Annesi ile büyümek, anne sevgisi almak, annesi tarafından eğitilmek bir çocuğun en doğal hakkıdır. Anne kucağından mahrumiyet ise belki de en büyük yoksunluklardan biridir. Normal şartlar altında gelişen bir aile örgüsünde, anne babanın onuru, çocuklarının huzurudur. Onları merhametle korumak, fedakârca büyütmek ve iyi insanlar olarak yetiştirmek ebeveynin tek arzusudur.
Anne ile çocuğu arasında daha dünyaya gelmeden başlayan ve dünyadan sonra da ahirete uzanan bir bağ vardır. Bu bağın her iki tarafı da ilginç bir şekilde birbirini tamamlar ve besler. Bin bir emekle geleceğe hazırlanan insan yavrusu için emeğini esirgemeden koşturan candır anne. Yaptığı iyiliklerin çetelesini tutmaz, karşılığını tek bir güzel sözle ve mutlu bakışla aldığı nice meşakkate sabırla katlanır. Yeter ki yavrusunun yüzü gülsün…
Anne kucağında bambaşka bir güven vardır. Annenin bağrına bastığı yavrusuna söylediği her söz, kulaktan değil, doğrudan kalpten yol bulur. Yer eder küçük yürekte. Annenin duası, ninnisi ve öğüdü çocuk için gıdadır. Sadece süt vererek doyurmaz anne bebeğini. Kucağına aldığı her seferinde sevgi ve güven vererek de doyurur, yarınlara hazırlar onu.
Anne ile büyümenin ne denli önemli olduğuna dair belki de en çarpıcı örneklerden birisi Hz. Musa’nın öyküsüdür. Annesi tarafından sandığa koyulup Nil’e bırakıldığında Firavun’un eşi tarafından bulunan Musa bebek için elbette sarayda her türlü nimet ve ikram bulunabilir. Ama Allah onu lezzetli saray mamalarından daha değerli olana, annesinin sütüne kavuşturmuştur. Kuş tüyü yataklardan daha rahat olana, annesinin kucağına vermiştir. Demek ki anne ile büyümek, sadece büyümek değil, daha ötesidir.
Çocuğun annesi ile yaşamasına engel teşkil eden bazı zaruri durumlar olabilir. Annenin vefatı, ağır hastalığı gibi haller dışında, bilhassa küçükken çocuğu anneden ayırmamak Peygamberimizin uygulamasıdır. Boşanmalarda çocukların mağdur olmaması için gayret eden Peygamberimiz, eğer tercih yapabilecek kadar büyüklerse onlara sormuş, ama küçüklerse annelerinin yanında kalmalarına hükmetmiştir.
Peygamberimizin anne ile evladını ayırana yönelik ciddi tehdidi, bir savaş sonrası esirler arasında çocuğundan ayrılmış bir anne gördüğünde dilinden dökülmüştür. Savaş ortamının acımasızlığında ahlaki ilkelerin çiğnenmesine müsaade etmeyen Peygamber Efendimiz, karşı tarafın mensubu (!) olsa bile bir anneye evlat acısı çektirmeyi yasaklamıştır. Savaşta kadınların ve çocukların öldürülmesini yasaklayan da yine o değil midir?
Gelelim bugüne,
Pek modern, çok özgürlükçü, aşırı hak savunucusu dünyamızın haline bakalım.
Gazze’de aylardır insanlık tarihinin en ağır soykırımı işlenirken öldürülen kadınlar ve çocuklar!
Onların öldürülmesine göz yuman hatta müstahak olduklarını söyleyebilecek kadar gaddarlaşan seyirciler!
Gazze’de elleriyle yavrularını toprağa veren annelerin kucakları bomboş kalıyor. Bir korkak bakış, bir son haykırış, bir sessiz yok oluş kalıyor çocukların arkasında. Anneleri çocuklarından ayıran şerefsiz eller kırılsın diye milyonlarca insan sokağa çıkarken, Gazze’de sokaklar ıssızlaşıyor.
Bizim için yine Gazzeli annelere dua etme ve tüm yüreğimizle onların yanında olduğumuzu hatırlama vakti. Bu vakit hiç geçmeyecek. Ta ki anneler ve çocukları birlikte ve huzurla başını yastığa koyana dek…