Selâm ne demektir?
Sözlükte “her türlü bedenî ve ruhi hastalıklardan, eksiklik ve kusurdan uzak; selamette, barış ve esenlik içinde olma” anlamında kullanılır. Allah’a nispet edildiğinde “akla gelebilecek bütün eksikliklerden münezzeh olan; yaratılmışlar gibi hâlden hâle girip değişmeyen, bir gün gelip yok olma ihtimali olmayan; aksine bütün kapsamıyla selametin kaynağı olup dünya ve ahirette esenlik veren” şeklinde açıklanır. Mastar kalıbındaki bu kelimenin Allah Teâlâ’ya isim olması “tam anlamıyla selamet içinde olmak ve selamet vermek” denince Allah’ın akla geleceğini; O’ndan başkasının bu güce sahip olmadığını; insan hayatının en büyük erekleri olan huzurun; barış ve kurtuluşun eşsiz ve sınırsız kaynağının sadece O olduğunu gösterir. Kendimizi en çok selamette hissettiğimiz zamanlarda bile içimizden/dışımızdan hastalıklar, sosyal krizler gibi nice tehlikenin biz hiç farkında bile değilken sinsice yaklaşıyor olabileceğini düşünürsek tam anlamıyla selamette olanın bir tek “O” olduğunu daha iyi anlarız.
Bu ismin içeriği iki temel konuya işaret etmektedir: Allah Teâlâ’nın her tür noksanlıktan münezzeh oluşu ve selametin kaynağı oluşu. Bu vasıflardan birincisi “Kuddûs”; ikincisi de “Mümin” isimleriyle yakın anlamlıdır. Elmalılı’ya göre bu nedenle “Selâm” ismi Kur’an-ı Kerim’de Allah Teâlâ’yı nitelediği tek yerde (Haşr, 59/23) bu iki ismin arasında zikredilmiştir.
Kur’an-ı Kerim’de Selâm
Kur’an-ı Kerim’de “s-l-m” kökünden gelen kelimeler 140 yerde geçer. Bu kelimeler çoğunlukla “dünyada başarı; ahirette kurtuluş” anlamlarında kullanılmıştır. Bu meyanda “Selâm” isminin tecellisi doğumdan ölüme, oradan da dirilişe kadar sürer. (Meryem, 19/15, 33) Dünya hayatında selam ve selamet Allah’tan gelen hidayete tabi olanadır. (Tâhâ, 20/47) Allah bütün peygamberlerine selam etmiş; onlar için (Sâffât suresinde müteaddit ayetlerde) selamet dilemiştir. Tufandan sonra Hz. Nuh’un gemisinden selamet dileğiyle inilmiş (Hûd, 11/48); ateşe Hz. İbrahim için selamet olması emredilmiştir. (Enbiyâ, 21/69) Evlerimize her girişimizde bolluk, bereket ve esenlik dileği olarak selam vermemiz emredilmiş (Nûr, 24/61); “Selâm” ismiyle selamlaşmak Müslümanlık alameti sayılmış (Nisâ, 4/94); boş işlerle uğraşanlar ya da etrafına sataşanlarla karşılaşıldığında selamet dileyip uzaklaşmamız istenmiştir. (Kasas, 28/55; Furkân, 25/63) Allah’tan bir lütuf olarak Kadir Gecesi, ta sabaha kadar yeryüzüne selam ve selamet gönderilen bir gecedir. (Kadir, 97/5) Melekler iyilerin canlarını onlara selam vererek alırlar. (Nahl, 16/32; Ahzâb, 33/44) Cennet selam yurdudur (En’âm, 6/127) ve bu selamete ancak sabırlı kullar erişecektir. (Ra’d, 13/24; Furkân, 25/75) Cennete selamet içinde girilecek (Hicr, 15/46; Kâf, 50/34); Allah cennetliklere “selam” verecek (Yâsîn, 36/58) ve onlar da birbirleriyle “selam” ismiyle selamlaşacaklardır. (Yûnus, 10/10; İbrâhîm, 14/23) Huzur ve barış ifadesi olan selam cennetin her tarafında devamlı duyulan bir söz olacaktır. (Meryem, 19/62; Vâkıa, 56/26) Kur’an bize kıyamet gününde “kalbiselim” dışında hiçbir şeyin fayda vermeyeceğini söyler. (Şuarâ, 26/89)
Kuşeyrî’ye göre selim kalp; temiz, sağlam, kin ve nefretten arınmış kalp anlamındadır. Bu da kalbi yalnız Allah’a teslim etmekle; şirkten, kinden, günahların pisliklerinden ve Allah’a muhalefet etme duygusundan kurtulmakla ulaşılacak bir mertebedir. Selim kalp kin, hıyanet, kötü niyet ve hasedin bulunmadığı bir ruhi ve ahlaki yapı demek olup buna sahip bulunan kimse bütün Müslümanlara karşı iyi niyet besler. Gazzâlî, kişinin selim kalple Rabb’ine kavuşabilmesi için fikrî yeteneklerinin ters yüz olmamasının şart olduğunu belirtir, bunun da ancak aklın daima nefse hâkim kılınmasıyla gerçekleşebileceğini söyler.
“Selâm” ismiyle aynı kökten türemiş olan “İslam” Allah’a kayıtsız şartsız teslimiyeti ve O’na boyun eğmeyi ifade eder. (Hucurât, 49/17) Aynı zamanda silm (barış) ve selamet (kurtuluş) anlamlarını da içeren İslam, bu durumda “dünyada barış, ahirette kurtuluş vadeden bir teslimiyet yolu” olarak tanımlanabilir. Bu açıdan bakıldığında “Selâm” isminin en büyük tecellisi “İslam” olmaktadır. Yine bu kökten türeyen “teslimiyet” kavramı da Allah’ın dini olan İslam’ın özünü oluşturan manalardandır. Pek çok ayette Allah’a tam bir teslimiyetle teslim olmak emredilmiş (Nisâ, 4/65; En’âm, 6/14; Hac, 22/34; Mü’min, 40/66; Ahzâb, 33/56; Zümer, 39/54); en güzel dindarlığa ancak teslimiyetle ulaşılabileceği (Nisâ, 4/125); cennete de ancak kendini Allah’a teslim edenlerin gidebileceği (Bakara, 2/112) bildirilmiştir. Kâinat bütünüyle Allah’a teslim olmuştur ve selamet bulmak da ancak teslimiyet göstermekle mümkündür. (Âl-i İmrân, 3/83)
Selâm İsmi Tecelli Ederse
“Müslüman” kelimesi de “Selâm” ismiyle aynı kökten gelir ve hem kötülüklerden uzak durup Allah’a teslimiyeti hem de bunların neticesi olarak selamete ulaşmış olmayı ifade eder. Böylece Allah’ın “Selâm” isminin tecelli ettiği Müslüman, Efendimizin tanımlamasıyla “elinden ve dilinden insanların selamette olduğu (hiç kimseye, hiçbir yolla zarar vermeyen)” kimsedir.
Peygamberimizin talimiyle namazdan çıkış selamının ardından okunan ve “Allahümme ente’s-selâm ve minke’s-selâm” diye başlayan tazim ifadesinde selam, hem Allah’ın ismi olarak zikredilmekte hem de selametin O’ndan geldiği belirtilmektedir. Bu uygulama, namazın selamete ulaşma vasıtası olduğunu gösterir.
Toplumsal dirliğin korunması için insanlar arasında sevgi, güven ve huzurun yaygınlaşması şarttır. Kişisel ve toplumsal başarılar da ancak böylesi huzur ortamlarında gelişme imkânı bulur.
Selâm isminin tecellisi olan bu ortamın temini ve devamı için Efendimiz (sas) Rabbimizin bu ismiyle birbirimize dua etmek demek olan selamlaşmaya özen göstermemizi emretmiştir. Birbirimize Allah’ın Selâm ismiyle selam verdiğimizde bu ismin kapsadığı tüm iyilikleri muhatabımız için Allah’tan dilemiş, ona dua etmiş oluruz.
Bu ism-i şerifin tecelli ettiği insan çevresine barış ve esenlik getiren, etrafına huzur yayan bir kişi olur. Hiç kimse ondan en ufak bir zarar görmez. İnatçıların verdiği sıkıntılara karşı sabırlıdır. Gafillerle tartışmaz, cahillerle manasız mücadelelere girmez. İnsan haysiyetine aykırı her türlü süfli davranıştan uzak durur. Şaibelerden uzak, vakur, izzet ve şeref sahibi örnek bir kişilik olarak yaşar. Varlığın özünde var olan ahenk ve düzenle bütünleşmiştir. Böyle bir insan bütün nesneler ve olaylarla huzur veren bir birliktelik yakalamış, selamete ermiş, kendisi huzur bulmuş ve etrafına huzur vermiş bir insandır