Hamîd ismi hamd mastarından türemiştir. Hamd “iyi ve güzel vasıflarla övmek” demektir. Zemmin zıddıdır. Bu durumda Hamîd “bütün iyilik ve güzelliklerle övülen, sayısız lütuf ve nimetlerine şükredilen” demektir. Şükür ve methin tüm unsurlarını bir araya toplayan “hamd” mastarının taşıdığı bu geniş anlamı Türkçede tam karşılayacak bir kelime bulunmamaktadır.
Hamîd, övgüye değer olduğu için övülür. İnsanların onu övüp övmemesi bu durumu değiştirmez. Rabbimizin bu ismini doğruca anlamak imanımızı selamette tutmak için çok büyük bir yardımcıdır. Çünkü önce Allah’ın varlığından şüphe duyup sonra da inkâr edenlerin pek çoğu bunu O’nun işlerine akıl erdiremedikleri ve dünyada bu kadar kötülük varsa, gücü her şeye yeten ve sonsuz iyi olan bir tanrının olamayacağına hükmettikleri için yapıyorlar. Hamîd ismi ise bize en baştan, Rabbimizin her işinin övgüye layık olduğunu, O’ndan bir eksiklik sadrolamayacağını hatırlatarak kötülük probleminde dikkatlerimizi başka bir yöne çeker. Kur’an’ın bize söylediğine göre aslında başımıza gelen aksiliklerin çoğu bizim kendi davranışlarımızın sonucudur ama biz bunu görmek istemeyiz, onun yerine suçu ya kadere ya da –haşadoğrudan Allah’a havale ederiz. (Nisâ, 4/79; Şûrâ, 42/30; Rûm, 30/41) Oysa varlık âleminde zuhura gelmiş bir şey eğer insanların kendilerine (veya birbirlerine) yaptıklarının sonucu değil de sırf Allah’ın muradı ise o şey mutlak olarak hayırdır ve Allah’a “Allah” olarak inanan herkes O’nun her işini beğenir, razı olur. Çünkü bizim şer sandığımız hayır; hayır sandığımız şer olabilir. (Bakara, 2/216) İşte tasavvufta en yüksek makamlardan biri olan hamd/rıza mertebesi de bu idrakteki bir insanın Rabb’inin bütün işlerine razı olması ve O’nu her durumda övmesi demektir. Varlıkta da yoklukta da… Nimette de kahırda da… Hamdin şükürden farkı da bu noktadadır. Hamd mertebesindeki kişi Yüce Allah’ı övmek için O’nun nimetlerinin gelmesini beklemez. O’nu Allah olduğu için över; kendisine lütfettiği için değil. Hamd, beklentisiz ve karşılıksız bir övgü olduğundan olsa gerek Efendimiz (sas) “elhamdülillah” sözünün övgülerin en faziletlisi olduğunu söylemiştir.
Aslında mahlukatın sistemindeki mükemmellik sessiz ve sözsüz bir şekilde Rabbülalemini sürekli övüp durur. Bu nizamın eşsiz mükemmelliğini ve yaratılmışların güzelliğini öven herkes de esasında Allah’ı övmektedir. Tabiattaki işleyişin bütünüyle güzel olup olmadığı tartışması da nereden baktığınıza bağlı olarak değişir. Soyu tükenmekte olan bir yırtıcının (sürüsünün en zayıf ferdi olarak geride kalan) zarif bir geyiği avlamasına üzülmek mi, sevinmek mi gerektiği sorusu İbn Arabî’nin kötülüklerin arızi olduğu teorisi ile örtüşür görünmektedir. İnsan eliyle üretilen saf kötülük ise Kur’an’ın ifadesiyle diğer insanlar tarafından giderilmelidir. (Bakara 2/251) Bu durumda evrendeki kötülüğü yükselten şey, o kötülüğü gidermekle vazifeli olan iyilerin aldırmazlığıdır.
Kur’an-ı Kerim’de Hamîd
Kur’an-ı Kerim’de hamd kavramı altmış bir yerde Allah’a nispet edilmekte olup bunların on yedisini Hamîd ismi oluşturmaktadır. Bu on yedi ayetin on tanesinde Hamîd ismi “her şeyden müstağni ve her şey kendisine muhtaç” anlamındaki Ganî ismiyle birlikte gelir. (Bakara, 2/267; Nisâ, 4/131; İbrâhîm, 14/8; Hac, 22/64; Lokmân, 31/12, 26; Fâtır, 35/15; Hadîd, 57/24; Mümtehine, 60/6; Tegâbün, 64/6) Bu durum Allah’ın başkalarının övmesiyle “Hamîd” olmadığını, aslında O’nun her şeyden müstağni olduğu gibi kullarının övgüsüne de ihtiyacı olmadığını gösterir. Kullarının isyan ve inkârı O’na bir zarar vermediği gibi onların takvası ve övgüsü de O’nun şanını yüceltmez.
Kur’an-ı Kerim’de sayısız ayette, çok çeşitli sebeplerle Allah’a hamdetmek tavsiye edilir. Hatta “Elhamdülillah de!” şeklinde Rabbimize lisanen hamdetmemizi emreden ayetler vardır. (Neml, 27/59; İsrâ, 17/111; Mü’minûn, 23/28) Buna göre hamd sadece içimizde bir hayranlık ve takdir duygusu olarak kalmamalı; övgü ve şükür ifadesi olarak lisanımıza da yansımalıdır. Muhtemeldir ki bu emir, ağzımızdan çıkanların kalbimizdekini yansıttığı gibi dilin sürekli tekrar ettiği sözlerin de düşünce ve duyguları belirlediği hakikatine mebnidir.
Elmalılı Hamdi Yazır, Fâtiha tefsirinde “elhamdülillah”ı açıklarken methetmek ile hamdetmek arasındaki ince farka dikkatlerimizi çeker ve der ki: “Hamd, methedilen şeyleri ihsan eden ve bu hususta tamamen özgür olan faili muhtara yapılır. Bu yüzden, mesela güzel bir atı methederiz ama ona hamdetmeyiz. Medih boş bir ümidin sevkiyle sırf yağcılık olabileceği hâlde hamd ve şükür daima bir gerçekliğe dayalıdır ve bu nedenle de ahlakidir. Ayrıca hamdde tazim ve takdir manaları daha barizdir. Çünkü hamdeden henüz bir nimete vasıl olmadığından hamdine başka hiçbir amaç karışmamıştır. Saf bir tazimdir. O ihsanlara erişenlerin mutluluğuna gerçek bir kardeşlik duygusuyla iştirak ve sanki kendine verilmiş gibi sevinme vardır. Bu bakımdan ‘Hamdolsun!’ diyebilen kişi gerçek bir mutluluk hissi yaşamış olur. Hamd, herkesin ermek istediği ancak pek az kimsenin erebildiği bir mertebedir.”
Hamîd Tecelli Ederse
Hamîd isminin ilk ve en önemli tecellisi her durumda Rabb’ini öven kulun rıza makamına ulaşmış olmasıdır. Bu mertebeye ulaşan kul Rabb’i ona verse de vermese de razıdır. Böyle olunca da hayat olayları karşısında tam bir sekinete/gönül huzuruna ulaşmış olur. Psikolojinin “kendiyle barışık olma” dediği bu ruh hâli aslında “Rabb’inden razı olma”nın küçük bir alt başlığıdır. Kur’an-ı Kerim’de bildirildiğine göre cennet ehli ahiretin şiddetli hâllerinden kurtulup cennete kavuştuklarında “Bizden tasayı gideren Allah’a hamdolsun!” diyeceklerdir. (Fâtır, 35/34) Dünyada hamd makamına ulaşanlar da iç dünyalarındaki bütün tasaları gidermiş, takdirle barışmış, dünyalarını cennet yapmış insanlardır. Tartışmalı olmakla beraber hamdin şükürden daha üstün bir mertebe olduğu söylenir. Çünkü şükür bir nimete karşılık yapılır; hamd ise o nimet size ulaşmasa da nimetin sahibini övmektir. Hamd kerim olanı zatından dolayı övmek iken, şükür kerim olanı kereminden dolayı övmektir. Efendimizin sıkıntılı anlarında “Elhamdü lillahi alâ külli hâl (Her hâlükârda Allah’a hamd olsun.)” demesi bu durumu teyit eder.
Hamîd ismiyle ahlaklanmak isteyen kişi, zatında bütün övülen davranışları toplamaya gayret edeceği gibi başkalarında gördüğü meziyetleri takdir etmede de cimrilik yapmaz. Çünkü bu isim övülen anlamına geldiği kadar öven anlamına da gelmektedir. İyiliklerin artmasının en etkin yollarından biri de iyiliğin yüceltilerek öne çıkarılması ve iyilerin övülüp takdir edilmesidir. İnsanlar içinde bu ismin en yüksek düzeyde tecelli ettiği kişi Hz. Muhammed’dir. Zaten “Muhammed” ismi de sayısız güzel niteliği nedeniyle çok çok övülen demektir. Efendimize vaat edilen “Makam-ı mahmud” övülen makam, onun sancağının adı olan “livau’l-hamd” da övgü sancağı demektir. Kısaca Efendimiz (sas), isim ve sıfatlarıyla, ahlak ve makamıyla âdeta hamd mertebesinin insanlık âlemindeki mücessem hâli gibidir.