Kendinizin ve başkalarının konumlarını neye göre değerlendirirsiniz? Kim iyi bir mevkidedir, kim kötü? Kim yukarıdadır, kim aşağı? Bunu neye göre ölçer biçer, karar veririz? Bu konudaki ölçütlerimizin niteliği bir yana, insanların bu statüye nasıl eriştikleri konusundaki yaklaşımlarımız da apayrı bir bahis konusudur. Kendinden yukarıda gördüklerinin başarısını küçümsemek için bu durumu şansla veya sadece Allah (cc) vergisi ile açıklamak isteyenler yanında kendini başarılı bir konumda görenlerin bir kısmı da her şeye kendi çabaları, çalışkanlıkları ve adanmışlıkları ile ulaştıklarını düşünürler.
Oysa Allah Teâlâ’nın esma-i hüsnasından olan Hâfıd ve Râfi’ bize alçaltanın da yükseltenin de O olduğunu söyler. Çünkü Hâfıd “aşağıya indiren, alçaltan, değerini azaltan” anlamına gelirken Râfi’ ise “yükselten, değerini arttıran, izzetli ve şerefli kılan” demektir.
Yüceltilmeyi Beklemek mi, Yücelmeye Çalışmak mı?
Bir emek ürünü olmayan, çoğunu dünyaya geldiğimizde hazır bulduğumuz kabiliyetler, kapasiteler, ailelerimizden gelen statüler hep Allah (cc) vergisidir. Herkes bu dünya hayatına önceden yaratıcının belirlediği bir noktadan başlar. (Zuhruf, 43/32) Fakat bu durum elimizdeki bu malzemeyle neler yaptığımızın dikkate alınmayacağı anlamına gelmez. Bu nedenle başlangıç noktalarımızı sorgulamak yerine yol almaya bakmak lazımdır. Çünkü hayatın sonunda karşılaşacağımız muhasebede başladığımız nokta değil, onunla bitirdiğimiz nokta arasındaki mesafe (yani emeğimiz) dikkate alınacağından oradaki statümüz verilenlere ne eklediğimizle belirlenecektir.
Şunu da hep hatırda tutmak gerekir ki Allah’ın insanları birbirinden üstün (ya da aşağı) kılmak için verdiği (ya da vermediği) her şey bir deneme konusudur. “Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği (nimetler) hususunda sizi denemek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O’dur. Şüphesiz Rabb’in, cezası çabuk olandır ve gerçekten O, bağışlayan merhamet edendir.” (En’âm, 6/165)
İnsanların bu dünyada birbirlerine münasip gördükleri yüce ya da düşük statülerin aldatıcı ve geçici olduğunu, herkesin asıl statüsünün kıyametin kopuşu ve herkesin olan biteni gerçek mahiyetiyle kavradığı zaman ortaya çıkacağını, işte o zaman herkesin gerçek konumunu bulacağını söyleyen ayetler (Vâkıa, 56/1-3) bize Hâfız ve Râfi’ isimlerinin kıyametin de sıfatı olduğunu gösterir.
Evet, yükselten de alçaltan da Allah’tır. Ama O, bunu yaparken neye göre yapacağını da bize bildirmiş, alçalmanın ve yücelmenin yollarını önceden göstermiştir. Alçalmak ve yükselmek Allah’ın yaratılışta takdir ettiği sabit ve değişmez bir kader olmaktan çok (kaderin çizdiği sınırları kabul etmek şartıyla) kendimizi doğru kullanıp kullanmamaya bağlı olarak ulaştığımız bir neticedir. Aşağı olanın peşine düşmek insanı alçaltırken, yüceliklere talip olmak yükseltir. Çamurdan gelen bedene ve tabiatımızın hayvani yönü olan nefse gereğinden çok itibar insanı alçaltırken, yücelere çağıran ruhun ve yücelerden gelen vahyin davetine uydukça da yükseliriz. (A’râf, 7/175-176) Belki de bu nedenle Sadreddin Konevi “Raf’ asaleten Allah’a, hafd ise kula aittir.” demiştir. Yani sende yücelik adına ne varsa Allah’tan, düşüklük adına ne varsa da nefsindendir. Allah (cc) kimseye asla zulmetmez, O’nun her işi hikmetlidir; alçalmaya müstahak olanı alçaltır, yükselmeyi hak edeni de yükseltir. Sözün özü kişi Allah Teâlâ katındaki mevkiini merak ettiğinde Allah’ın kendi kalbindeki yerine bakması yeter.
Bizi Yüce ya da Düşük Kılan Nedir?
Sufilere göre Allah (cc) cehennemliklerin nefislerini kendisinden uzaklaştırmak suretiyle alçaltır, yani alçaklık Allah’tan uzak durmaktır. Bunlar Rablerinden ümidi kesmiş, nefislerinin isteklerine yenilmiş, tövbe etme ve Allah’a yönelme gücünü kaybetmişlerdir. Daima sıkıntı içinde olmalarına rağmen dua etme isteği duymazlar. Terk edilmişlikle cezalandırılmışlardır. Esma-i hüsna şarihi Ali Osman Tatlısu’nun deyişiyle “Düşüren Allah’tır fakat sebebi insanın kendisidir.” Allah’ın düşürdüğünü yine Allah’tan başkası kaldıramaz. Bu nedenle böyle bir akıbete düçar olan için dönüp Allah’a iltica etmekten başka kurtuluş yolu yoktur. Allah Teâlâ dostlarının kalplerini kendisine yakın kılarak yükseltir. Bu kişinin kalbi ümit, ferahlık ve ilahi neşe ile dolar. Onlar bu istikametten ayrılmadıkça Allah (cc) da bu nimeti kendilerinden almaz.
İnsanın haletiruhiyesi, davranışları ve tuttuğu yol bu tecellilerin bir göstergesidir. Sufiler der ki Allah’ın yükselttiği insanlar, çok defa melek huylu, tatlı dilli, insanların ayıplarını ve kusurlarını örtüp eksiklerini tamamlayan; onlara bütün imkânlarıyla yardım eden nazik, kibar insanlardır.
Yüce Rabbimiz Kur’an-Kerim’de başta peygamberler olmak üzere yücelttiği kullarından bahsederken bu yücelişin derecelerle olduğunu vurgular. (Bakara, 2/253; En’âm, 6/83, 165; Yûsuf, 12/76; Mü’min, 40/1) Bu ayrıntı bize hem yükselişin aşama aşama olduğunu hem de Allah’ın yükselttiği insanlar arasında da derece farkları olduğunu gösterir. Yine Kur’an’ın ifadesine göre Allah Teâlâ’nın en yüce mevkiye uygun gördükleri ilim sahipleridir. (Mücâdele, 58/11) Efendimiz (sas) de sayısız hadislerinde ilmin en yüce mertebe olduğunu ifade etmiştir.
Bu İsimlerin Tecelli Ettiği Kullar
Bu isimlerin muhtevalarını ve tecellilerini idrak etmiş kimselerin Allah’ın değer verip yücelttiklerini yüce tutmaları, O’ndan uzaklaşıp alçalmış olanları ise gönüllerinde hak ettikleri mevkiden daha yukarıya oturtmamaları gerekir. Allah (cc) için sevmenin ve Allah için uzak durmanın manası da bu olsa gerektir. İbn Arabî’ye göre de bu isimlerin tecellisine mazhar olanlar Allah katında yükselme ve alçalmanın bilgisini keşfetmiş ve bütün ilişkilerini buna göre tanzim etmiş kişilerdir.
Türkçede rütbe vermek anlamında kullanılan terfi kelimesi Râfi’ ismiyle aynı köktendir. Terfi, çalışma hayatında insanları motive eden, tekdüzeliği kıran, asla aksatılmaması gereken bir mekanizmadır. Bu konuda dikkate alınması gereken şeylerin başında ise liyakat gelir. İnsanları idare etme mevkiinde olan bir kimsenin, yönetim ilkeleri açısından, onları ellerinden gelenin en iyisini yapmaya teşvik etmek için ödül ve terfi sistemini kullanması gerekir. Eğer bir ihmal ve suç varsa mutlaka tespit edilmeli affedilecekse bile suç ve ceza ortaya konduktan sonra affedilmelidir ki insanlarda gafil bıraktıkları düşüncesi hâkim olmasın.
Bütün bu bilgilerden sonra kendimize alçaklık ve yüceliğin gerçek mahiyetinin ne olduğunu açıkça sorabiliriz. İtibar edip yücelttiğimizi neye göre yüceltiyoruz, kınayıp ötelediğimizi neye göre düşük görüyoruz? Hangi özellikler alçaltır, hangileri yükseltir? Şu varlık âleminde her nesneyi (ve tabii ki her kimseyi) taşıdığı hakiki değer ölçüsünde yerli yerine koyabiliyor muyuz? Sağlığın, paranın, dürüstlüğün, vefanın, akrabanın, arkadaşın, ailenin, hakikatin, işin, gücün yeri neresi? İşte bunları yerli yerine koyabildiğimiz ve Allah’ın yücelttiğini yüceltip değer vermediğini önemsizleştirdiğimiz zaman iç dünyamızdaki karmaşa sona erecek, düşüncelerimiz, duygularımız ve davranışlarımız eşyanın tabiatı ile tam bir uyum içinde tevhide ulaşabilecektir.