Dünya, varlık âleminde misafirdir. Kendisine ait süre doluncaya kadar varlığını sürdürecektir. İnsan da dünyada misafirdir. Kendisine takdir edilen sürenin sonuna geldiğinde dünyadan ayrılacaktır. Fani bir dünyada sınırlı bir süreye sahip olan bizler için her an kıymetlidir. Bu kıymeti değerlendirmenin yolu, her anı fırsat olarak görmekten geçer. Fırsat olarak gördüğümüz her an, değerlendirilmezse boşa gider ve bir daha geri gelmez.
Allah (c.c.), insan hayatına -tabiri caizse- özel fırsat imkânları yerleştirmiştir. Adeta fırsat mevsimi diyebileceğimiz bu zaman dilimlerini kazanca çevirmek icap eder. İşte bu fırsat mevsimlerinden biri de Ramazan ayıdır. Ramazan ayını hakkıyla değerlendirmenin ve kazanca çevirmenin yolu, Ramazan ayını değerli kılan şeyleri iyi anlamaktan geçer.
Ramazan ayının değerli olmasının temelinde yatan şey, Allah’ın kelamı olan, insanlara doğru yolu gösteren ve hakkı batıldan ayıran Kur’an-ı Kerim’in bu ayda inmeye başlaması ve karşılığını ancak Allah’ın vereceği (bkz. Buhârî, Savm, 2, 9; Müslim, Sıyâm, 161) farz olan oruç ibadetinin bu ay içinde yerine getiriliyor olmasıdır. Hem Kur’an’ın hem de orucun belki de ortak yönü her ikisinin de insanı olgunlaştırmak ve kemale erdirmek gibi bir işleve sahip olmasıdır. Zira Kur’an-ı Kerim’in bir hayat kitabı olması yönüyle, insan hayatının tamamını yoluna koyan bir tarafı vardır. Oruç ise bu hayat kitabında bulunan değerleri tatbik için gerekli olan “çelikten iradeyi” ortaya çıkarmak için bir nevi “irade eğitimi”dir. Çünkü sadece ve sadece Allah istedi diye kişi, en temel ihtiyacı olan yeme-içmeyi terk etmekte ve hayattaki en zor şeylerden olan dile hâkim olmayı başarmaktadır.
Ramazan ayında inmeye başlayan hayat kitabımız Kur’an-ı Kerim ile bu ayda daha fazla meşgul olmak, verdiği mesajları anlamaya çalışmak ve bu uğurda çaba göstermek de bu ayı değerlendirme anlamına gelir. Bu ay içinde yapılabilecek belki de en kazançlı amel bu olacaktır. Zira Hz. Peygamber de Ramazan ayı geldiğinde Cebrail (a.s.) ile Kur’an-ı Kerim’i birbirlerine arz etmişlerdir (Buhârî, “Bedʾü’l-vaḥy”, 5, “Bedʾü’l-ḫalḳ”, 6, “İstiʾẕân”, 43; Müslim, “Fezâʾilü’s-saḥâbe”, 98, 99). Günümüzdeki mukabele uygulaması da buradan gelmektedir. Bundan dolayı bir mümin, Ramazan ayında özel olarak Kur’an-ı Kerim mesaisi yapmalıdır. Zira en son inen kitap olan Kur’an-ı Kerim, dünya ve ahiret saadetinin anahtarıdır.
Ramazan ayı geldiğinde rahmet yüklü bulutlar gibi her zamankinden daha cömert olan Hz. Peygamber, bu ayda müminin takınması gereken bir vasfa daha fiili olarak işaret buyurmaktadır (Buhârî, Savm, 7). Bu ay infak ve hayır hasenatta bulunma ayıdır. Fakirlerin, miskinlerin, borçluların, yolda kalmışların halinden anlamak ve onların dertlerine derman olmaya çalışmak için bir fırsat ayıdır. Müminde bulunması gereken bu özelliği sadece Ramazan ayına hasretmeden, yılın bütün aylarında söz konusu farkındalığı sürdürmek için de bir eğitim ayıdır. Çünkü İslam, insandan önce karşısındakini ve onun halini gözetmesini ister.
Ramazan ayı ibadet ve tövbeyle yenilenme ve temizlenme ayıdır. Hz. Peygamber’in özellikle Ramazanın son on gününde ibadete daha fazla ağırlık verdiği, ev halkını kaldırdığı ve onları da buna teşvik ettiği bilinmektedir (bkz. Buhârî, Leyletü’l-Ḳadr, 5; Müslim, İʿtikâf, 7, 8). İbadetlerini daha iyi yapabilmek için vefatına kadar bu son on günde itikâfa girmesi de bunun bir göstergesidir (Buhârî, İʿtikâf, 1; Müslim, İʿtikâf, 5). İtikâf, ibadetle birlikte aynı zamanda insanın yaratılış gayesi ve elindeki nimetleri uzun uzun tefekkür imkânıdır. Kişinin akıl-baliğ olduktan itibaren içinde bulunduğu zamana kadarki işlemiş olduğu amellerini hata sevap açısından gözden geçirmesi ve nefsini muhasebe etmesi için itikâf, bulunmaz bir nimettir.
Kısacası bütün rahmet, mağfiret imkânlarını içinde barındıran ve Resûlullah’ın manevi yaşantısında fark edilecek derecede bir değişikliğin meydana geldiği Ramazan ayı, başka misafirlere müsaade etmeyen bir misafirdir. Dolayısıyla, geldiğinde müminin sadece kendisiyle meşgul olmasını ister. Ramazan ile meşgul olmanın yolu ise Hz. Peygamber’in tavsiyelerini akıldan çıkarmadan Kur’an-ı Kerim üzerinde tefekkür, tezekkür ve tedebbür etmek; orucun anlam ve hikmetine uygun davranmak, bol bol infakta bulunmak ve ibadetlere ayrı bir ehemmiyet vermektir.