Ey iman edenler! Bir topluluk diğer bir toplulukla alay etmesin; zira onlar kendilerinden daha iyi olabilirler. Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler; çünkü alay edilenler edenlerden daha iyi olabilirler. Biriniz diğerinizi aşağılamayın, birbirinize kötü ad takmayın. İman ettikten sonra fâsıklıkla anılmak ne kötüdür! Günahlarına tövbe etmeyenler yok mu, işte zalimler onlardır. (Hucurat, 11)
Dil insanı vezir de edebilir, rezil de. Marifet; ağzımızdan Rabbimizin razı olmadığı bir söz çıkmadan yaşayabilmektir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) bir defasında: “Allah’ın içi dışından, dışı içinden gözüken köşkleri vardır.” buyurur. Bir bedevi: “Onlar kimin içindir ya Rasulullah?” diye sorunca da: “Güzel konuşan, yemek yediren, oruca devam eden ve insanlar uykudayken gece namaz kılan kimseler içindir.” cevabını verir.
Güzel konuşan yani ağzından yalan, gıybet, lanet, hakaret çıkmayan, boş konuşmayan kimseler için hazırlanmış köşkler.
İkinci olarak yemek yediren yani fakiri, yetimi, yoksulu, muhtacı düşünen, onların ihtiyacını görmek için çaba gösteren insanlar sayılıyor.
Serveti yığmak, parayı hesapta bekletmek ve kabarık hesaplarla sevinip övünmek değil Allah katında kıymetli olan. Rabbimizin katında kıymetlenen mal; fakir, yetim, yoksul ve muhtaçlarla paylaşılan maldır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu iki husustan sonra, iki madde de ibadetle ilgili konu zikreder: “Oruç tutmaya devam eden ve gece namazı kılan kimseler. Ramazan ayının dışında da oruç tutmayı adet haline getiren kardeşlerimiz ne güzel yapıyorlar. Gücü yeten, hastalığı olmayan mü’minlerin böyle bir hassasiyetinin ve gayretinin olmasını da övüyor Peygamber Efendimiz (s.a.v.). Hadis-i şerifte son olarak gece uykusunu bölüp namaz kılanlardan bahsediyor. Rabbimiz muttakileri anlatırken “Geceleri az uyurlar, seherlerde istiğfar ederler.” (Zariyat, 17-18) buyurur.
Elimizin kirine, gönlümüzün pasına bakmadan çok dua etmeliyiz. Çünkü sığınacağımız başka bir sığınak; çalabileceğimiz başka bir kapı yoktur, Rabbimizin rahmet kapısından başka.
Arz ettiğim Hadis-i şerifte üzerinde durmak istediğim husus, dillerimize sahip çıkmamız gerektiğidir. Bütün samimiyetimizle, “Rabbim, dilimle yalan, gıybet söylemektense lâl olayım ama bunları söylemeyeyim.” diyebilmeliyiz. Çünkü bile bile yalan söylemek, dilimizin lâl olmasından daha kötüdür.
Cenab-ı Hakk Hucurat Suresinde; Müslüman toplumun huzur, selamet ve afiyet içerisinde yaşamasının yollarını gösterir: Birbirinizle alay etmeyin; birbirinizi küçük görmeyin; soy-sopunuzla övünüp üstünlük taslamayın. En büyük şeref ve izzet Müslüman olmaktadır.
Sur’a üflendiği zaman insanlar arasında mezhep, meşrep, soy-sop, ırk, renk ayrımı yapılmaz. Kişinin atasının, babasının, dedesinin; âlim, hoca olmasının kişiye bir yararı olmaz.
“Ben seyyidim” diye övünenlere rastlıyoruz. Hâlbuki bu insana daha çok sorumluluk yükler. Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminden ismi/künyesi zikredilerek bahsedilen tek müşrik vardır. O da Peygamber Efendimiz (a.s.)’ın amcası Ebu Leheb’tir. Mesaj gayet açıktır: İmanınız, takvanız olmazsa soyunuz, ırkınız, nesebiniz size fayda vermez.
“Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının; çünkü bazı zanlar günahtır. Gizlilikleri araştırmayın, birbirinizin gıybetini yapmayın; herhangi biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Bundan tiksinirsiniz! Allah’a itaatsizlikten de sakının. Allah tövbeleri çokça kabul etmektedir, merhameti sonsuzdur.” (Hucurat, 12)
Müslüman hüsnü zan etmelidir. Yani iyi düşünmeli, güzel yorumlamalıdır. Hüsnü zan eden insan isabet etmese bile ecir ve mükâfat alır. Bir hocamızın anlatımıyla misal vereyim: Karşıdan elinde poşetle gelen bir kişi görseniz ve yürüdükçe sallanan poşetten gelen şişe sesleri üzerine; “Ailesine akşamı zehir edecek. Alkol şişelerini doldurmuş götürüyor” diye düşünseniz, tahmininizde isabet bile etseniz, yani adamın elindeki poşet alkol şişeleriyle dolu olsa, günahkâr olursunuz, günahkâr oluruz. Çünkü su-i zan ettik, kötü düşündük. Bunun tam tersi olsa; şişe seslerinin kulağımıza gelmesi üzerine: “Ne güzel bir insan! Gün boyu çalışmış yorulmuş. Akşam evine giderken çocuklarının sütünü ihmal etmemiş” deseniz; isabet etmeseniz bile sevap alırsınız, alırız. Çünkü hüsnü zan ettik, güzel düşündük ve yorumladık. Özellikle insanların iffet ve namuslarını yaralayacak haberlerle ilgili çok dikkatli ve titiz olmalıyız. Bir delil ve şahit olmaksızın: “O, bunu yapmıştır” gibi cümleler, Allah korusun, bizim ahiretimizi karartabilir.
Biz, Müslüman kardeşlerimiz hakkında güzel düşünmekle sorumluyuz, gizliliklerini araştırmak ya da merak etmek bize yakışmaz. Ayet-i kerimede: “Birbiriniz hakkında casusluk yapmayın, gizli sırlarınızı araştırmayın.” buyruluyor. “Nereye gitti, nereden geldi, kiminle görüştü, ne konuştu…” gibi soruların peşine düşmemek gerekiyor.
“Kulis bilgisi” diye bir tabir kullanılıyor. Büyük bölümü dedikodudan ibaret aslı olmayan bilgiler. Hâlbuki insanın ağzından çıkan her sözün hesabı vardır: “Kişinin her bir sözünün yanında hazır bir gözetleyici, bir kaydedici mutlaka vardır.” (Kaf, 18) Yalan bir haberi söyleyen, yazan, paylaşan, yayan, beğenen herkes vebale ortak olur.
Hz. Ömer’le ile ilgili şöyle bir hadiste anlatılır: Halifeliği döneminde bazı geceler kontrol amaçlı sokaklarda gezermiş. Bir evin önünden geçerken evin arkasındaki bahçeden müzik sesi geldiğini duymuş ve habersizce bahçe duvarından atlayarak şarap içmekte olan kişiyi sofa başında yakalamış: “Allah'ın düşmanı seni yakaladım” deyince ev sahibi: “Ben şarap içmekle bir hata yaptım ama sen üç hata yaptın ey halife!” deyince Hz. Ömer duraklamış ve hangi hataları yaptığını sormuş. Ev sahibi: “Allah (c.c.): “Gizlilikleri araştırmayın!” (Hucurat, 12) buyuruyor sen araştırdın: ‘Ev sahibinden izin almadan ve selam vermeden evlere girmeyin!’ (Nur, 27) buyuruyor, sen girdin. ‘Kapılar dururken başka taraftan evlere girmeyin!” (Bakara, 189) buyuruyor sen buna da uymadın.” deyince Hz. Ömer (r.a.), adama hak verip özür dilemiş.
Bizim vazifemiz başkalarının günahlarını takip edip deşifre etmek değil, bilakis ayıpları örtmek ve yayılmaması için çaba göstermektir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.); “Bir Müslümanın ayıplarını örtenin Allah da kıyamet günü ayıplarını örterim.” (Müslim, Birr, 72) buyurmaktadır. Kimi televizyon program ve filmlerinde, dizilerinde; toplumda binde bir değil milyonda bir bile görülmeyen çirkinlikler işlenmek, anlatılmak suretiyle meşrulaştırılıyor, sıradanlaştırılıyor maalesef.
Misal olsun diye söylüyorum: Yaşadığınız çevrede kardeşinin eşiyle kaçan kaç insan rastladınız? Binde bir gözüküyor mu? Yüz binde bir gözüküyor mu? Hasta ruhlu insanlar her devirde ve her toplum da çıkabilir. Ama siz bunu alıp en çok izlenen televizyon kanallarından birinde ve en çok izlenen saatte dizi, film olarak yayınlarsanız anormal olan normalleşmeye ve sıradanlaşmaya başlar. Eşine şiddet uygulayan koca haberleri sıkça gösterildikçe şiddet arttı mı azaldı mı bakmak lazım.
Ekranlarda birbirini öldürmekten zevk alan insanların gösterildiği filmler yayınlanacak; çocuklarınızın oynadıkları bilgisayar oyunlarında adam öldürerek puan toplayacak sonra da merhamet toplumu neden olamıyoruz diyeceğiz!
Rabbimiz çirkinliklerin yayılmasını arzu edenler haklarında şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz ki inananlar arasında çirkinliğin yayılmasını arzulayanlar için dünyada da ahirette de elem verici bir azap vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Nur, 19)
Müslüman başkalarının ayıbını konuşmanın büyük bir ayıp olduğunu bilir. Onu konuşmanın kendisine, meclisine, sohbet ortamında yakışmadığının farkındadır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.); “Kişiye her duyduğunu söylemesi yalan olarak yeter.” buyuruyorlar. Buna fevkalade dikkat edeceğiz. Birbirimizin gizliliklerini araştırmadığımız gibi dedikodusunu da yapmayacağız.
Şeytan elinde bal tasıyla geziyormuş derler. “Ne yapıyorsun?” diye soranlara: “Bu balı gıybet edenlerin ağzına sürüyorum, yedikçe tatlanıyor.” cevabını vermiş. İki kişi bir araya gelince üçüncü bir kişinin dedikodusunu yapmadan kalkmıyorsak o meclisimiz rahmete layık meclis olmaz. Hepimiz Ayet-i kerimede Rabbimizin gıybet etmeyi: “Ölmüş kardeşimizin etini yemek” şeklinde nitelendirdiğini biliyoruz. Cenab-ı Hak bu benzetmeyi yaptıktan sonra “Tiksindiniz değil mi?” buyuruyor. Öyleyse hemen tövbe etmeli: “Çünkü Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhametlidir.” (Hucurat, 12)
Huzurumuzun esaslarından biri de hasetten uzak durmaktır. Hz. Peygamber (s.a.v.): “Birbirinizden nefret etmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah'ın kulları kardeş olun.” (Buhari, Edep, 62)
Demek ki, kardeşliğe zarar veren hususlardan bir tanesi de hasret etmektir. Allah (c.c.) herkesi farklı şekillerde sınayabilir. Kimisine mal verir, sınar; kimisine makam verir. Kimisine de vermez, sınar. Bende yoksa onda da olmasın; onda varsa ben de neden olmasın gibi düşünceler hasettir. Efendimizin (a.s.)’ın ifadesiyle: “Haset ateşin odunu yakıp yediği gibi, iyiliklerimizi yer bitirir.” (Ebu Davut, Edep, 44)
Yine Hz. Peygamber (s.a.v.): “Sizden önceki ümmetlere sirayet eden hastalık size de sirayet etti. Bu hastalık haset etmek ve kin beslemektir. Bunlar tıraş eder, kökünden kazır. Dikkat edin tıraş eder, kazır derken saçı kastetmiyorum. Dini kazır. (usturanın saçı kazdığı gibi.)” (Tirmizi, Sıfatu’l - Kıyame, 57) buyurdu.
Rabbimiz, Felak suresinde kendisine sığınmamız gereken tehlikeleri sayarken haset eden kimseyi de sayıyor: “Hasret ettiği zaman hasetçinin (kıskancın) şerrinden sabahın Rabbine sığınırım” (Felak, 5)
Hasedin gönülden sökülüp atılmasının insanı nasıl yükseltebileceğini gösteren şu rivayet oldukça dikkat çekicidir: Resulullah (s.a.v.) bir gün ashabıyla otururken: “Şimdi yanınıza cennetlik (özellikleri olan) bir adam gelecek” buyurdu. Sonra ensardan bir adam geldi. Bu olayın aynısını daha sonraki günlerde iki defa daha yaşandı. Abdullah B. Amr (r.a.) cennetlik özellikli olan bu adamı tanımak için bir bahane bularak evine misafir oldu. Ve yanında 3 gün kaldı. Farz ibadetlerin dışında fazla bir şey göremeyince adama durumu anlattım ve ne özelliği olduğunu öğrenmek için bir bahaneyle kendisine misafir olduğunu anlattı. O sahabi; “Ben kalbimde hiçbir Müslümana karşı kin tutmam ve Allah'ın kendisine verdiklerinden dolayı kimseye haset etmem.” dedi. Bunun üzerine Abdullah b. Amr (r.a.): “İşte bizim yapamadığımız ve seni yücelten bu” dedi. (Ahmed b. Hanbel, el- Müsned, 3/66)
“Kişi güzel ahlakıyla gündüz oruç tutup gece namaz kılan kimselerin derecesine ulaşır.” (Ebu Davud, Edeb, 7) Hadisi şerifteki müjdeye ulaşmak için güzel ahlak sahibi olmak, onun için de kinden ve hasetten kurtulmak gerekir.
Haset insanı perişan eder. Allah Teala, Adem (a.s.)’ı topraktan yaratıp meleklerden ve iblisten ona secde etmelerini isteyince (Bakara, 34; A’raf, 11) iblis direndi. Adem (a.s.)’ı kıskandı. Bu hasedi onun cennetten kovulmasına sebep oldu. Haset kibre, kibir ucba yani kendini beğenmeye ve Adem (a.s.)’ı küçük görmeye sevk etmişti.
Yusuf (a.s.)’ın kardeşleri Yusuf’u kıskandılar. Bir araya gelerek onu kuyuya yani ölüme terk ettiler.
Haset insanı katil yapar, cinayet işlettirir.
Habil’in kurbanı kabul edildi, Kabil’in kurbanı kabul edilmedi. Kabil, Habil’i kıskandı ve öldürdü. Yeryüzündeki ilk cinayeti işledi. Kıyamete kadar işlenen cinayetlerin günahından kendisine pay ayrılan Kabil’in katil olmasına hasedi/kıskançlığı sebep olmuştu. (Buhari, Enbiya, 1)
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in hasedin iyilikleri yiyip tüketeceği ifadesinin ne anlama geldiği böylece anlaşılmış oldu.
İnsanlar birbirlerine haset etmedikleri, kıskanmadıkları sürece iyilik üzerine yaşamaya devam ederler. Haset bir kalp hastalığıdır. Kalbi bu hastalıktan kurtarmak için emek vermek gerekir. Haset gibi gurur, kibir, enaniyet hepsi kalp hastalığıdır. Kalp hastalıklarının tedavisi zikirdir, vahiydir. “Kalpler ancak Allah’ı anarak huzura kavuşur.” (Ra’d, 28) Onun için kalbi boş bırakmamak gerekir. İman edenlerin en kuvvetli sevgisi, Allah Teâla’ya olan sevgidir. (Bakara, 166) Sevginin alameti ise, O’nu zikretmek, O’na ibadet etmek, O’nun indirdiği kitabın ahlakıyla ahlaklanmak ve O’nun seçtiği resule tabi olmaktır.