Hadi Biraz Oturalım, İmandan Konuşalım

Eskimek, yıpranmak ve onarılmaya muhtaç olmak eşyanın ortak kaderidir. Bindiğimiz arabamız, oturduğumuz evimiz, giydiğimiz ve kullandığımız eşyalarımız zamanla yıpranır ve bakım onarım ister.

Abone Ol

Eskiler buna tamirlemek, tamir etmek derlerdi. Tamir ömür kökünden gelir ve herhangi bir şeyin ömrünü uzatmak, kullanım süresini arttırmak demektir. Yani kendisinden istifade ettiğimiz bir şeyi tamir ettirdiğimizde onun ömrünü uzatır, ondan istifade süremizi uzatmış oluruz. Aksi takdirde yok olmaya mahkûm olacağı için istifade olanağımız da kalmaz.

İman da böyledir, zamanla iman da eskir ve yenilenme ihtiyacı duyar. Abdullah b. Amr’ın rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Allah Resûlü (sas) şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz ki içinizdeki iman, tıpkı elbisenin eskidiği gibi eskir. O yüzden Allah’tan kalplerinizdeki imanı yenilemesini isteyin.” (Hâkim, Müstedrek, 1/45). Elbette Rabbimizden imanımızı yenilemesini isteyeceğiz. Ancak bir şeyi istemeden önce, istemeye yüzümüz olması adına kendi üzerimize düşeni yapmamız gerekir. Nisa sûresi 136. âyet-i kerimede yüce Rabbimiz bu hakikati şöyle ifade etmektedir: “Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, derin bir sapıklığa düşmüş olur.”

Bizi bizden daha iyi bilen yaratanımız; “Ey iman edenler, iman edin” diyorsa ve o asla hikmetsiz bir söz söylemeyeceğine göre burada durup düşünmek gerekiyor.

Öncelikle kalbimizi sürekli yoklamak durumundayız. Zira kalp değişkenliği ifade eder. Biyolojik olarak vücudumuzda dolaşan kanı temizleyip tazeleyerek yine vücudumuza pompalamasında bu değişkenliği sağladığı gibi, imanımızın mahalli olarak kalbimiz sürekli dış etkenlere açıktır ve evirilip çevrilmektedir. Bu sebeple Allah Resûlü (sas); “Ey kalpleri evirip çeviren Rabbim! Kalbimi dinin üzere sabit kıl” diye dua etmiştir (Tirmizî, Deavât, 124).

Hayatın olabildiğince sade yaşandığı bir ortamda bile bu dua yapılmışsa, frekansların sayılamayacak kadar çoğaldığı ve beynimizi, kalbimizi yorup yıprattığı günümüzde bu duaya ne kadar muhtaç olduğumuzu varın siz düşünün.

İkincisi, tıpkı Muaz b. Cebel’in bir yolculuk esnasında Esved b. Hilal’e; “Hadi biraz oturalım da iman edelim (imandan konuşalım)” dediği gibi bir araya gelişlerimiz mümin duyarlığımızı artırmalı (Buhârî, Îman, 1). Vehen hastalığının iliklerimize kadar işlediği, meleklerin adeta semaya kovalandığı, arzla semanın irtibatının koparıldığı zamanın müminleri olarak buna da çok ihtiyacımız var.

Günahın tüm çeşitleriyle aynı anda işlendiği ve günah kelimesinin lügatlerden silindiği, imanı eskitici ve yıpratıcı ne varsa hepsinin üzerimize sökün ettiği, elimize aldığımız akıllı (!) telefonlarla akl-ı selimin, kalb-i selimin ve fıtrat-ı selimenin inkıraza uğratıldığı bir dünyada imanı diri tutma adına ya kendileriyle oturup konuştuğumuzda imanımızı tazeleyeceğimiz, mümince duruşumuzu tamir edeceğimiz dostlarımız olmalı ya da insanlar meclisimize geldiğinde onlara imandan, İslâm’dan, hikmetten konuşan dost olmalıyız. Öyle ya, insan ya altında gölgeleneceği bir çınar bulmalı ya da kendisi toplumu gölgeleyen bir çınar olmalı. Bilhassa bu kutlu vazifeyi yüklenenler olarak muhitimizde iman kök salmalı, İslâm filizlenmeli. Tıpkı bastığı yeri yeşerten Hızır misali adım attığımız yer imanla yeşermeli.

Artık toprak kaybı yerini anlam kaybına bırakmış, kutsala kafa tutmak reel âlemle birlikte sanal ve dijital âlemi de işgal etmiş durumdadır. Hal böyleyken, bilginin her çeşidi satırlara nakledilmekle birlikte, hakikat bilgisini hikmetli bir dille sadırlara nakşetme görevini ihmal edişimizi, makinaya ayırdığımız vakti makinayı yapan insana ayırmayışımızı da hep birlikte müşahede ediyoruz. Peygamber Efendimiz (sas) sahabe-i kirama sadece kitabı okumalarını, bilgiyi oradan almalarını tavsiye etmedi. Bizzat kendisi pratik hayatın içerisinde varlık göstererek kitabın bilgisini hikmetli üslubu ve tatlı diliyle gönüllere nakşetti. Kitap ve Sünnet bütünlüğü bize bunu öğretir.

Hakikatle bağını koparan kendi hakikatini de yitirir. İmanın eskirse emân azalır.  Dünya var olduğu müddetçe iman kendine mutlaka bir karargâh bulacaktır. Ama ifsadın küresel ölçekte olduğu bir vasatta bize düşen, bir ilahi lütuf olan imanımıza sahip çıkmak, eskiyen yönlerini tamir etmek ve iki yetimin yıkılmaya yüz tutmuş duvarını onarıverip karşılığında ücret istemeyen Hızır gibi ıslah için çalışarak Resûl-i Ekremin (sas) iman emanetini genç nesillerimize aktarmaktır.

O halde, el birliği ederek imanımızı daima gözden geçireceğiz, imanı en önemli gündem edineceğiz ki, evlerimizde iman mayalansın, sokaklarımız imana can suyu olsun, çarşı pazarımızda iman soluklansın, mekteplerimizde iman filizlensin, bilumum hayatın içinde iman ete kemiğe bürünsün, meyveye dursun.

Bu, gerçekleşmeyecek bir hayal değildir. Yeter ki biz işimizi iyi yapalım, ihsan şuurunu kazanalım. “Bizim uğrumuzda cihad edenler var ya, biz onları mutlaka yollarımıza ileteceğiz. Şüphesiz Allah, muhsinlerle (işini iyi yapanlarla) beraberdir.” (Ankebût, 29/69).