#KEŞFET

Baba Malı Tez Tükenir, Evlat Gerek Kazana

“Kendini bilen, yaşama sorumluluğu duyan akıllı (bir) evladın gerçek malının, kendisinin kazandığı mal” olduğunu anlatmak için “baba malı tez tükenir, evlat gerek kazana” deriz.

Abone Ol

“Kendini bilen, yaşama sorumluluğu duyan akıllı (bir) evladın gerçek malının, kendisinin kazandığı mal” olduğunu anlatmak için “baba malı tez tükenir, evlat gerek kazana” deriz. Bu atasözünü genellikle babasının malına mülküne güvenip de çalışmayan ve hazır yemeye alışkın olan kimseleri uyarmak için kullanırız. Bu uyarıyı dikkate almayan birinin elindeki mal dağ kadar büyük olsa bile hayrını göremez.

“Hiç kimse elinin emeğiyle kazandığından daha hayırlı bir rızık yememiştir.” Üstelik insan, kendi el emeğiyle kazandığı bir şeyin değerini daha iyi bilir ve parasını saçıp savurmaz.

Şimdi de bununla ilgili anlatılan bir hikâyeye kulak verelim.

Eskiden evinin yakıt ihtiyacını dağdan getirdiği odunlarla karşılayan bir adam ve bu adamın kıymet bilmez bir hanımı varmış. Hikâye bu ya, kadın adamın getirdiği odunları konu komşuya dağıttığından, adamcağız odun getirmek için dağa daha çok gitmek zorunda kalırmış. Günlerden bir gün bu adam hastalanmış ve artık dağa çıkamaz olmuş. Odunlukta da ancak birkaç gün yetecek kadar odun kalmış. Bu kez odun getirme sırası kadına gelmiş.

Kadın, baltayı kaptığı gibi dağa gitmiş ve kesip hazırladığı odunları sırtına yükleyip bitkin bir hâlde evine dönmüş. Henüz teri soğumadan kapısı çalmış; gelen çok sevdiği bir komşusu imiş ve kendisine ödünç odun vermesini istemiş. Kadın, onunla odunluğa kadar girmiş. Ortada iki küçük odun yığını varmış. Kadın, komşusunun kendi taşıdığı odunlara yöneldiğini görünce hiddetlenmiş ve:

“Ne yaptığını sanıyorsun sen? Ben, o odunları binbir zahmetle getirdim. Ne kadar alacaksan, kocamın getirdiği şu odun yığınından al.” demiş.

İşte böyle… Tıpkı bu hikâyede olduğu gibi insan, emek verdiği şeyin kıymetini daha iyi anlıyor. Bir de madalyonun diğer yüzünü çevirip eşimizin rahatsızlandığını ve evin bütün işlerini bizim yapmamız gerektiğini düşünelim. Bu durumda çamaşır, bulaşık, ütü, evin günlük temizliği, çocukların yedirilip giydirilmesi bize kalıyor demektir. Sizce, bu duruma kaç gün dayanabilirsiniz?

Ses çıkmadığına göre hâlâ düşünüyorsunuz demektir…

Demek ki kıymet bilmek için biraz da kendimizi karşımızdakinin yerine koymak gerekiyor. Galiba buna “empati” deniyordu. Neyse, bir örnek daha verip konuyu toparlayalım. Dişiyle tırnağıyla bir yere gelen insanlar ile aynı yere hiç sıkıntı çekmeden gelen kimselerin mutluluk derecesi aynı değildir. Her türlü zorluğu aşıp da gelenler az bir şeyle yetinirken ve hâllerine şükrederken, hiçbir güçlük çekmeden gelenlerin gözünde nice çoklar az görünür, mutluluk ve sevinçleri de çabuk tükenir.

İşte, gelmek istediğimiz nokta tam da burasıydı. Özellikle sorumsuz evlatların esas tükettikleri şey, bu mutluluk ve sevinçtir.

Mutluluğunuz ve seviciniz sürekli, kazancınız helal ve hayırlı olsun.