Ne zaman sözümüzün doğruluğunu teyit etmek istesek, “Alîm Allah” ifadesini kullanırız. Bu, her şeyi bilen Allah’ın ilminin şahitliğine başvurmak demektir. Allah biliyor ki o dediğimiz doğrudur veya dediğimizi yapacağız manasına gelir. Bu ifade dünyanın başka milletlerince kullanılıyor mu bilmiyorum. Ama ülkemiz insanının iç dünyasındaki samimiyete Rabb’inin Alîm ismini şahit gösterişi dikkate şayandır. Samimi Müslümanın, kalbinde olana ne kadar güvendiğini gösterir.
İlm kökünden isim olan “Alîm”, “zaman ve mekân kaydı olmaksızın büyük küçük, gizli aşikâr, her şeyi hakkıyla bilen” anlamına gelir. (Yüce Allah söz konusu olduğunda mübalağa, bildiğimiz anlamıyla mübalağa etmeyi -abartmayı- ifade etmez. Rabbimizi tavsif etmede lisanlarımızın kifayetsizliğini ve acizliğini ortaya koyar.) Allah’ın ilminin zaman ve mekânla sınırlı olmamasının kader inancını doğru anlamamız bakımından hayati önem taşıdığına da burada bir işaretle olsun değinmek gerekir.
Alîm İsminin Diğer İsimlerle İlişkisi
Alîm isminin Kur’an-ı Kerim’deki yaygın kullanımı içinde sıklıkla hangi isimlerle birlikte kullanıldığı da önem arz eder. Bu açıdan bakıldığında Alîm isminin en çok Hakîm ismiyle birlikte geldiğini görürüz (36 kez). Bu durum ilahi bilgi ile hikmetin yakın ilişkisini gösterir. Hikmet hem bilgi ve hükümde hem de davranışlarda sağlamlık ve isabet demektir. Hükümlerin ve davranışların isabet ve sağlamlığının ilimle alakası ise açıktır. Sonsuz şükürler olsun O’nun lütfuna ki Rabbimiz, başta peygamberler olmak üzere kullarından dilediğine ilim ve hikmet bahşetmiştir. (Yûsuf, 12/22; Kehf, 18/65; Enbiyâ, 21/74,79; Ankebût, 29/49) Alîm ismi Kur’an-ı Kerim’de 31 yerde de Semî’ (her şeyi işiten) ismiyle birlikte gelmiştir. Bu yerlerin tamamında Semî’ isminden sonra gelmesi (özellikle dinî ilimler söz konusu olduğunda) ilme ulaşmada işitmenin (naklî ilimlerin) önemini vurgular ve ilahi bilginin asıl kaynağının nakil olduğuna işaret eder.
Marifetullah ve Kendini Bilme
Sufilere göre marifetullah en yüksek ilimdir. Çünkü ilmin şerefi bilinenin şerefine bağlıdır. Bilinmişlerin en şereflisi de şüphe yok ki Allah Teâlâ’dır. Hatta onlara göre sair şeyleri bilmek de kulu Allah’a yaklaştıracak ise şerefli sayılır. Bunun dışında kalan hiçbir bilgi bu kadar şerefi haiz değildir... Fakat insanoğlu ne kadar ilim sahibi olursa olsun yine de bilemedikleri bildiklerinden çok daha fazladır. Kaldı ki bildiğini sandığı şeylerde dahi bilgisi mutlak değil yüzeyseldir. Eşyanın hakikatine nüfuz etme çabasının varıp dayanacağı yer acziyettir. Onun için marifetin sonu hayret ve dehşettir. Allah’ı en iyi tanıyan en çok hayrete düşendir. İşte bu noktada kula gereken şey kendisindeki bu sınırlı bilgiden sınırsız kemallerin sahibini sezmek, O’nun ihsanı olan öğrenme duygusunu ve hikmet arayışını ziyan etmeyip O’nun rızasına ulaştıracak yolları araştırmaktır. İlim ve hikmet yolunda ise herkes ancak takdir edilen kapasitesi izin verdiği kadar ilerleyebilir. Bu nedenle her şeyi tek başına çözmeye kalkışmamak, ilim ve hikmete ulaşma çabasında tüm insanlığın birikiminden yararlanmak gerekir.
Kişinin kendini bilmesi, bütün dinlerde kemale ulaşmanın en önemli gereklerinden biri kabul edilir. Ancak Prof. Dr. Nevzat Tarhan’a göre kendini keşfetme süreci aynı zamanda yeteneklerini de keşfetme anlamına geldiği için bir taraftan kişiye canlılık getirirken diğer taraftan da yeni sorumluluklar yüklediği için korku verir. Bilmekten korkmanın derinlerinde yatan neden bilgileri eyleme dönüştürememenin verdiği suçluluk duygusudur.
Alîm İsmine İman Etmenin Sonuçları
Rabbimizin ilminin, hikmetinin ve kudretinin sonsuzluğu herkes için farklı anlamlara gelir. Allah’ın istisnasız her şeyi biliyor olması, doğru yolda olanlar için başlarına gelen aksilikler konusunda teselli ediciyken günahkârlar, zalimler ve azgınlar için bir tehdittir. Hele de bu ismin Kur’an-ı Kerim’de hangi isimlerle birlikte geldiğine dikkat edecek olursak bu teselli ve tehdidin kuvveti daha da artar. (Bakara, 2/137; Enfâl, 8/61)
Her şeyi bilenin sadece Allah Teâlâ olduğuna iman etmek insanı şirke düşmekten, yaratılmışlarda olağanüstü yetenekler vehmedip onları tanrılaştırmaktan koruyan en önemli bilinç düzeyidir. Şirk insanların Yüce Allah hakkındaki bilgilerinin yetersizliğini kabul edip O’nun bildirdikleriyle yetinmemeleri ve O’nun hakkında zanlarına göre kanaat üretmeleri sonucudur. (En’âm, 6/100; Kehf, 18/5; Hac, 22/3; Lokmân, 31/20; Zuhruf, 43/20; Necm, 53/28) Aslında kelime-i tevhitteki “ilah” isminin yerine esma-i hüsnadan her birini koyarak Rabbimizin biricikliği hakkındaki tevhit inancımızı detaylandırabiliriz. Örneğin, “Allah’tan başka her şeyi bilen yoktur, Allah’tan başka her şeye gücü yeten yoktur, Allah’tan başka her kapıyı açan yoktur.” gibi.
Alîm, Hakîm ve Kadîr isimlerine iman eden insan içinde bulunduğu durum ne olursa olsun kendi gücünü aşan konularda onu bilen, hikmet sahibi ve her şeye gücü yeten bir zatın himayesinde olduğunu da bilir. Bazen biz kullar bu konuda diğer uca kayar ve durumumuzu düzeltmek için kendi sorumluluk alanımızda olanları da Allah’a havale ederiz. Nasıl olsa Allah (cc) her şeyi biliyor, der ve ne yapılması gerekiyorsa O’nun yapması lazımmış gibi bekleriz. Bu hataya düşmeden elimizden geleni yapıp gücümüzün üstünde kalan konularda da Allah’ın her şeyi bildiğine ve her ne yaptıysa bir hikmete mebni olduğuna inanırsak başımıza gelenlerin altında ezilmez, olaylardaki hikmeti bulup çıkarmaya odaklanırız. (bkz. “İnsanın Anlam Arayışı” Victor Frankl)
Allah’ın Alîm olduğunu bilen O’ndan bir şey gizlenemeyeceğini de bilir. Bu inancın insanın ahlaki tekâmülüne katkısına paha biçilemez. İçimizle, dışımızla her hâlimizin Allah’a malum olduğunu bilmek ve bunu hep hatırlamak bize nasıl bir iç kontrol sağlar tahmin edebilirsiniz... Asıl ahlakımızı, kimsenin olmadığı yerdeki davranışlarımızın göstereceğini söyleyen Russel W. Gough’un vurguladığı da budur. (bkz. “Karakteriniz Kaderinizdir”)
Son olarak Allah’ın her şeyi hem de bütün incelikleriyle bildiğini bilen kişi O’ndan gelen bilgiye (vahye) sırtını dönemez. Dönerse yolunu şaşırmaya, ömrünü boşa harcamaya, bir yanlıştan diğerine düşmeye mahkûmdur. Mademki her şeyin en doğrusunu Allah (cc) bilir, öyleyse O’nun her sözü benim bütün bilgi, fikir ve arzularımdan daha doğru, daha değerli ve şaşmazdır. O’nun doğru dediklerinden her uzaklaşmamda telafisi imkânsız bedeller ödemeyi göze almam gerekir.