İktisat bilimindeki faizle ilgili teorilere bakıldığında birbirine taban tabana zıt iki görüşün bulunduğu görülmektedir. Bunlardan birisi faiz ve kârı aynı derecede gayri meşru gören sosyalizm, diğeriyse her ikisini de aynı derecede meşru gören kapitalizmdir. Daima orta yolu emreden İslam ise helal kazançtan meydana gelen kârı meşru kabul ederken faizi ise haram saymıştır. Bu noktada İslam’ın bakış açısını Bakara suresinin 275. ayeti özetlemektedir; "Allah alım satımı helâl, faizi ise haram kılmıştır."
İktisatçılar, gereksinimlerin (ihtiyaç) karşılanması için gerekli olan mal ve hizmetin elde edilmesinde “üretim faktörleri” olarak da bilinen şu kaynakların kullanıldığını ifade etmektedirler; emek (işgücü), doğal kaynaklar (toprak), sermaye (kapital) ve girişim (müteşebbis). Bu kaynaklardan emeğin karşılığında ücret, toprağın karşılığında rant, sermayenin karşılığında faiz ve girişimin karşılığında ise kârın elde edildiğini söylemektedirler. Ana akım iktisatta kabul edilen bu yaklaşıma göre, faizin meşruiyetinde bir şüphe bulunmamakla birlikte gerekçelendirme konusunda farklı yaklaşımlar ortaya konulmuştur. Şimdi bu yaklaşımlar tek tek ele alınacak ve her birisinin ardından o gerekçeyle ilgili çağdaş İslam iktisatçıları ve fıkıhçıların görüşleri/itirazları zikredilecektir.
Bu gerekçelere ve onlara verilen cevaplara geçmeden önce şunun bilinmesi gerekir ki, faizin haram kılınmasıyla ilgili ayet ve hadislerde daha çok uhrevi boyutuna dikkat çekilmiş ve faizin büyük bir günah olduğu ifade edilmiştir. Dolayısıyla faizin meşruiyetine karşı dile getireceğimiz İslam iktisatçılarının ve fıkıhçılarının cevapları çoğunlukla kendi yorumlarıdır. İnsanlık tarihi boyunca faizin toplumsal zararlara yol açtığı, Kur’an’ın indiği dönemde de durum böyle olduğu ve herkes tarafından bilindiği için detaya girilmediği söylenebilir. Ancak bu bile bir yorumdur ve faiz yasağı bununla sınırlandırılamaz. Âlimlerin yaptığı yorumlar bazı dönemler için güçlü, bazı dönemler için zayıf kalabilir. Hatta bazen tamamıyla ortadan kalkma ihtimali de bulunmaktadır. Fakat bu durum faizin haram oluşunu zayıflatmaz veya ortadan kaldırmaz. Zira bir Müslüman için Allah ve Resulünün o konuda bir söz söylemiş olması yeterlidir. (Ahzâb, 33/36) Haramlarla ilgili “hikmet” olarak nitelendirdiğimiz âlimlerin yorumları, insanların konuyu daha iyi anlayabilmesi için gösterilen değerli çabalardır. Dolayısıyla bazen o hikmetin zayıf kalması veya ortadan kalkması haramın bizzat kendisiyle ilgili olmayıp o sözü söyleyen kişinin anlayışı ve kavrayışıyla ilgilidir. Öte yandan bazı dönemlerde hikmetler kısmen veya tamamen anlaşılmayıp sonradan ortaya çıkabilir. Dolayısıyla haramlık hükmü bunlara bağlanamaz ve bütün zamanlar için geçerlidir.
- Faiz Paranın Kirasıdır
Faizle ilgili en çok dile getirilen gerekçelerden birisi kira konusudur. Buna göre, nasıl ki üretim faktörlerinden biri olan toprak veya bir sermaye malı kiraya verildiğinde karşılığında kira ödeniyorsa sermaye sahibi de parasını borç olarak verdiğinde karşılığında kira olarak faiz almayı hak eder.
İslam’a göre belli bir mal veya menfaat karşılığında kira almak caiz iken paranın kiraya verilmesi karşılığında belli bir fazlalık almak neden caiz görülmemiştir, aralarındaki temel fark nereden kaynaklanmaktadır?
Kira ve faizin karşılaştırılması konusuna üç şekilde cevap verilebilir;
- Bir malın kiraya verilmesinde aranan bazı şartlar vardır; malın tükenmeyen bir cinsten olması, kendisinin değil de menfaatinin kiraya verilmesi ve menfaatin belli olması gerekir. Paranın kiraya verilememesinin sebebi, menfaatinin değil de bizzat kendisinin tüketilmesidir. Bu ise şöyle bir soruna yol açmaktadır; örneğin kişi evini kiraya verdiğinde bu evin maddesi baki kalmakta, kiracı sadece menfaatinden yararlanmaktadır. Kira müddeti bittiğinde ev, sahibine iade edilmektedir. Evde yıpranma meydana gelmişse bile alınan kira bedeli bunu ziyadesiyle telafi etmektedir. Ancak borç olarak alınan paranın kendisi bizzat tüketilmektedir. Şayet borçlu zarar eder ve aldığı parayı kısmen veya tamamen kaybederse evde olduğu gibi elinde iade edecek bir şey bulunmamaktadır. Dolayısıyla iki olayın birbirine benzetilmesi doğru değildir.
- Kiraya verilen bir ev, araba veya makinada “kesin” bir menfaat vardır. Yani kişi o evinde oturabilir, arabasını veya makinasını kullanabilir. Ancak bu kesin menfaati (sebebi ne olursa olsun fark etmez) kendisi kullanmayıp belli bir ücretle bir başkasına devretmektedir. Parada ise kesin bir menfaat yoktur. Zira kişi, parasını bir ticari faaliyette kullandığı zaman onu kaybetme riskiyle de karşı karşıyadır. Durum böyle olunca ondan sağlayacağı menfaat “muhtemel”dir. Hâlbuki bunu faiz karşılığında borç olarak verdiğinde hiçbir riski üstlenmemekte, “kesin” bir menfaate sahip olmaktadır.
- Adalet, bir eşyanın/şeyin sorumluluk/risk ile getirisinin aynı kişide olmasını gerektirir. Bir eşyayı veya gayrimenkulü kiraya veren kişi, sorumluluk ve risklerini halen elinde tutmaktadır. Kiracının kusuru olmadan evin başına bir şey gelse (tabii afet vb.) bu gayrimenkul kiraya verenin cebinden gider. Kiracı hiçbir şey ödemez. Hâlbuki borç veren kişi, paranın sorumluluğunu da karşı tarafa yüklemektedir. Borç alan mutlaka o miktarı geri ödemek zorundadır. Borç veren kişinin, bu borç karşılığında faiz talep etmesi halinde hiçbir sorumluluğunu üstlenmediği bir şeyden faiz elde etmektedir ki bu, temel adalet esasına aykırıdır. Bu sebeple ancak iyilik amacıyla borç vermek caiz olup fazlasını talep etmek adalete aykırıdır. Fazlalık ancak ortaklık yoluyla, kayıp riskine de ortak olarak alınabilir.
Bir sonraki yazımızda faiz ile malın vadeli satışında elde edilen kârın (vade karşılığı elde edilen kâr) karşılaştırılması konusu ele alınacaktır.