Mekke haremdi, haramdı, seçkindi, dokunulmazdı. Allah’ın yerleri ve gökleri yarattığı ilk demlerden itibaren bu böyleydi. Onu insanlar değil, Allah harem kılmıştı ve Hz. İbrahim bunu kendi çağında yeniden ilan etmiş, insanlara duyurmuştu. Sonra da o zamanlar kuş uçmaz kervan geçmez bir halde olan bu beldenin güven yurdu olması için Rabbine yalvarmıştı. Mekke’yi Allah kutsamış, beğenmiş, yüceltmişti. Orada idi Kâbe yani Beytü’l-Haram. Orası idi Mescid-i Haram.
Medine ise Peygamberimize ve muhacirlere kucak açtığında itibar kazanmış, İslam medeniyetinin yeşerdiği bereketli bahçe olmuştu. Medeniyetin köklerinde Medine vardı, Medine’nin huzuru, bilgeliği, şecaati ve inancı vardı. Resûl-i Ekrem Efendimiz, atası Hz. İbrahim gibi dualar ederek Medine’nin de dokunulmaz şehir, harem bölge olduğunu insanlara duyurmuştu.
Harem bölge bir anlamda güvenlik bölgesidir. Savaşın ve kan dökmenin, avlanmanın, ağaç kesmenin, çevreye zarar vermenin yasak olduğu emin bölgedir. Mekke ve Medine, insanlık için ideal bir barış yurdu modelidir. Hatta hac ibadeti de dövüşmeden, tartışmadan, nefsinin peşine düşmeden yaşamanın provasıdır.
Asırlar önce bir şehri dâru’s-selâm olarak ilan eden bir diğer peygamber daha vardır. Kudüs’ün harem bölge olduğunu duyuran Hz. Süleyman…
Ve bugün Kudüs…
Hareme saygısı olmayan, sınır tanımayan, kutsalın dokunulmazlık perdesini yırtan eller… Mescitleri çiğneyen postallar, evleri yakan yıkan namlular…
Hani mukaddes belde, nerde barışa adanmış sokaklar, ne zamana kadar sürecek çatışmalar?
Mekke’yi ve Medine’yi bağrına basan Müslümanlar Kudüs’ü ne zaman aynı hassasiyetle kucaklayacak?
Ama çok şükür ki dünya uyanıyor. Harem bilinci uyanıyor. Sadece bir şehrin değil, çok daha özelde her insanın dokunulmazlıklarına saygı çağrısıyla kampüsler ayaklanıyor.
Barış geç değil inşallah.