki, liderinin sana kötülük yaptığını duyduk. Bırak gel, ben sana şu kadar imkanlar veririm, şu kadar fırsatlar veririm. Dünya malı veririm diye beni davet ediyor. Yaktım o mektubu, bu da başka bir imtihan dedim. Gidiyor mescide namaz için, selam veriyorum kimse almıyor. Hz. Peygamber yasaklamış, selam verince Hz. Peygamberin dudakları acaba kımıldıyor mu? Selamımı sessiz de olsa alıyor mu diye şöyle alttan alta bakıyorum. Ben O’na bakınca yüzünü benden çeviriyor Hz. Peygamber. Ben namaza durunca yine alttan bakıyorum, bana doğru bakıyor Efendimiz (as). Bu ne zor bir imtihan ya Rabbi. Amcamın oğlu Ebu Katade’nin yanına gittim, selam verdim, almadı. Bir daha selam verdim almadı. Hem amcamın oğlu, hem çocukluk arkadaşım. Aynı yaşlardayız. Bir daha selam verdim, dedim ki Allah rızası için Ebu Katade söyle ben Allah ve Resulünü sevmiyor muyum? Allah ve Resulü daha iyi bilir dedi. Yapacak bir şeyim yok, eve gittim. Kırk gün kadar geçmişti, haber geldi ki eşlerinden ayrılsınlar. Boşanacak mıyız diye sordum haberciye, dedi ki hayır. Boşanmayacaksınız ama ayrı yaşayacaksınız dedi Hz. Peygamber (as).
Ellinci gün sabahı, sabah namazını avluda kıldım. Avluda oturuyorum birisi “Ka’b müjdeler olsun, müjdeler olsun” diyerek ve koşarak bana doğru geliyor. Anladım, koştum. Hz. Peygamber (as)’ın yanı kalabalık. Hz. Peygamber yüzü gülerek, bu gün yaşamış olduğun en hayırlı günündürKa’b dedi. Allah sizin tövbenizi kabul eden ayetler indirdi.
“Allah geriye bırakılan (savaşa katılmayan) üç kişinin de tövbesini kabul etti. Sonunda, bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmeye başlamış, vicdanları kendilerini sıkıştırmış ve Allah’a karşı O’ndan başka sığınılacak kimse olmadığını anlamışlardı. Bunun üzerine O da eski durumlarına dönmeleri için onlara tövbe nasip etti. Şüphesiz Allah, tövbeleri kabul edendir, merhametlidir.” (Tevbe; 118)
Seferden geri kalan, yeryüzü bütün genişliğine rağmen kendilerine dar gelen, nefisleri kendilerini bunaltan, vicdanları kendilerini sıkıştırdıkça sıkıştıran üç kişinin de tevbesini Allah kabul etti. Ya Resulallah bu senden mi dedim, yoksa Allah’tan mı? Allah’tan dedi Efendimiz. Bütün malımı vermek istiyorum dedim, şükür olsun diye. Bir kısmını kendine ve ailene bırak dedi. Hayberden kalan malımı kendime bıraktım, diğerlerinin tamamını dağıttım diyor. Ve beni doğruluğum yaşamış olduğum bu sıkıntılarda Rabbime karşı, insanlara karşı doğru davranmam ve yeryüzü bütün genişliğine rağmen dar gelecek şekildeki pişmanlık kurtardı. Nasıl bu hatayı yaptım pişmanlığı kurtardı. Kıymetli kardeşlerim, eğer yaptığımız hatalardan, yanlışlardan tövbe ile kurtulma fırsatını kullanamazsak, Allah’ın bize takdir etmiş olduğu süreyi ona yönelmek için, iyi bir kul olmak için, haramlardan uzak kalarak, helal dairesinin dışına çıkmadan yaşayarak kullanamazsak yarın pişmanlık üzerine pişmanlık ifade etmemiz, keşke toprak olsaydım diye pişmanlık ifade etmemiz, ölüm gelince ya Rab beni biraz geciktirsen salih kullardan olsam diye yalvarıp yakarmamızın bize hiçbir faydası olmayacak. Biz aklımız başımızda, imkanlarımız yerinde, gücümüz kuvvetimiz varken dünyaya karşı, nefsimize karşı, şeytana karşı direnecek, hatalardan vazgeçecek, hata yaptığımız zaman “beni gören Allah var, öldükten sonra diriltecek Allah var. Yaptıklarımın ve yapmam gerekirken yapmadıklarımın hesabını soracak olan Allah var” diyeceğiz anlatıyor. Rabbimiz her birimize pişmanlık duyacaksak dünyada pişmanlık duyup da ahirette keşke diye pişmanlık duyanlardan olmaktan muhafaza buyursun.