Mescid-i Nebevi ne anlama gelmektedir?
Medine’de içerisinde Hz. Peygamber’in kabrinin de bulunduğu mescide Mescid-i Nebevi denir.
Akabe’de Hz. Peygamber’e ilk biat eden Es‘ad b. Zürâre, hicretten önce Medine’de bir hurma kurutma yerinin etrafını duvarla çevirerek mescid haline getirmişti (İbn Sa‘d, III, 457). Resûl-i Ekrem (sas) 12 Rebîülevvel (24 Eylül 622) Cuma günü Medine’ye girdiğinde kendisini davet edenleri kırmamak için devesi Kasvâ’nın salıverilmesini ve onun çöktüğü yere en yakın evde konaklayacağını söyledi.
Hz. Peygamber’in bu sırada Hz. Nûh’a öğretilen, “Rabbim! Beni mübarek bir menzile kondur. Şüphesiz konaklatanların en hayırlısı sensin” duasını (el-Mü’minûn 23/29) tekrarladığı rivayet edilir (Semhûdî, I, 322).
Kasvâ’nın Mâlik b. Neccâr oğullarının evlerinin önünde hurma kurutulan bir düzlükte çökmesi üzerine Resûlullah buraya en yakın evin sahibi Ebû Eyyûb el-Ensârî’ye misafir oldu. Resûl-i Ekrem, Es‘ad b. Zürâre, Muâz b. Afrâ ve Ebû Eyyûb el-Ensârî’den birinin himayesinde bulunduğu nakledilen Sehl ve Süheyl adlarında iki yetim çocuğa ait olan bu arsayı mescid yapmak üzere sahiplerinden 10 dinar karşılığında satın aldı (Buhârî, “Menâḳıbü’l-enṣâr”, 45). Sahiplerinin arsayı mescid için bağışladıkları rivayeti de vardır (Buhârî, “Veṣâyâ”, 30; Taberî, Târîḫ, II, 397). Bu engebeli ve çalılık alanın (Taberî, Târîḫ, II, 396-397) zemin düzenlenmesi yapıldıktan sonra yaklaşık 3 arşın derinliğindeki temeline ilk taşı Hz. Peygamber koydu. Rebîülevvel ayında (Eylül 622) inşasına başlanan Mescid-i Nebevî, kendisi de ashapla birlikte çalışan Resûl-i Ekrem (sas) başta olmak üzere özellikle Talk b. Ali, Ammâr b. Yâsir gibi sahâbîlerin öncülüğünde şevval ayında (Nisan 623) tamamlandı. Mescidin doğu tarafına da Allah Resûlü (s.a.s.)’nün kalabileceği odalar yapılmıştır. Mü’minlerin annelerinden her biri için bir oda eklenmiştir. Bunlar mescidin duvarına bitişik olarak yapılmışlardır.
Bu mescit, İslâm toplumunun şekillenmesinde ve devletin kurulmasında her türlü, dinî ve sosyal faaliyetin en önemli merkezi olmuştur.
Fazilet sıralamasında Mekke’deki Mescid-i Haram’dan sonra, fakat Kudüs’teki Mescid-i Aksa’dan öncedir. Bu üç mescit, aynı zamanda yeryüzünde doğrudan ziyaret amacıyla gidilebilecek olan mescitlerdir.
Mescid-i Nebevi'nin genişletilmesi
Mescid-i Nebevî’nin ilk genişletilmesi bizzat Peygamber Efendimiz (sas) zamanında olmuştur. Bu genişletme için Hz. Osman (ra), kendi parasıyla mescidin çevresindeki bazı evleri satın alarak mescide bağışlamıştır. Bundan sonraki ilk genişletme ve yenileme Hz. Ömer zamanında yapılmış, Hz. Osman zamanındaki genişletme ve yenileme ise daha kapsamlı olmuştur.
Daha sonra tarih boyunca Müslüman hükümdarlar tarafından pek çok defa genişletme ve yenileme faaliyeti olmuştur.
Emeviler Döneminde Mescid-i Nebevi
Emevîler döneminde insanlar, özellikle cuma gibi cemaatin fazla olduğu vakitlerde boş hücrelerde de namaz kılmaya başlamışlardı. Abdülmelik b. Mervân bu hücreleri satın almış, fakat hâtıralarına hürmeten yıktırmamıştı. Daha sonra Halife Velîd, Medine valisi olan Ömer b. Abdülazîz’e yıktırılıp mescide dahil edilmelerini emretti; o da ikinci bir Harre Vak‘ası’nın yaşanmaması için buna istemeyerek boyun eğdi.
Hücrelerin yıktırılması Medineliler’i çok üzmüş ve uzun süre ağlaşmalarına yol açmıştır. Saîd b. Müseyyeb, Hasan-ı Basrî gibi yıkımdan önce hücreleri görenlerden buraların mütevazi yapısı hakkında bazı bilgiler nakledilmektedir. Tavanı bir insanın elini uzattığında değebileceği kadar alçak olan hücrelerin Hz. Peygamber’in sade hayatını göstermesi bakımından aynen bırakılmasını isteyenler çoğunluktaydı. Vali Ömer b. Abdülazîz teberrüken hücrelerden alınan kerpiçlerle kendine Medine’nin Harre mevkiinde bir ev yaptırdı. Bu kerpiçlerden bir tanesi bir süre hücre-i saâdet yanında sergilenmiştir. Ömer b. Abdülazîz halifeliği sırasında Bizanslı ve Kıptî mimarlardan da yararlanarak hücreyi daha mâmur bir hale getirdi. Bu sırada daha önce Abdullah b. Zübeyr tarafından etrafına çekilen duvar yenilendi. Kuzey kısmı Hz. Fâtıma’nın evini de içine alacak şekilde genişletildi ve Kâbe’ye benzememesi için üçgen planında yapıldı. Böylece hücre beşgen hale getirildi; ancak etrafını çevreleyen şebeke günümüzde de olduğu gibi dikdörtgendi. Bu arada hücrenin üstü “kubbetü’l-hücre” ve “kubbetü’n-nûr” denilen küçük bir kubbe ile örtüldü. Bu çalışmalar 88’de (707) başlamış, 91’de (710) tamamlanmıştır.
Abbasiler Döneminde Mescid-i Nebevi
Emevîler’den sonra Abbâsîler ve diğer İslâm devletleri hücre-i saâdetin imarına ayrı bir önem verdiler. Hârûnürreşîd devrinde (786-809) mescidin bu kısma rastlayan tavanı yenilendi. Muktefî-Liemrillâh zamanında (1136-1160) Zengîler’in ünlü veziri Cemâleddin Muhammed b. Ali el-İsfahânî tarafından da kabrin doğu duvarı ıslah edilerek tamamı mermerle kaplandı.
Peygamberimiz (sas)'in kabrinin etrafına kurşun döktürülmesi
Evliya Çelebi’nin naklettiği bir rivayete göre ise 557’de (1162) papa tarafından Hz. Peygamber’in naaşını çalmak üzere gönderilen zâhid kılığında kişiler Mescid-i Nebevî yakınlarında bir ev tutmuş, gizlice yer altından bir dehliz kazarak kabre ulaşmak istemişlerdir. Resûl-i Ekrem (sas) tarafından rüyasında olaydan haberdar edilen ve çok kısa bir süre içinde Medine’ye gelen Nûreddin Mahmud Zengî bu kişileri yakalamış, böyle bir olayla bir daha karşılaşmamak için de kabrin etrafına kurşun döktürmüştür (Seyahatnâme, IX, 611, 621-627).
Kisve-i Saadet nedir?
Memlük hükümdarları da hücre-i saâdetin imarına büyük özen gösterdiler. İlk defa Sultan Kalavun zamanında, daha önce üzeri “kisve-i saâdet” adlı bir örtü ile kapatılan kubbetü’n-nûr kurşun levhalarla kaplandı (678/1279); kubbe Sultan Kayıtbay tarafından da yenilendi.
Mescid-i Nebevî tarihinde birkaç defa yangın geçirmiş, hücre-i saâdet de bu vesile ile onarım görmüştür. Meselâ 881’de (1476) tamamen yıkılıp taştan inşa edildi ve tavanı yükseltildi.
Hâdimü’l-Haremeyn ne demektir?
İslâmiyet’in iki mukaddes şehri olan ve bu sebeple Haremeyn diye anılan Mekke ve Medine’nin hizmetkârı anlamındaki bu unvanı ilk kullanan hükümdar Eyyûbî hânedanının kurucusu Selâhaddîn-i Eyyûbî’dir.
Âşıkpaşazâde’nin eserinde, Mısır sultanına Osmanlılar tarafından “hâdim-i Haremeyn” şeklinde hitap edildiği belirtilir.
Osmanlılar’ın Suriye ve Mısır’ı ele geçirmesinden sonra hâdimü’l-Haremeyn unvanı Yavuz Sultan Selim’den itibaren Osmanlı padişahları için kullanılmaya başlanmıştır. Sultan Selim bu unvanı, bir rivayete göre 1516 Mercidâbık zaferinden sonra Halep’te büyük camide okunan hutbede, bir başka rivayete göre ise 1517 Ridâniye zaferinin ardından Kahire’ye girdikten sonra burada kılınan cuma namazı sırasında almıştır. Bazı kaynaklarda yer alan rivayetlere göre, hutbede kendisinden “hâkimü’l-Haremeyn” diye bahseden hatibe hâdimü’l-Haremeyn demesi için müdahale eden Sultan Selim bu şekilde anılınca göz yaşlarını tutamamış, namazdan sonra hatibe ihsan ve iltifatlarda bulunmuştur (Evliya Çelebi, X, 116, 124-125;
Kendilerini “hâdimü’l-Haremeyn” olarak gören Osmanlı padişahları, Yavuz Sultan Selim’den itibaren Mescid-i Nebevî ve hücre-i saâdetin imarı ile yakından ilgilenmişlerdir.
Kubbetü’l-hadrâ ne demektir?
I. Ahmed altın kaplamalı gümüş şebekeler gönderdi, eski şebeke-i saâdetin bir bölümünü getirtip teberrüken kendi türbesine koydurdu. Hücre-i saâdetin 1111 (1699) yılında II. Mustafa tarafından bazı kısımları yenilendi; III. Ahmed de duvarlarını sağlamlaştırdı.
II. Mahmud zamanında birtakım çatlaklar görülmesi üzerine Kayıtbay’ın yaptırdığı kubbe yıktırılıp yerine 1228 (1813) yılında taştan bir kubbe yapıldı. Günümüze kadar ulaşan bu kubbe kurşunları yeşile boyandığı için “Kubbetü’l-hadrâ” (Yeşil Kubbe )adıyla anılır. Aynı onarım sırasında hücrenin dış duvarı çinilerle kaplandı, daha sonra da Sultan Abdülmecid bunları tekrar en değerli çinilerle yeniletti. Hücre-i saâdette Hz. Peygamber’in kabrinin bulunduğu kısım şebeke-i saâdetin dışına raptedilen gümüş bir çivi ile (mismâr) işaretlendi, sonradan onun yerine değerli taştan bir alâmet konuldu. Günümüzde kabirlerin yeri işaretlerle belirtilmiştir. Hücre-i saâdete tarih boyunca çok değerli hediyeler bağışlanmıştır. Bunlar arasında özellikle murassa‘ kandiller dikkat çekmekteydi; Eyüp Sabri Paşa Mir’âtü’l-Haremeyn’de bunlarla ilgili geniş bilgi vermektedir (bk. bibl.).
Mescid-i Nebevi'de Minber
Allah Resûlü (sas), başlangıçta bir hurma kütüğüne dayanarak hutbe okuyordu. Daha sonra üç basamaklı bir minber yapılmıştır. Bugün Resûlullah’ın minberinin olduğu yerde bulunan güzel işlemeli ve kubbeli mermer minber Osmanlı Sultanı III. Murad tarafından gönderilmiştir.
Mescid-i Nebevi'de ilk Mihrap
Allah Resûlü (sas)’nün namaz kıldığı yer bilinmektedir. Fakat onun zamanında burada mihrap yoktu. Buraya ilk mihrap Ömer b. Abdülaziz zamanında yapılmıştır. Tarih boyunca bu mihrap yenilenmiş, süslenmiş ve korunmuştur. Birçok defa yenilenen bu mihrap da halen yerinde durmaktadır.
Mescid-i Nebevi'de Minare
Peygamber Efendimiz zamanında Mescid-i Nebevî’de minare yoktu. Bilal (r.a.), ezanı mescidin kıble tarafında yüksekçe bir yere çıkarak okuyordu. Mescid-i Nebevî’ye ilk minareyi Ömer b. Abdülaziz yaptırmıştır. Bundan sonra tarih boyunca Mescid-i Nebevî’nin minareleri pek çok defa yenilenmiştir. Mescid-i Nebevî’yi yeniden tamir ve ıslah eden Sultan Abdülmecit, Bab-ı Rahme ve Bab-ı Selam denen kapılara iki minare ilave etmiştir. Son olarak Kral Fehd zamanında yapılan genişleme tamir ve ıslahla 104 metre yüksekliğinde 6 minare eklenerek Mescid-i Nebevî’nin minare sayısı 10’a çıkarılmıştır.
Mescid-i Nebevi'de Namaz Kılmanın Fazileti
Resûl-i Ekrem (sas), Mescid-i Nebevî’de kılınan namazın Mescid-i Harâm hariç diğer yerlerde kılınan namazdan bin kat daha faziletli olduğunu haber vermiş, (Buhârî, Hac”, 505-510) bu hadisler Resûlullah’ın mescidinin faziletine, onun içinde de Ravza-i Mutahhara’nın daha faziletli olduğuna delil sayılmıştır. Ancak sözü edilen mekânın genişliği ve ifadenin mecaz olup olmadığı konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür.
İmam Mâlik gibi bazı âlimler hadisi zâhirî mânasına göre yorumlamayı daha uygun görmüştür. (Semhûdî, II, 162) Bazılarına göre ise yapılan ibadetler sebebiyle burası rahmetin inmesi, insana mutluluk vermesi açısından cennete benzer. Dolayısıyla Resûl-i Ekrem’in cennetin anaların ayakları altında, kılıçların gölgesinde bulunduğuna ve hasta ziyaret eden kimsenin cennet bahçelerinden bir bahçede olduğuna dair sözleri veya güzel geçen bir gün için, “Bugün cennet günlerinden biriydi” denilmesi gibi mecazi bir anlam ifade eder. (İbnü’l-Esîr, I, 493; Semhûdî, II, 164, 165)
Mescid-i Nebevî ile ilgili bazı teknik bilgiler
Mescid-i Nebevî’nin Alanı (yaklaşık) : 100.000 m2,
Sutuh alanı : 67.000 m2,
Mescid’i çevreleyen alan : 235.000 m2,
Toplam alan : 400. 327 m2.
Cemaat Kapasitesi
Kapalı kısımlarda takriben : 300.000 kişi,
Üst katta : 90.000 kişi,
Çevresiyle birlikte : 730.000 kişi.
(1.000.000’a ulaşabilmektedir.)
Kral Fehd döneminde yapılan genişletme bölümünde 27 adet hareketli kubbe vardır. Bu kubbeler ihtiyaç anında açılır, kapanır. 9 tonu ahşap olmak üzere her biri 60 tondur.
Mescid-i Nebevî’nin 10 minaresi vardır. 6 tanesi yenidir. Yeni minareler 104 metre yüksekliğinde 334 basamaklı, beş şerefelidir. Minarelerin üstündeki hilaller altın kaplama olup, Türkiye’de imal edilmiştir.
Üst kata çıkış için 6 yürüyen, 18 de normal merdiven vardır. Kapı adedi 81’dir.
Mescidin yeni bölümünün altında, derinlikleri 20 ila 57 metre arasında bulunan 8500 adet betonarme kazık kullanılmıştır. Zemin katta 2400 adet, zeminin üstünde 2020 adet kolon vardır.
Mescid-i Nebevî’nin yeni yapılan kısımları klimalıdır. Soğutma yaklaşık 7 km. uzakta kurulmuş bulunan tesislerden tünel bağlantısı ile sağlanmaktadır.
İnşaatta 500.000 adet suni granit kullanılmıştır.
Mescid-i Nebevî’nin son genişletilmiş bölümünün iç duvarları pencere altına gelecek şekilde mermer panolar üzerine Türk hattatlarca yazılmış hüsnü hat tablolarıyla donatılmıştır.
Her biri 5 metre çapında ve 2200 kg. ağırlığında bronzdan mamul 68 adet avize vardır. Mescitte 627 adet güvenlik ve naklen yayın kamerası vardır. Bunlar sayesinde mescidin her noktası görüntülenebilmektedir.
Altında takriben 5.000 adet araç kapasiteli U şeklinde iki katlı yer altı otoparkı yapılmıştır.