Faizle ilgili tartışmalarda sıkça dile getirilen ve faizi meşrulaştırma çabalarında başvurulan genel bir gerekçe, dünyanın iktisadi sistemin değiştiği ve hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığıdır. Bilhassa modern bankacılık sisteminin ortaya çıkması ve gelişmesine binaen Batı’daki düşüncelere paralel olarak İslam dünyasında da bazı iddialar ileri sürülmüştür. Bunlar başlıca; yasaklanan asıl faizin Ed’âf-ı Mudâafe (kat kat faiz) olduğu, riba ve faiz kavramlarının aynı olmadığı, üretim ve tüketim faizlerinin farklı olduğu ve eskisinin aksine faizin fakirlerden zenginlere doğru yön değiştirdiği gibi bazı hususlardır. Bundan sonraki birkaç yazımızda bu iddialar ele alınacaktır.
3. Yasaklanan Asıl Faizin Ed’âf-ı Mudâafe (Bileşik Faiz) Olduğu
Bu görüş sahiplerine göre, Kur’an’ın yasakladığı faiz, cahiliyye döneminde uygulanan bileşik faizdir. Bu faiz türünde, ödeme vakti gelen ama ödeme gücü bulunmayan borçlu, borcunun ertelenmesini talep etmekte ve alacaklı da belli bir faiz karşılığında borcu ertelemektedir. Bu şekilde anapara katlanarak artmakta ve borçlu adeta borcunu ödeyemez hale gelmektedir. Oysa bankaların uyguladığı faiz bu kategoride değildir. Cahiliyye dönemi faizi bugün tefeciler tarafından uygulanan faiz iken bankaların uyguladığı faiz, makul bir oranda olmakta ve borçluların belini bükecek seviyede olmamaktadır. Yine bu görüş sahiplerine göre fıkıhta az faizin yasaklanmasının gerekçesi bileşik faize giden yolu kapatmaktır.
Bu görüşün gerekçeleri dikkatle incelendiğinde en azından Kur’an’ın konuyla ilgili ayetlerine açıkça aykırı düştüğü görülecektir. Zira faizle ilgili ayetlere bakıldığında bu konuda az veya çok şeklinde bir ayırım yapılmadığı görülmektedir. Örneğin Rûm suresinin 39. Ayetinde şöyle buyurulmaktadır; “İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi bir faiz, Allah katında artmaz. Ama Allah'ın hoşnutluğunu isteyerek her ne zekat verirseniz; işte bunu yapanlar sevaplarını kat kat arttıranlardır.” Ayette faizle ilgili “herhangi bir faiz” şeklinde mutlak bir ifade kullanılmıştır. Yine bir başka ayette (faiz hakkında indirilmiş son ayetler olduğunu da vurgulamış olalım) şöyle buyurulmuştur; “Eğer tövbe edecek olursanız, anaparalarınız sizindir.” (Bakara, 2/279) Ayetteki “anapara” vurgusu önemlidir. Zira herkesin rahatlıkla ve basit bir şekilde anlayacağı gibi anaparada herhangi bir fazlalık bulunmaz. Hz. Peygamber (s.a.s.) de veda hutbesinde ayetteki ifadenin benzerini kullanarak şöyle buyurmuşlardır; “Anaparalarınız sizindir. Böylece ne haksızlık etmiş, ne de haksızlığa uğramış olursunuz!”. (Ebû Dâvûd, Büyû’, 5)
Kur’an ve Sünnetten açık delillerin yanı sıra bu konuda göz ardı edilen bir hususu da dikkatlerinize sunmak istiyorum. Yüzeysel bir bakışla bankaların uyguladığı faiz ile tefecilik sistemi arasında bariz bir fark var gibi gözükse de sistem dikkatlice incelendiğinde böyle olmadığı görülecektir. Şöyle ki, Tefecinin 100.000 TL’sinin olduğunu düşünelim ve hepsini borca verdiğini varsayalım. Aldığı faiz de %100 olsun. Bu durumda parayı 200.000 TL olarak tahsil edecektir. Aynı şekilde bankanın da elinde 100.000 TL olduğunu düşünelim. Banka bunu kredi olarak verdiğinde bir başka hesaba aktarır. Yani para genellikle sistemin dışına çıkmaz. Banka bu paradan zorunlu karşılığı (%10 olsun) ayırdıktan sonra kalan parayı ikinci defa borç verir ve işlem hep böyle devam eder. Banka, kısmi rezerv sistemi sayesinde aynı parayı 100 defadan fazla borç verebilmektedir. Eğer Merkez Bankası zorunlu karşılık oranını daha düşük tutarsa borç verme sayısı daha fazla olacaktır. Halbuki tefeci tek defa borç verebiliyordu. Banka tek kişiden az alıyor gibi görünse de toplamda bütün borçlulardan aldığı miktar yüksek rakamlara çıkmaktadır.
Tefecilerin ön planda olmasının bir sebebi de, genellikle bankadan kredi almak için yeterli kriterlere sahip olmayan kişilerin kendilerinden borç alması ve başka varlıkları olmadığı için ödemelerde zorluk çekmeleri halinde borçlarının zamanla artarak devam etmesidir. Bankacılık sisteminde ise, baştan kredibilitesi sorgulanarak imkânı olanlara verildiği ve ipotek veya kefil arandığı için bireysel işlemlerde çok sıkıntı yaşanmamaktadır. Kişi borcunu ödemede sıkıntı yaşadığı anda ipotekler satılmakta veya kefile başvurularak borçlar tahsil edilebilmektedir. Böylece borçların katlanma durumu tefecilik sistemindeki gibi olmamaktadır.
Sonuç olarak, hem İslam’ın temel kaynakları açısından hem de dikkatlice bakıldığında işleyiş açısından bu görüşün doğru olmadığı ve faizi meşrulaştırmak için ileri sürülmüş bir iddia olduğu anlaşılmaktadır. Faiz haramdır ve az olmasıyla çok olması arasında bir fark bulunmamaktadır.