Yeryüzünde hiç bir şey gereksiz yere bulunmadığı gibi amaçsız ve gayesiz de değildir. Varlığının bir anlamının olmasının yanında yerine getirmesi gereken önemli görev ve sorumlulukları da vardır.
Allah’ın yeryüzündeki halifesi olarak kainatın merkezinde yer alan insan, yaşadığı dünyayı imar ve ıslahtan sorumlu olmasının yanında ifsat ve tahribatın da karşısında durmak zorundadır. Sadece insan olması bu sorumluluğu üstlenmesi için yeterli bir sebeptir. İnsanın, bir hayvana dahi haksızlık yapılmasına tahammül etmemesi gerekirken insanlığın açlığa ve yokluğa mahkûm edilmesi, yerinden ve yurdundan sürülmesi, her türlü zulme maruz bırakılması karşısında sessiz kalması ve sorumsuz davranması kabul edilebilir bir durum değildir. Rengi, ırkı, dini, dünya görüşü ne olursa olsun bütün insanların hatta bütün mahlûkatın huzuru için mücadele etmek insanlığının gereğidir.
Yaratılmışların en üstünü olma konumunu muhafaza etmenin tek yolunun İslam’a tabi olmaktan geçtiğine, İslam’ın tek ve hak din olduğuna, kurtuluşun da sadece bu yola tabi olmakla mümkün olduğuna inananlar durdukları yerle beraber üzerlerindeki sorumluluğun da gereklerini düşünmek zorundadırlar. Çünkü hayat rehberimiz iki cihan güneşi Efendimiz (s.a.s.) “Ömrünüzü nerede tükettiğinizden, vücudunuzu nerede yıprattığınızdan nereden kazandığınızdan, nereye harcadığınızdan, bildiğinizle ne oranda amel ettiğinizden hesaba çekilmeden bulunduğunuz yerden ayrılamayacaksınız” buyurarak meselenin ciddiyetine dikkatlerimizi çekmektedir.
Bütün bunların idrakinde, Hz. Peygamberin rehberliğinde, yıldızlar gibi olan sahabe-i kiramın yolunda yürümeye çalışan ve yeryüzünde hak ve adaletin tesisi için mücadele etmeyi kendisine vazife addetmiş olan kimseler meselenin sadece söylem boyutunda kalamazlar. Onlar her daim görev halindedirler. Bir işi tamamlar tamamlamaz hemen diğerine koyulurlar. Onlar davalarına sevdalıdırlar. Bu aşkları hep diri tutar onları. Bir denizyıldızını daha hayata kazandırmak için yola çıkmaya hazırlanırken sahile çocuk cesetlerinin vurduğunu duymaları yüreklerini dağlamıştır. Onlar ordularının başında güçlü bir komutan olarak kaleyi kuşattıklarında dahi bir kişinin daha hidayetine vesile olabilme mücadelesindedirler. Diriltmek için düşmüşlerdir yollara. Onun için adı ne olursa olsun tüketen, yok eden, sindiren, yok sayan her türlü sistemle mücadele halindedirler.
İşte onlar insan olmanın en üstün erdemleriyle donanmış, Müslüman olmanın gereklerini kuşanmış, davasının sorumluluğuyla yollara düşmüş, yaşatmayı ve kardeşi için yaşamayı misyon edinmiş mü’minlerdir. Fırat’ın kenarındaki kuzunun derdini yüreklerinde hissederken Akdeniz sahillerine vuran Aylan bebeğe ilgisiz kalamazlardı. Medine’yi düşman tasallutundan korumaya çalışırken Gazze’yi saran Siyonist kuşatmayı görmezden gelemezlerdi. Kabe’yi dolduran putları temizlerken kalpleri işgal eden kin, nefret, haset, şirk ve isyanın her türlüsünün karşısında sorumsuz davranamazlardı.
Ey İnsan! Aslında sen, komşusu açken tok yatmaktan hayâ etmiş, iyi ve hayırlı olmanın yolunu insanlara faydalı olmak olarak görmüş, gönüllere girerek bir kardeşinin kurtuluşuna vesile olmayı bütün yeryüzüne ve üzerindekilere sahip olmaktan daha değerli saymış mazlumun rüyası ve insanlığın tek ümidisin.
Onun için ailenden hiçbir ferdi ihmal etmeden en yakın komşundan başlayarak bütün insanlara ve kâinatın her tarafına bu güzelliği taşımak üzere yola çıkmış müstesna bir kişisin. Bu sebeple etrafına gül kokusu yayan bir üslupla herkesi kucaklamalısın. İnsan olmanın, Müslüman olmanın, dava adamı olmanın özelliklerini ve güzelliklerini hayatında yaşatmalısın. Seni öldürmeye gelenler sende hayat bulmalı. Sen kâinata umut olmalısın. Her ne kadar sessizliğini birileri korkudan zannetse de sen edebinden gelen bu vakarını hep korumalısın. Gittiğin yerin rengini alan değil de gittiği yere İslam’ın eşsiz güzelliğini taşıyan olmalısın.
Ey insan! Her görevin kutsal, her bireyin de mümtaz olduğu şuuruyla hiç kimseyi ihmal etmeden insan olmanın, Müslüman olmanın güzelliklerini her gönle ulaştırmalısın. Bunu da sadece Allah rızası için yapmalısın.
Sıla-i Rahimi, Rahman’dan bir bağ bilmeli, komşuyu Allah Rasûlü’nün emaneti saymalı ve kâinatın emanetini üzerinde hissetmelisin.
Tabiatın fütursuzca tarumar edildiği, masum bir yavrunun üzerine dahi köpeklerin salındığı, şahsi hesaplar ve çıkarlar uğruna bütün değerlere savaş açıldığı, zulmün ve haksızlığın her geçen gün alan genişlettiği bu günlerde peygamberî dokunuşuna daha çok ihtiyaç vardır. Özlenensin, beklenensin, umutsun, heyecansın. Selam olsun sana Ey İnsan.