Hz. Âdem’den (a.s.) son peygamber Hz. Muhammed’e (s.a.s.) kadar Allah’ın gönderdiği vahyin ortak adı olan İslam; insanın kendisiyle, Rabbiyle, toplumla, çevreyle ve bütün varlık âlemiyle ilişkisini en ideal düzeyde belirleyen ilkeleri açıklayarak onun dünya ve ahiret huzurunu temin eden ilahi bir nizamdır. Bütün insanlar için can, mal, akıl, nesil ve din özgürlüğünü temin eden barış ve merhamet dinidir. Allah’ın son ve evrensel mesajı Kur’an-ı Kerim; dünyada huzur ve barışın en büyük teminatı olarak adaleti, temel hak ve hürriyetlerin dokunulmazlığını, iktisatta ihsan ve itkan bilinciyle çalışarak hakça paylaşmayı, çevre ve toplumla ilişkilerde şefkat ve merhameti emretmektedir. Nitekim hak ve hakikat yolunun en büyük öğretmenleri peygamberler, tevhit inancının yerleşmesi, adaletin tesisi ve güzel ahlakın yaşanması için mücadele ederek insanlığın rehberi olmuştur. Dolayısıyla, İslam’ın bütün insanlık için Allah’ın bir nimeti ve huzurun yegâne teminatı olmasının en büyük izahı ve ispatı, onun barış ve esenliğe dair ortaya koyduğu üstün ilkelerdir.
Bu manada öncelikle, müminlerin İslam’ın gayesi, barış misyonu ve insanlık için öneminin farkında olması gerekmektedir. Nitekim “Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (İslam’a) girin. Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır” (Bakara, 2/208) ayeti, İslam’a tabi olmanın evrensel ve en üst ilke olarak hep beraber barışı sahiplenip bu bilinçle Allah’a teslimiyeti emretmekte, söz konusu huzur ve esenlik iklimine zarar veren, birlik ve beraberliği zedeleyen tutum ve davranışları şeytanın adımları olarak nitelemektedir. Dolayısıyla, yeryüzünün imar ve ıslahı için gayret etmeyi hayatın ve varoluşun gayesi kabul eden müminler için iyilik ve takvada yardımlaşmak, kötülük ve düşmanlık üzere asla bir araya gelmemek düşünce ve davranışın ana ekseni olarak tebarüz etmektedir.
Tarihî süreç içerisinde İslam’ın ilkelerinin hayata rehberlik ettiği dönemlerde yeryüzü insanî değerlerle buluşmuş, huzur ve güven hayata egemen olmuştur. Nitekim miladî yedinci asırda bir cahiliye dönemi, vahyin aydınlığında asrısaadete dönüşmüş, bir asırlık bir zamanda Endülüs’ten Orta Asya’ya kadar büyük bir coğrafyada Müslümanlar, İslam’ın aydınlık yüzüyle insanlığı tanıştırmışlardır. 7. asırdan 18. asra kadar Müslümanların kurdukları medeniyetlerde ve yaşadıkları coğrafyalarda adalet, barış ve birlikte yaşamaya dair nice güzel örneklikler kayda geçmiştir. Ancak 18. yüzyıldan itibaren dünya sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel vb. açılardan köklü değişikliklere sahne olmuştur. Son iki asırlık süreçte yeryüzünde yaşananların neticesinde bugün sosyal, kültürel, siyasi ve iktisadi açılardan devasa krizlerin kuşatması altında dünyamız tarihinin en zor dönemlerinden birini yaşamaktadır. İnsanlığa huzur, barış ve refah getirme iddiasıyla denenen bütün ideolojiler ve politikalar inandırıcılığını kaybetmiş, küresel blokların toplum mühendisliği çalışmaları dünyayı felaket senaryolarına sürüklemiştir. Söz konusu kaotik süreçten ise en fazla Müslümanlar etkilenmiş, İslam coğrafyası savaşlar, işgaller, şiddet ve yoksulluk altında zor ve sıkıntılı süreçlere mahkûm edilmiştir.
Fiili, iktisadi ve kültürel açıdan müdahalelere maruz kalan İslam coğrafyasında özellikle İslam’ın ilkelerine yönelik planlı manipülasyonlar yapılmıştır. Bu bağlamda son zamanlarda İslam’ı karalamaya yönelik çabaların İslamofobi kelimesi etrafında yoğunlaştığını görmekteyiz. 11 Eylül 2001 terör olayları bahane edilerek İslam coğrafyasını hedef alan çok yönlü baskı ve saldırılarla birlikte, İslam’ı ve Müslümanları bir korku ve tehdit unsuru olarak gösterme gayesiyle küresel bir algı operasyonu başlatılmıştır.
Açıkça ifade etmek gerekir ki, bir İslam düşmanlığı projesi olan İslamofobi, ardında kirli çıkar ilişkileri ve ırkçılık barındıran ciddi bir insan hakları sorunudur. İslamofobi, İslam’ı, şiddet ve terörü besleyen bir ideolojiden ibaret göstererek bunu sun’î bir korku ile dünya kamuoyunda yaymak için çalışan hain ve karanlık bir projedir. Bu kavramı literatüre sokmaya çalışanların gerçek amacı, her durum ve şartta kültürler, toplumlar, dinler ve medeniyetler arasında kavga, sürtüşme ve çatışma ortamı oluşturarak bundan çıkar sağlamaktır.
Derin hesapların, küresel güç savaşlarının, kirli çıkar ilişkilerinin neticesi olarak kurulan ve desteklenen ve hepsi birer proje olan DEAŞ vb. terör örgütleri aynı zamanda yaptıkları insanlık dışı uygulamalarla İslamofobi endüstrisine malzeme üretmektedir. İslam’ın aydınlık yüzünü karalamaya çalışan, din kisvesi altında dini değer ve kavramları süfli emellerine alet ederek insanların temiz duygularını istismar edip onları şiddetin nesnesi ve mağduru kılan, gerçekte hepsi karanlık odakların kuklası olan terör örgütlerinin yüce dinimiz ve onun samimi müntesipleriyle hiçbir bağı yoktur. Kaldı ki, bu tür anlayış, yaklaşım ve oluşumların en büyük zararı, İslam’a ve Müslümanlara verdiği de açıktır. Diğer yandan, Müslümanların kendi aralarındaki dağınıklık, tefrika, kavga, cehalet, yoksulluk vb. durumlar, söz konusu sorunların arka planındaki psikolojik, sosyolojik, ekonomik, küresel vb. şartlar ve etkiler göz önünde bulundurulmadan İslam’a mal edilmekte, İslam karşıtlığına ve Müslümanlara karşı sistematik bir düşmanlığa dönüşen İslamofobi endüstrisinin finansörlerine malzeme olmaktadır.
Bugün, barışı esas alan, hangi dine mensup olursa olsun komşusunun hakkını gözetmeyi öğütleyen, mazlumun ve mağdurum imdadına koşmayı düstur edinen, rahmeti, merhameti ve şefkati ilişkilerde olmazsa olmaz bir hareket noktası olarak kabul eden, bir kişiyi öldürmenin bütün insanlığı öldürmek, bir kişiye de hayat vermenin bütün insanlığa hayat vermek gibi olduğunu bizlere bildiren dinimiz İslam’a yakıştırılmaya çalışılan bu olumsuz imajı bertaraf ederek oluşturulmaya çalışılan korku ve kaygıyı gidermek için Müslüman âleminin kapsamlı ve küresel boyutta çalışmalar yapması elzem hale gelmiştir.
Bu noktada bizlere düşen öncelikli görev ve sorumluluk, İslâm’ın hak ve adalet anlayışını, Hz. Peygamberin (s.a.s.) çağlar üstü örnekliğini ve üstün ahlaki vasıflarını insanlık ailesinin her bir ferdine güzel bir dille, hikmetli bir üslupla sunmak için var gücümüzle çalışmaktır. Ayrıca Müslümanlar olarak, başka dünyalardaki kaygıları ve korkuları ortadan kaldırabilmek için sorunlarımızı ilim, hikmet, bilgi ve marifetle çözerek kendi aramızda barışı, adaleti, merhamet ve şefkati sağlamak ve hakikate kasteden küresel projelerle hep beraber mücadele etmektir. Böylece yüce dinimiz İslam’ı en iyi şekilde temsil edip anlatmak ve bu husustaki yanlış ilgi ve algıları sahih bilgiyi kuşanarak bertaraf etmek, Kur’an ve sünnetin rehberliğinde yeryüzünde yeniden ma’rufun teminatı olmaktır.