Yaratılmışlar içinde mükemmelliğin zirvesi insanoğlu esasen sınırlı bir varlıktır. Bu sebepledir ki insan, dış dünyayı tam manasıyla kavrayamaz. Kendisine bu noktada yardımcı olabilecek başat unsur bilgidir. İnsanda söz konusu kazanımın değeri düştüğünde ortaya çıkacak bulaşıcı hastalık ise zandır. Dolayısıyla bugünkü insani ilişkilerde, kişinin kendisini ve çevresini idrak edememe problemi de aslında bu cevherin eksikliği neticesinde nüksetmektedir. Kısaca marifet diyebileceğimiz bu kazanım, bugünün insanının yitik malıdır. Hâl böyle olunca insanoğlu, kendisini ideal manada yeryüzünde konumlandıramamakta, çevresi hakkında da yeterli bilgiye sahip olmadığından kaosa kapı aralamaktadır. Müsellem bir husustur ki, bilginin kuvvet derecesi arttıkça hükmün kuvveti de doğru orantılı olarak artmaktadır. Bu çerçevede, günümüz insani ilişkilerini tayin eden ilmelyakin düzeyindeki bilgi, muhatap hakkında sisli bir havasının oluşmasına yol açabilmektedir. Fakat aynelyakin ve nihayetinde hakkalyakin bir tecrübe, karşımızdaki ile ilgili bütün istifhamları bertaraf edecek mühim bir çabadır. Bu meyanda, ötekiyle iletişimin kemal noktası zihin ve gönül birlikteliğidir. İlk aşamasını bahse konu bilginin oluşturduğu bu süreç, ideal manada vücut bulmadığında aradaki mesafeler keskinleşmekte ve gerilim artmaktadır. Genellikle toptancı anlayışın ürünü olan, farklılığı eşyanın tabiatından görmeyen, üstelik bunun külli bir insicam için gerekli olduğunun farkında olmayan bir yaklaşım, tedavi edilmediği takdirde kronikleşip yaşam kırıklarına sebebiyet verebilmektedir. Temas edilen durum her ne kadar zor zamanlarda yerini kucaklaşmaya bıraksa da bu asil eylem için krizi beklememek gerekir.
Her şeyin törpülendiği modern zamanda insanlık havzasına set çeken dirençli hastalıklardan biri bireyselleşmedir. Bu problemin kaynağına inilecek olursa, ilk fotoğrafta insanın tabiattan şuursuzca kopuşu göze çarpacaktır. Başlangıçta tabiatla olağan ilişkisi neticesinde hem kendini gerçekleştiren hem de Rabbini anlamlandıran insanoğlu, bu kopuşun ardından insan ve eşyadan uzaklaşmış, kulluk yolculuğunda da ciddi savrulmalar yaşamıştır. Böylece bireysellik uçurumuna yavaş yavaş ilerleyen insan, sadece kendini ve kendisi gibi hayata bakanları algı dünyasına konuk etmeye başlamıştır. Olası bir renk değişikliği ise gerilimin, kamplaşmanın ve kutuplaşmanın fitilini ateşlemiştir. Kişinin yerleşik alışkanlıkları, yaşadığı vasat ya da doruk deneyimler, yaşam yoksunlukları, dogmatik ön kabul ve şartlanmışlıklar, vakıadan vareste sübjektif genellemeler sözü edilen uçurum halini doğrudan tetikleyen unsurlardır. Tüm bunların sonucunda duygusal bagajımıza hâkim olan algı ise maalesef karşısındakini içinde insan olmayan ya da insanlıktan çıkmış gören iki kutuplu bir tipolojidir. Hâlbuki iletişim ve etkileşimin, dolayısıyla muhabbetin önündeki zikredilen bariyerler az bir gayretle ortadan kalktığında, tüm paslı kilitler deşifre edildiğinde hakikatin hiç de öyle olmadığının şaşkın bir yüz ifadesinde yerini bulacağı aşikârdır. Zira suretin her ne kadar mahiyete dair delalet boyutu olsa da insan içre bir yaklaşım bizlere yakini bilgi verecektir. Çünkü benzer dış şartların şekillendirdiği aynı coğrafyanın mahsulü olan insanlar özünde birbirlerine benzerler. Bu da göstermektedir ki, beşere dair arızi müktesebat izale olduğunda insani cevher tastamam tebellür etmektedir. Dolayısıyla insanı çepeçevre kuşatan zihne karargâh kurmuş vasıflar, bilgi ve hasbi bir yaklaşımla bertaraf edildiğinde mevsuf yani insan elde kalacaktır. Bu açıdan, aynı özden var edilen ve aynı sonla perdeyi kapatacak insanın geçici tezahürlere itibar etmeden yalın bir bakış açısıyla diğeriyle yekvücut olması gerekmektedir.
İnsanlar arası mesafeleri uzatan kutuplaşmada, diğerini kendi varlık alanı üzerinden tanımlama, kapalı devre haz hali, melankolik değersizlik, özgüvensizlik, sebepsiz yüzleşme korkusu ön plandadır. Fakat ideal yaşam için kutupları barizleşen bir yapıdan ziyade, dünya gibi ekvator bölgesi yaygın bir sistemin varlığı insanlığın yeryüzü huzuru için elzemdir. Bunun için de beşeri ilişkilerin ön şartı olan hüsnü zan değeri asla elden bırakılmamalıdır. Aksi takdirde kötülüğün görünmez aktörleri olan vehim, şüphe ve suizannın şer kazanını alevlendireceği izahtan varestedir. Anlam dünyamızın kandili Kur’an-ı Kerim de bu doğrultuda, zihin ve gönül arşivinden silinmeye yüz tutmuş ilişkilerdeki kötü huylu hastalıkların sevgi ve anlayışla bünyeden atılarak yeni ve sağlam başlangıçlara yelken açılması gerektiğini; “İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir” (Fussilet, 41/34) ayetiyle tescil etmiştir. Fakat iyiliği “güzel ahlak” olarak tanımlayan Hz. Peygamberin (s.a.s.), yeryüzü sakinlerine armağan ettiği adalet ve merhametin, bizim gibi düşünüp bizim gibi davranmayanlara da iyilikle yaklaşmaktan geçtiği göz önüne alındığında, bugünkü ortaya çıkan trajik tablo, ne yazık ki nebevi mirasın fütursuzca tüketildiğinin açık resmidir.
Allah hakkına doğrudan müdahale gibi hassas durumlar dışında kalan bireysel hareket alanlarında güvercin tedirginliği ile hareket edilmesi gerekirken, nobran bir tavırla hâlihazırdaki kişisel/toplu gettolar var etmeye çalışma gayreti modern insanın yaşadığı kabz psikolojisini kronikleştirmektedir. Hâl böyleyken, sekineti unutmamız neticesinde gönül rölantimizin bozulduğu, iliklerimize kadar işleyen sentetik hayatlardaki formel rollerin, gayesiz hareketlerin, bilinmedik menzilin, kıyamsız ve kıraatsiz heba edilen zamanın bizleri acımasızca kuşattığı bu devr-i fesatta belki de bizi iyi edecek en iyi ilaç bir başkasına dokunmaktır. Zira inanç, mezhep, meşrep, dünya görüşü ne olursa olsun, insanlığın önündeki suni engelleri kaldırmak her şeyden öte tarihin bize yüklediği mühim bir sorumluluktur. Dolayısıyla bizi biz yapan keskin detayların büyük fotoğrafın içerisinde müthiş bir harmoni yaratmasını temin etmeye çalışmak insanlık ailesine uzatılacak sıcak bir yardım eli olacaktır. Bu itibarla bilgi, hikmet ve marifeti merkeze alıp iyiliği hoşgörü ve samimiyetle taçlandırarak hakkında fikir ve hüküm sahibi olmadığımız ruhlara temas etmek mesafeleri kısaltıp zamanı bereketlendirecektir. Aksi takdirde kıyamet sahnesinin vurucu tasvirlerinden olan ve o dehşetli günde her biri bir tarafa uçuşan kelebekler misali insanlık da esaslı bir yörünge kaybı yaşayacak ve asıl kıyamet o zaman kopacaktır.