Kendinden emin bir tavırla kıyasıya eleştirir bazen insan; yargılar, sebebini bilmeden zan üzere hükümler giydirir, kendine göre haklı ve haksızlar bulur. Aldığı haberlerin doğruluğunu teyit etmeden; kimin neyi, nasıl ve niçin yaşadığını tam olarak bilmeden kanaat notunu verir, altına da imzasını atar. Hâlbuki kendisine kör kalan noktalarda işin aslı bambaşkadır. Hâl böyle olunca mesnetsiz bir kuruntudan öteye geçmez kanaati ve belki de bir yalanın şüyû bulmasına zemin hazırlamış olur. Ayet-i celilede bu konuda ikaz vardır: “Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır...” (Hucurât 49/12)
Sû-i zan olarak bilinen olumsuz duygular zemininde kendine yer bularak yayılan haberlerin toplumu ve fertleri onulmaz zararlara sokacağı aşikârdır. Tam da bu sebepten insanın her duyduğunu söylememesi ama her söylediğini çok iyi bilmesi gerekir. Ayetin devamında: “Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın.” (Hucurât 49/12) ikazında bulunan Rabbimiz aslında insanın başkasından önce kendisini nazar-ı dikkate almasını öğütler gibidir. Araştırılan şey malumdur ki ortalıkta olmayandır. Ortalıkta olmayıp bizi doğrudan ilgilendirmeyen, bize fayda veya zararı olmayan bilgilerin, gıybete malzeme olmaktan öte geçemeyeceği de ortadadır. Zan, tecessüs ve gıybete kapı aralayacak her bilgi öncelikle bu bilgiyi bu yolda kullanana zarar verir, sonra diğerlerine...
Hani Sokrates’e atfedilen bir üçlü filtre testi vardır. Bir gün birisi Sokrates’e: “Arkadaşınla ilgili ne duyduğumu biliyor musun?” der. Sokrates: “Bir dakika bekle” der ve devam eder: “Bana bunu söylemeden önce senin küçük bir testten geçmeni istiyorum. “Benimle arkadaşım hakkında konuşmaya başlamadan önce, söyleyeceğin ne ise filtre etmek iyi bir fikir olabilir. Birinci filtre: “Gerçeklik filtresi. Bana birazdan söyleyeceğin şeyin tam olarak gerçek olduğundan emin misin?” Adam: “Hayır, aslında bunu sadece duydum.” “Tamam” der, “Öyleyse, sen bunun gerçekten doğru olup olmadığını bilmiyorsun. Şimdi ikinci filtreye geçelim, yani iyilik filtresine. Arkadaşım hakkında bana söylemek istediğin şey iyi bir şey mi?” diye sorar Sokrates. Adam: “Hayır, tam tersi” diye cevap verir. Sokrates: “Öyleyse onun hakkında bana kötü bir şey söylemek istiyorsun ve bunun doğru olduğundan emin değilsin. Geriye bir filtre daha kaldı. İşe yararlılık filtresi; bana arkadaşım hakkında söyleyeceğin şey benim için yararlı mı?” diye sorar. Adam şaşırarak: “Hayır! Gerçekten de değil!” deyince Sokrates’in cevabı manidar olur. “Eğer bana söyleyeceğin şey doğru, iyi ve yararlı değilse, bana niye söyleyesin ki!”
Tam da burada anlatıldığı üzere aklın gereği olan filtrelerle hareket etmek gerekir. Bu filtrelerle elde edilen doğru, iyi ve faydalı bilgi, aklın ve kalbin idrakiyle kucaklayıcı bir bilince dönüşür. Kuru bir bilgi olmaktan çıkar, ömrü inşa eder. Tam tersi söz konusu olduğunda yalan ve kötülüğün harcı karılır, hiç kimseye faydası olmayan bilginin sorumluluğu altında kalır insan. Bir girdap misali kişiyi zan, gıybet ve tecessüse sürükleyen bu bilgiler bazen kişiler vasıtasıyla gelir, bazen sosyal mecralar marifetiyle. Bu yüzden “Rabbim! (Gireceğim yere) doğruluk ve esenlik içinde girmemi sağla. (Çıkacağım yerden de) beni doğruluk ve esenlik içinde çıkar. Katından bana yardımcı bir kuvvet ver.” (İsrâ 17/80) diyerek gaflet, hata ve aldanmaya karşı zırhını kuşanmalıdır insan...
Sözün özü; bilginin kişiyi mes’ûl kılacağı unutulmamalı, malâyani sayılan iş ve uğraşılarla gönül ve zihin dünyası meşgul edilmemelidir. Ne başkasının hakkına ne de ömrümüzün hakkına girmeden, sayılı nefeslerimizin hakkını vererek hak üzere yaşamalı, Rabbimizin ayetindeki ikazına kulak verilmelidir: “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsra 17/36) Kulak duyduğundan, göz şahit olduğundan, dil söylediğinden...