Hz. Muhammed (sas), “İhlas suresi Kur’an’ın üçte birine denktir.” buyurmuştur.
İhlas suresi, dört kısa ayetten oluşur, Tükçe mealini okuyarak herkesin anlayabileceği şekilde açıktır. Allah’ı tanıtır, Allah nedir ne değildir, nesebi ve soyu var mıdır? sorularına yanıt verir. İhlas suresinin şöyle bir özelliği daha vardır, bir sonraki ayet önceki ayeti açıklar ve öyle devam eder.
“De ki: O, Allah tektir.”
“Tektir” ifadesini ikinci ayet açıklar;
“Allah hiçbir şeye muhtaç değildir.”
Üçüncü ayet de “Muhtaç değildir” sözünü açıklıyor;
”O doğurmamış ve doğmamıştır.”
Peki nasıl meydana geldi? sorusunu da son ayet cevaplıyor;
“O’nun hiçbir dengi yoktur.”
Resulullah’ın İhlas Suresi hakkındaki sözünden anlaşılıyor ki, altı yüz sayfadan oluşan Kur’an-ı Kerim’in iki yüz sayfasının konusu Allah’ın varlığını ve tek olduğunu ispatlayan ayetlerden oluşuyor. Başka bir ifadeyle, Kur’an’ın insanlara kazandırmak istediği ilk ve en önemli mevzunun, Allah’ın varlığını ve tek ilah olduğunu öğretmektir.
Kur’an, Allah vardır demez. Somut kanıtları aklın ve gözün önüne koyarak O’nun varlığını gösterir. O kanıtlara bakıp düşünen kimsenin Allah’ı bulacağına ve bu konuda aklın yanılmayacağına kesin gözle bakar.
Örneğin Kur’an, içtiğimiz suyu önümüze koyar. Tuzlu deniz suyunun göğe yükseltilmesi ve sonra insan, hayvan ve bitkilerin yararına en uygun kıvamda ve ölçülü olarak yeryüzüne indirilmesi üzerinde düşünmeye ve bu muazzam sistemin mühendisini araştırmaya davet eder.
Kur’an şöyle buyurur:
“İçtiğiniz suyu düşündünüz mü? Onu buluttan siz mi indirdiniz yoksa biz miyiz indiren?“ (Vakıa,68-69)
“Gökten uygun ölçüde su indirir, onu arzda tutarız. O su sayesinde sizin için çok sayıda meyvelerin bulunduğu, yiyip beslendiğiniz hurma bahçeleri, üzüm bağları; kezâ hem yağ hem de yiyenlerin ekmeğine katık veren bir ağaç (zeytin ağacı) meydana getiririz.” (Müminun,18-19)
Suyun örnek verilmesi çok manidardır. İnsan bedeninin yarıdan fazlası sudur. Dünyanın üçte ikisi sudur. Bitkiler sudur. Kısacası su, yaşamın temel ihtiyacıdır. Hayati öneme sahip bu nimetin her damlasını yudumlarken nereden ve nasıl geldiğini düşünen her özgür akıl, sahibini Allah’a götürür, bundan kaçış yoktur. Susuzluk duygusu sadece çeşmeyi değil, suyu göndereni de hatırlatmalıdır.
Allah’ın varlığını anlama konusunda kanıtlardan biri de insanın kendisidir.
Kur’an der ki;
“İnsan kendisini bir damla sıvıdan yarattığımızı görmez mi?“ (Yasin,77)
“Gerçek şu ki biz insanı çamurdan alınmış bir özden yaratıyoruz; Sonra onu sağlam bir korunakta nutfe (döllenmiş yumurta) haline getiriyoruz. Ardından nutfeyi alakaya (rahimde asılıp beslenen embriyo) çeviriyor, alakayı şekilsiz et yapıyor, bu etten kemikler yaratıyor, daha sonra da kemiklere adale giydiriyoruz; nihayet onu bambaşka bir varlık halinde inşa ediyoruz. Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah çok yücedir.” (Müminun,12-14)
Bu ayetin indiği tarihte tıpla ilgili bugünkü tıbbi cihazlar ve tıp bilimi yoktu. Bebeğin ana rahmindeki oluşma sürecini anlatan bu bilgileri değil Hz. Muhammed, o çağda hiç kimse bilmiyordu. Ayette anlatılan bilgilerle, bugün tıp bilim adamlarının anlattıkları yüzde yüz uyuşmaktadır. Dolayısıyla bu tespit bile, Allah’ın varlığını kanıtlamaya yeterli bir delildir.
Bununla beraber, insanın oluşumunu sağlayan bitkilerdeki besinden başlayıp ana karnındaki gelişim süreci ve doğumla başlayan bebeklik, çocukluk, gençlik ve yaşlılık halleri üzerinde düşünüldüğünde bunun arkasında güçlü bir yaratıcının olduğunu kabul etmekten başka çıkış yolu olmadığı gün gibi ortadadır. Hz. Peygamber de, “Kendisini bilen mutlaka Allah’ı bilir.” buyurarak, insanın kendisini tanımasının Allah’ı tanımaya yardımcı olacağına dikkat çekmiştir.
Yine Kur’an, toprağa atılan bir kuru tohumun, rengarenk ve lezzetli bitkiler halinde nasıl yaratıldığını sorar. Aynı topraktan acı ve tatlı, çeşit çeşit renk ve şekillerde bitkileri kimin büyüttüğü üzerinde akıl yürütmeyi emreder.
Allah şöyle buyurur:
“Ektiğiniz tohumu düşündünüz mü? Onu topraktan yeşerten siz misiniz yoksa biz miyiz?” (Vakıa,63-64)
Aynı toprak, aynı hava, aynı su. Çıkan ürünlere bakıldığında, kimi tatlı, kimi ekşi, kimi beyaz, kimi kırmızı, kimi siyah.
Allah buyurur ki; Ey kulum! Yiyerek keyif aldığın bu meyve ve sebzeleri kim yeşertiyor? İşte onu bul ve ona kulluk yap!
Kur’an, deliller sunmaya devam ediyor. Bu sefer içinde bulunduğumuz dünyayı ve bizi kuşatan kainatı önümüze koyuyor. Gökleri ve gök cisimlerini direksiz olarak yükseltenin, güneş ve ay için bir yörünge belirleyerek ahenk içerisinde onları yönetenin, gök cisimleri arasındaki mesafeyi koruyarak birbirine çarpmalarını ve birbirinin üzerine düşmelerini engelleyenin kim olduğunu araştırın diyor.
Şöyle buyurur:
“O, gökleri görebileceğiniz herhangi bir destek olmadan duracak şekilde yarattı, sizi dengede tutması için yere sağlam dağlar yerleştirdi.” (Lokman,10)
“Yerkürenin üzerine düşmemesi için göğü tutan Allah’tır.” (Hac,65)
“Güneş kendisine ait yerleşik bir düzene göre yörüngesinde akıp gider. Bu, çok güçlü ve her şeyi bilen Allah’ın takdiridir. Ay için de yörüngeler belirledik. Ne güneş aya yetişip çatabilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzüp gider. (Yasin,38-40)
Kur’an, bunları Allah’ın yaptığını söyler ve bu güne kadar Kur’an’ın iddiasının aksine mantıklı bir açıklama ortaya konulamamıştır.
Evrendeki bütün yasalar ve dengeler üzerinde bağımsız akılla düşünüldüğünde, bütün bu olağanüstü intizamın arkasında bir yaratıcının olduğunu kavramak çok kolay olacaktır.
Allah’ın varlığını kanıtlayan bunlara benzer Kur’an’da çok örnekler vardır. Hakikati arayan kimseye Kur’an’ın önerdiği tek şey, aklı çalıştırmak. Aklı çalıştırabilmenin şartı da Kur’an’ı okumaktır. Çünkü Kur’an’ı okuyan, insanın yapısı ve kainatın işleyişiyle ilgili içerdiği bilgileri gördüğünde, on beş asır önceki imkanlarla bu bilgilere bir beşerin ulaşmasının imkansız olduğunu görecek ve bu bilgilerin insan üstü bir güç tarafından Hz. Muhammed’e bildirildiğini anlayacaktır. Ayrıca, Allah’ın varlığıyla ilgili sunduğu kanıtların akıl ve bilimle olan uyumu karşısında hakikat yolunu bulmasına yardımcı olacaktır. Dolayısıyla;
Kur’an okunmadan Allah tanınmaz.
Allah’ı tanımadan gerçek imana ulaşılmaz.
İman olmadan doğru yol bulunmaz.
Bu itibarla, Kur’an’ın üçte biri Allah’ı anlatan ve O’nun varlığını isbat eden ayetlerden oluştuğuna göre, din eğitimi ve öğretiminde bu konuya daha fazla yer verilmesi gerekir. Bütün peygamberler de, önce Allah’ı tanıtarak tebliğ vazifelerine başlamışlardır.
Allah’ı tanıyan O’na teslim olur.
Allah’a teslim olan da, kendisinde var olan kıymetin kadrini fark eder, O’nun çok değer verdiği insanlara ve canlılara merhamet ve şefkat duygusuyla yaklaşır.