Geçmişten günümüze insanlık tarihinin en çok tartışılan konularından biri olan faiz konusu, halen de tartışılmaya devam etmektedir. Bu yazı serisinde öncelikle konunun Batı’daki ve İslam tarihindeki geçmişi, daha sonraysa fıkhi açıdan teknik yönü ele alınmaya çalışılacaktır.
Faize yaklaşım açısından Batı dünyasının 4 başlık altında ele alınması gerektiği ifade edilmektedir (Abdullah Mesud Küçükkalay, İktisadi Düşüncede Faiz); Antik Yunan dönemi, Hristiyanlığın egemen olduğu dönem, Skolastik düşüncenin egemen olduğu dönem ve İktisat biliminin ortaya çıktığı dönem.
Antik Yunan dönemine filozoflar; paranın tarafsız, verimsiz ve kısır olduğunu, doğasında kendi kendine üremenin bulunmadığını, varoluş amacının sadece değiş tokuşa aracılık etmek olduğunu ifade etmişlerdir. Buna göre paranın faizle çoğaltılması tabiatına aykırıdır. Bu döneme bakıldığında faizle ilgili en açık ifadeler Aristo’da görülmektedir. Aristo, genel olarak faizin doğal duruma aykırı olduğunu ifade etmektedir. Zira para denilen şey sadece alım satım işleminde aracılık yapmaktadır. Kendi kendine çoğalan bir şey olmadığı için faiz karşılığında çoğaltılmaya çalışılması paranın doğallığına aykırıdır. Aristo’ya göre doğal servet edinme yöntemleri tarımcılık, avcılık ve balıkçılık gibi doğal işlerdir.
Hristiyanlığın etkili olduğu dönemde faize karşı Eski Ahit’in kuralları esas alınarak olumsuz bakış devam ettirilmiştir. Kilise babalarının yorumları ve toplanan konsillerde alınan kararlar vesilesiyle başta din adamları, daha sonra da laik bireyler için faizin utanç dolu bir günah olduğu ilan edilmiştir. Bu iki dönemin ortak noktası, faizin ahlaki bir olgu olarak ele alınması ve konuyla ilgili bir kanun çıkartılmamasıdır.
Skolastik (Hristiyanlığın akılla açıklandığı) dönemde faize karşı olumsuz duruş devam ettirilmiştir. Bu dönemde Eski Ahit’in yanı sıra Yeni Ahit’ten de delillere yer verilmiş ve faiz yasağını çiğneyenler için kanun çıkartılarak cezalandırma yöntemi uygulanmaya başlanmıştır. Örneğin faiz yiyen kişinin aforoz edilmesi (dinden çıkartılma) ve bu kişilere işkence uygulanması en başta gelen yöntemlerdi. Ayrıca faiz yiyenler; hırsızlar, fuhuş yapanlar ve katillerle eş tutulmuştur. Daha sonra bununla da yetinilmemiş ve borç verdiğinde kişinin sadece bu niyeti taşıması bile (faiz almasa bile) faizcilik olarak kabul edilmiştir. Bu üç dönemin ortak özelliği, para biriktirmenin hoş karşılanmaması ve zenginliğin kötü olarak görülmesidir. Ayrıca bu üç dönemde faize karşı bu kadar olumsuz tutum takınılmasına rağmen uygulamada devam ettiği görülmüştür.
16. yüzyıldan itibaren faizin yavaş yavaş meşrulaştırılmaya başlandığı döneme bakıldığında Hristiyanlığın etkisinin zayıflamaya başladığı, ulus devletlerin kurulmaya başlandığı, reform hareketlerinin hız kazanarak Aydınlanma döneminin yaşandığı, felsefenin dağılarak çeşitli ilim dallarına (iktisat, sosyoloji, psikoloji vs.) ayrıldığı ve ilimlerde dinin yerine sadece aklın konularak temellendirmelerin yapıldığı bir süreç görülmektedir. Bu sürecin başındayken faizin gayrimeşru, sonuna gelindiğindeyse meşruluğunda bir sorun görülmeyip sadece oranın konuşulduğuna bakıldığında nasıl bir değişimin yaşandığı anlaşılacaktır. Batı toplumu önce dine bir sınır çizmiş, daha sonraysa aklı ilahlaştırarak tamamen hayatın dışına çıkartmıştır.
İktisat bilimini temellendirmeye çalışan Batılı bilim adamları, bu bilim dalının da fizik bilimleri gibi değişmez bazı kanunlara tabi olduğunu iddia etmişler ve bu yasaları oluşturmaya çalışmışlardır. Bu yasaların tek kaynağı –yukarıda da ifade edildiği gibi- akıl olmuş ve daha önceki yorumlar yavaş yavaş terk edilerek faizi meşrulaştıran söylemler geliştirmeye başlanmıştır. Bundan önceki süreçte faizin “usury” (elde edilen kesin kazanç) ve “interest” (borç vermeden dolayı oluşan kayıpların telafisi) şeklinde ikiye bölünmesi ve bazı sözleşmelerle faiz yasağının delinmeye başlamasıyla başlayan meşrulaştırma süreci artık faizin tamamen meşru kabul edildiği bir duruma evrilmiştir.
Bu dönemde faizin meşruiyeti için kullanılan belli başlı temel argümanlar şunlardır;
- Faiz, sermayenin üretimdeki hakkıdır (klasik teori).
- Faiz, sermaye sahibinin parayı tüketmeden kaçınma hakkıdır (perhiz).
- Faiz, bugünkü paranın gelecekteki paradan daha avantajlı olması ve sermaye sahibinin bu avantajdan vazgeçmesinin psikolojik ve teknik hakkıdır (acyo).
- Faiz, sermaye sahibinin tüketimini ertelemesine karşı aldığı haktır (zaman).
- Faiz, likidite tercih hakkıdır.
Bunların detaylarına daha sonraki yazılarda yer verileceğinden şimdilik genel olarak zikredilmiştir. Bir sonraki yazıda İslam tarihindeki süreci ele alınacaktır.