“Allah Teâlâ"nın koymuş olduğu sınırlara uygun yaşayanlar ile bu sınırları ihlâl eden kimselerin durumu, bir gemiye binmiş, gemi içerisindeki yerleri kura ile belirlenmiş iki grup insanın durumuna benzer; Bunlardan bir kısmı geminin alt tarafında, bir kısmı da üst tarafında yolculuk etmeye hak kazanmıştır. Alt kattakiler (su ihtiyaçlarını karşılamak için) üsttekilerin yanına giderler. (Bir süre sonra), "(Sudan) nasibimizi almak için (geminin altından) bir delik açsak da yukarıdakileri rahatsız etmesek." derler. Eğer yukarıda bulunanlar aşağıdakilerin isteklerini yapmalarına izin verirlerse gemidekiler hep birlikte helâk olur. Fakat onlara engel olurlarsa hem onlar hem de kendileri kurtulur.” (Buhârî, Şirket, 6)
Aynı ömür, aynı gök kubbe, aynı deniz, aynı gemi... Ortak olduğumuz her iş, paylaşıma girdiğimiz her durumda bir ötekinin mesuliyetini de alırız. Keyfimce deme lüksü bir yana, sınırlarla birbirimize bağlanırız. Ne kadar ölçüyü kaçırmazsak o kadar korunmuş ve korumuş oluruz. Çünkü insan vaktini, saatini, yörüngesini şaşmadan vazifesini gören muazzam bir dengenin içinde var edilmiştir. Bu yüksek hakikati görebileceği bir donanımla hikmet deryasına gönderilmiştir. Hem iç alemini hem dış alemi seyr-ü sefer edebilecek şekilde en faziletli ve yüksek mertebede gök kubbenin altındaki konumu kendisine emanet edilmiştir. Bu incecik ayarda ve külli dengede kendini bulmak, kendini var edebilmek de insanın imtihanının başladığı yerdir.
İnsan, ölçü ve denge üzere kurulmuş bu hikmetler deryasında gemiyi selamette tutmakla mesul. Selametin sırrı ise sınırlarda. Sınırın neresi olduğunun sırrı ise emir ve yasaklarda. Gemi hepimizin...Yaşanacak hasar, gelecek zarar gemideki herkesi batıracak. Dünya böyle bir yer... Ahiretteki ayrışma ise Rahim olan Rabbimizin sonsuz merhameti. Ama dünya öyle mi? Dengeyi bozduğumuz yerde, zararı topyekûn yaşayacağız. Birbirimizi tutmadığımız yerde, hepimiz düşeceğiz. Uyarmadığımız yerde hepimiz boğulacağız. Yarar da zarar da hepimize... Çünkü aynı gemideyiz. Aynı gök kubbenin altında, aynı arzın üstündeyiz. Gün bize, güneş bize, gece bize karanlık bize.
Ben iyiyim diyebilmek için, biz iyiyiz çabasıdır bizi selamette tutacak olan. İyi olmak nimetinin mesuliyetidir iyileştirmek. Yangını söndürmediği yerde en fazla iki gün iyi kalır insan. Üçüncü gün yangın ona da ulaşır. Dünya burası. Ateş düştüğü yerde kalmaz ve ateş olmayan yerden duman tütmez. Bugün dumanı görüp ateşi fark edip mesuliyet almamak geminin akıbetinden rol çalmaktır.
Gemide açılacak bir delik, küçük bir delikten çok öte geminin ve içindekilerin akıbetidir. Hakikat şudur ki her şey hak üzere yaşar. Hakkı teslim edilmeyen her şey zayi olur. Hakkı teslim edilirse şayet gemi de deniz de vazifesini görür. Hakkı yerine koyup, hakikat zeminini kuracak ise şuur sahibi olan insandır. Geminin hakkını teslim edip, gemiye zarar vermemek ve delikler açmamak kadar, zarar verilmesine müsaade etmemek de emanet ehli olanın vazifesidir. Bunu bazen eliyle bazen diliyle bazen kalbiyle icra eder insan. Ama asl olan şudur ki, kendisinin hakkını vererek çıktığında yola başkasına da tesir eder. Kalbiyle bile düzeltemediklerine varlığıyla ilham olur. Çünkü insanın en tesirli nasihati, kendisidir.
"İnsanlardan öyleleri var ki; hayrın (önünü açan) anahtarlar gibidir ve şerrin de (önünde duran, ona engel olan) sürgüler gibidir. Kimisi de şerrin anahtarı ve hayrın sürgüsü gibidir. Yüce Allah'ın, hayrın anahtarlarını ellerine verdiği o kimselere ne mutlu! Ve ne yazık Yüce Allah'ın şerrin anahtarlarını ellerine verdiği o kimselere!" (İbn Mace, Sünnet, 19)
Bir gemi ve binlerce kapı...
Gemiyi kurtarmanın yegâne yolu, hayır kapılarını ve onu açacak anahtarları bulmak, bulmakla kalmayıp gereğini yapmak...
Ne mutlu hayrın anahtarları kendisine verilenlere ne mutlu iyileştirenlere, ne mutlu ben değil biz diyenlere...