Tabiat, insanoğlunun ilk ve vazgeçilmez yurdudur. Dolayısıyla insan, tüm yapıp etmelerini doğada gerçekleştirmiştir. Hâl böyle olunca, insan için zaman ve mekân genişleyip bereketlenmiştir. Bu kuvvetli ilişki sonunda güven, cesaret, feraset, sekinet, kendini gerçekleştirme gibi insanı ayakta tutacak olumlu beşerî neticeler zuhur etmiştir. Sonraki süreçte ise yeryüzünü şekillendirip dünyaya yeni bir anlayış getiren coğrafi keşifler, rönesans, reform, aydınlanma çağı, sanayi devrimi gibi gelişmeler neticesinde insan tabiattan uzaklaşıp kent hayatıyla buluşmuştur. Fakat bu dikey hareket, insanı modernitenin enstrümanlarıyla yoğun bir ilişki içerisine sokmuş ve onun fıtri potansiyelinde birtakım köklü değişiklikler meydana getirmiştir. Dolayısıyla, tabiata aidiyetinin neticesinde sözü edilen değerleri özümseyen insan, modern zamanda öncelikle bu asil müktesebatı kaybetmiştir.
İnsanın edilgenleştiği, bununla birlikte eşya ve maddenin dominant unsur hâline geldiği bu yeni anlayışta insan çevresine bigâne kalmıştır. Her şeyin süratle insanoğlunun üzerine geldiği, ilgi ve algıların sürekli değiştiği modern zamanda, insan hem kendini hem de sevdiklerini kaybetme tehlikesiyle yüzleşmiştir. Bu nevzuhûr durum, insanın zihin ve gönül vadisinde kabz hâline sebebiyet vermiş ve ona anlam, maneviyat ve yaşam sanatı konusunda önemli kırılmalar yaşatmıştır. Nitekim iyilik ve güzellikle buluşma gibi olumlu duyguları önceleyip önemsemekte ve fıtratı gereği her türlü pesimist odaktan uzaklaşma gayretinde olan insan, artık bu hoyrat sürece teslim olup pasifleşmiştir. Bununla birlikte, geçmişe dönük tezekkürü, şimdiki zamana yönelik tefekkürü ve gelecekle ilgili tedebbürü her daim aktive eden bir çalışma sistematiğine sahip zihin, duraklama dönemine geçmiş; kalp ise kaskatı kesilmiştir. Hâl böyleyken insan; stres, kaygı ve depresyonla tanışmış ve son kertede dalgınlık, umursamama ve mekanikleşme hastalığına duçar olmuştur. Bu da durum ve duygularını düzenleyip organize etmede sınıfta kalan insanı; çevre, kâinat ve özellikle Yaratıcı hakkında ideal noktadan uzaklaştırmıştır. Tüm bunlar göstermektedir ki, hızı kesilmeyen bir kaos ortamını beraberinde getiren, farkındalığı örseleyen, analiz ve değerlendirmeyi yok eden bu hâkim dalga modern zamanın en büyük sorunudur.
Buradan hareketle ifade edelim ki, Batı’da “mindfulness” terimiyle ortaya çıkan ve “bilgece farkındalık” olarak tercüme edilen bu kavram, günümüz insanının yaşam problemlerini çözmede önemli bir enstrüman olarak göze çarpmaktadır. Nitekim söz konusu yaklaşım, bireyin yaşanan anda çevresini aktif bir şekilde fark edip kavramasını, yeni öğrenme ve tecrübeleri pozitif olarak gerçekleştirmesini hedeflemektedir. Ayrıca kişinin yaşadığı duygu, düşünce ve deneyimleri objektif bir bakış açısıyla, bilinç hâlinde, üst düzey bir algıyla, kritik ve değerlendirmeyi merkeze alarak yorumlamasına olanak sağlamaktadır. Bu bağlamda bilgece farkındalık yaklaşımında dikkat, her ne kadar ilk etapta insanın enfüsi ve afaki boyutuna kaysa da bu süreçten etkilenmeden ân üzerinde yoğunlaşmakta ve öz potansiyeli geliştirmeye dönük perspektifiyle yeni başlangıçlara kapı aralamaktadır. Bu meyanda söz konusu anlayış, özelde şimdiki ânı, genelde de geçmiş ve gelecekle ilgili tüm yaşam boyutlarını ilgilendiren tefekkür değerini merkeze almasıyla aktif bir hâl murakabesini temin etmektedir. Nitekim bilgece farkındalıkta, insanın yaşam yolculuğuna konuk olan her türlü olumsuz duygu, düşünce ve deneyimleri açıklık ve içtenlikle, önyargıda bulunmadan zihin ve gönül birlikteliğiyle dikkatlice tefekkür etme söz konusudur. Algının yoğunlaşıp odaklaştığı bu tecrübe, kişiye kendisini yeniden anlamlandırma imkânı vermektedir. Böylece, kaçınma psikolojisiyle hareket etmeden, mazinin kötü tecrübe dehlizlerinde kaybolmadan, kategorik bir şekilde bu deneyimlerle yüzleşme imkânı bulan bireyin bilgece farkındalık düzeyi yükselmektedir. Sözü edilen aktif tecrübe de kişiyi, erteleme hastalığına duçar etmeden, anksiyete ve depresyondan uzak, olumlu bir gelecek perspektifiyle buluşturmaktadır.
Bilgece farkındalık, modern zamanda bireyin yaşadığı negatif tecrübelere takılıp kalarak ânı ve geleceği kaçırmasına engel olması cihetiyle önem arz etmektedir. Zira fevri tepki ve kararlarla olumsuz her türlü durumu bastırıp günü kurtarmak, özellikle sonradan sağanak şeklinde yaşanacak travmaları büyütmekten ve son raddede başka geçici mutluluklara yelken açıp tüm müktesebatı yitirmekten başka bir şeye yaramayacaktır. Esasen, yaşanan kaygı dolu süreçleri pes etmeden kabullenerek, iyi niyet ve tam bir idrakle, olduğu gibi, şimdiki zamanda, tarafsız, koşullanmadan ve optimist bakış açısıyla analiz edip çözüme kavuşturmak psikolojik iyi oluş için temel vazgeçilmezdir. Dolayısıyla bilgece farkındalık; ânın pergelinin, tezekkür ve tedebbür iklimine konuk olmasıyla kişiyi modern zamanda yaşadığı anlam kuraklığından kurtarmakta ve ona seyre değer bir gökkuşağı armağan etmektedir.
Bilgece farkındalık tecrübesini anlamlandıran bilgelik, bilgi ve tecrübenin zihin sürecinden damıtılarak gönle düşmesi ve marifet ya da hikmet şeklinde uç vermesidir. Bu sebeple bilgelik; çevreyi fark etme, onunla zihinsel bağlantılar kurup anlamlandırma, ortaya çıkan hasılayı tasavvura dönüştürerek kalpte mezcetme ve bunu dış dünyayla buluşturma serencamının neticesidir. Zikredilen tüm bu süreçler, kişinin aktif bir tutum içerisinde olmasını gerekli kılmaktadır. Nitekim dinî literatürde, dindardan sadır olan pratiklerin motivasyon kaynağı olarak kabul edilen nefs muhasebesi için de sözü edilen husus elzemdir. Bahse konu boyutun vücut bulduğu en bariz fotoğraf ise Hz. Peygamberin (s.a.s.) yaşadığı Hira tecrübesidir. Bu açıdan, Allah Rasûlü’nün yalnızca kendisine odaklanıp çevresinde yaşananlara dair aktif bir tefekkürle duygu ve düşüncelerini organize etmesi bilgece farkındalığın ilk nüvesini oluşturmaktadır. Varoluşsal krizleri konu edinen bu yoğunlaştırılmış anlam arayışı, son tahlilde vahiyle taçlanmış ve insanlığın biteviye yaşadığı buhranlar nebevi ilkelerin rehberliğinde tarihin karanlık arşivine hapsolmuştur.
Buna benzer bir yaklaşım, Hüccetü’l-İslâm Gazzâlî’nin (ö. 505/1111) Şam’daki Emevî Camii’nde itikâfa girerek keşif yoluyla yaşadığı psiko-spritüel tecrübede göze çarpmaktadır. Nitekim Gazzâlî, hayatının dönüm noktası olan ve kendisine hakikat kapılarını açan bu sancılı sürecin sonunda “el-Munkiz mine’d-dalâl” isimli eserini telif etmiştir. Modern psikolojide “kendilik” olarak ifade edilen ve kişinin özüyle buluşup tanışmasına imkân sağlayan bu derinlikli boyut, ilk olarak analitik psikolog Carl Gustav Jung’un (ö. 1961) nefsin henüz keşfedilmemiş boyutunu resmettiği “derinliklerin tini” kavramıyla gündeme gelmiştir. Aynı zamanda sözü edilen doruk deneyim, insanın iç dünyasında bilinmedik, maneviyatla bezeli, aşkın bir yön olduğunu belirten “transpersonel-benötesi psikoloji”de, bedenden ruha geçmenin ifadesi olan “holotropik şuur hâli” şeklinde karşılık bulmaktadır. Bu meyanda, söz konusu yaşantılara derinlikli bir bakış açısıyla yaklaşıldığında, ortaya çıkan sezgisel durumda beyin ile dinî tecrübe arasındaki ilişkinin varlığı da oldukça dikkat çekicidir. Nitekim dinî deneyimle beynin belirli bölgeleri arasındaki ilişkinin vasıf, unsur, boyut ve yansımalarını inceleyen nöroteolojik kurama göre, kişinin beynindeki “parietal lob” bölgesinde aktivasyon kaybolduğunda birey metafizik, aşkın bir hâl yaşamakta; nihayetinde de kendilik algısını ve mekânsal idraki yitirmektedir. Bunun neticesinde de ibnü’l-vakt olarak Yaratıcıyla her daim hemhâl olma ve hakikat kapılarının açılması imkân dâhilinde olabilmektedir.
Bilgece farkındalık deneyimi, 2500 yıl öncesinin Budist meditasyon egzersizlerine dayanması sebebiyle, insanoğlunun yeryüzünü imar ederek kulluk sorumluluğunu yerine getirme misyonu açısından değerlendirildiğinde, bahse konu tecrübeyi temin edecek en önemli dinî ritüelin namaz olduğu görülecektir. Zira namaz, insan-madde arasındaki ideal ontolojik takvimi bozan, özellikle tüketim başta olmak üzere her türlü kışkırtıcı popüler teklifin cazibesiyle maneviyatı örseleyen modernitenin insanda açtığı onulmaz yaraları tamir edecek yegâne ilaçtır. Nitekim çağlar üstü mesajıyla insanın yolunu ve ufkunu aydınlatan Kur’an-ı Kerim, Peygamberimizin müşriklerin hakkında uydurdukları tezviratlar ve alaya varan hakaretleri sebebiyle insani bir tepki olarak rahatsızlık duyduğunu haber vererek; “Andolsun, onların söyledikleri şeylerden dolayı göğsünün daraldığını biliyoruz. O hâlde Rabbini hamd ile tesbih et (yücelt) ve secde edenlerden ol. Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et” (Hicr, 15/97-99) ayetleriyle bu konuda bir ideal bir çözüm yöntemi sunmuştur. Bu sebeple namaz, dış dünyadan gelebilecek her türlü kötülüğe karşın sağlam bir kalkan, kişiyi sekinet iklimiyle buluşturan güvenilir bir liman, kulluk yolculuğundaki seyir haritası için güvenilir bir rehber, selim fıtrattaki cevheri koruma adına önemli bir farkındalıktır.
Bilgece farkındalık düşüncesi, şimdiki zaman üzerinden gelecek kurgusunu aktif bir yöntemle yordamayı esas aldığından, modern zaman Müslümanının yaşadığı paradigmal travma için de tedavi bağlamında önemli bir vesiledir. Nitekim bugün İslam’ın insanlığa kazandırdığı değerlerin içselleştirilip hayatla buluşmasında birtakım problemlerle karşılaşıldığı izahtan varestedir. Söz konusu sorunların Müslümanların medeniyetler kuran zihin dünyasında akamete sebebiyet verdiği de üzücü bir gerçekliktir. Bu zihinsel kırılmalar; varlık, gaye, insan ve değer ekseninde ideal bir dünyayı ihya etme idealini kuşanması gereken günümüz Müslümanlarını rehavet ve atalete sevk etmektedir. Bu da Kur’an ve sünnetten neşet eden değerleri anlayıp anlamlandırma ve hayata konu etme noktasında esaslı bir usul probleminin varlığını gözler önüne sermektedir. Hâl böyleyken bu yorgun bakış açısı Kur’an’daki; “…Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin…” (Zümer, 39/53) ayeti ve Rasûl-i Ekrem’in huzuruna gelip kıyametin ne zaman kopacağını soran bir kişiye; “Onun için ne hazırladın?” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, XIX, 71) cevabı gibi ufuk açıcı referanslarla boşa çıkarılmıştır. Dolayısıyla bugün, hadiselerin sebep ve neticeleri arasında doğru bir irtibat kurarak geçmişi tabulaştırmadan hakkaniyetle okumak, zamanı tanıyıp doğru anlamlandırmak, pasif ve pesimist bir psikolojiye kapılmadan azim ve ümitle geleceği inşa etmek vazgeçilmez bir sorumluluktur. Bu sebeple ilim, irfan ve hikmeti kuşanarak, örselenen medeniyet dinamiklerini şimdiki zamanda aktif bir yöntemle yeniden ihya etmede bilgece farkındalık kuramının usul ve yöntemlerinden istifade etmek birçok faydayı mündemiçtir.
Sonuç olarak, insanın kendiyle baş başa kalamadığı ve tükenmişlik girdabında vurgun yediği modern zamanın hengâmesinden kurtulabilmesi için bilgece farkındalık tecrübesiyle hem zaman hem de mekânca yükselmesi şarttır. Böylelikle ağırlıklarından kurtulup hafifleyecek insan, Rabbiyle kalbi arasına girip hakikat görüntüsünü bozan ne kadar perde varsa hepsini ortadan kaldıracaktır. Bunun için de topraktan var edilen insanın hakiki özü olan toprağa yeniden dönüşü ve sevdiklerine hesapsız dokunuşu biricik çare olarak tebarüz etmektedir.