Ebu Hureyre (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Ben size herhangi bir şeyi emredip yasaklamadığım sürece beni kendi halime bırakınız. Sizden önceki ümmetleri çok soru sormaları ve peygamberlerine karşı münakaşa etmeleri helak etmiştir. Size herhangi bir şeyi yasakladığım zaman ondan kesinlikle kaçınınız, bir şeyi emrettiğimde de onu gücünüz yettiğince yerine getiriniz” (Buhari,İtisam 2, Müslim, Hac 412).
Peygamberlerin gönderiliş amacı, içinde yaşadıkları toplumun dezenformasyona uğramış hallerini düzeltmeye çalışmaktır. Dünyaya gönderiliş amaçlarını unutmuş, inanç noktasında zafiyetler yaşamaya başlamış her ümmete peygamberler gönderilmiştir. Peygamberler bizi, yaratıldığımız ilk günkü saflığımızı korumaya teşvik etmektedirler. Allah’tan aldıkları vahyi insanlığın doğru yolu ve hidayeti bulması için tebliğ etmişlerdir.
Bu hadiste, Allah’ın resulü (s.a.v.) emir ve yasak çizgilerine uyulması gerektiğini bizlere hatırlatmaktadır. Hakkında herhangi bir açıklamanın yapılmadığı konularda da çokça soru sorup içinden çıkılmaz bir sonuçtan uzak durmamız gerektiğini hatırlatmaktadır. Yaşantısı ve söylemleri ile tek amacı bizlere doğru yolu hatırlatmak olan Hz. Peygamber (s.a.v.)’e itaat etmenin, inananlar için bağlayıcılığı Kuran’da bir ayette şöyle zikredilmektedir: “Kim Resule itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!” (Nisa, 4;80).
Hz. Muhammed (s.a.v.)’in son peygamber olduğunu ve O’ndan sonra herhangi bir peygamberin gelmeyeceğine inandığımıza göre, bizlere miras olarak bıraktığı Kuran’ı Kerim ve örnek bir yaşam olan sünnetini iyi anlamalıyız. Bu gün kendisi aramızda olmadığına göre, hayatı ve yapmak istediklerini siyer kitaplarından, hadis eserlerinden okuyarak anlamaya çalışıyoruz. Hayatını ümmetine adamış, kendisi için hiçbir talepte bulunmamış bir peygamberin örnekliğini Kuran bizlere hatırlatmaktadır: “İçinizden Allah’ın lütfuna ve ahiret gününe umut bağlayanlar, Allah’ı çokça ananlar için hiç şüphe yok ki, Resulullah’ta güzel bir örneklik vardır” (Ahzab, 33;21).
Kendisine sunulan dünyalık imkanların hiçbirisini davasına tercih etmemiş olan bir Peygamberin ümmeti olan bizlerin durumu nasıldır acaba? Hz. Peygamber (s.a.v.)’in emir ve tavsiyeleri hayatımızda ne kadar kendisine yer bulabiliyor? Allah rızası ve dünya gibi iki tercih arasında kaldığımızda hangisini tercih ediyoruz? Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bizden talepte bulunduğu konuların tamamı bizim kendi iyiliğimiz içindir. Bir anlık dünyalık zevk ve sefanın yerine ebedi olan ahiret mutluluğunu bizlere tavsiye ediyor. Ebedi bir mutluluğu, kısa ve geçici mutluluklara feda etmememiz için var gücü ile bizleri teşvik etmektedir.
Allah (c.c.)’nun sevgisine kavuşmak ve rızasına nail olmak, Hz. Peygamber (s.a.v.)’ tabi olmaktan geçiyor: “De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir” (Ali İmran, 3;31). Tercihlerimizi yaparken bu ayetleri ve hadisleri göz önünde bulundurarak yapmamızda yarar vardır. Nefsimizin ve arzularımızın bizleri yönlendirdiği yollar, anlık olarak bizlere daha cazip gelebilir. Fakat bizlere cazibe olarak görülen bu yolların tamamını Hz. Muhammed (s.a.v.) bizzat imkanı olduğu halde elinin tersi ile reddetmiştir. O, sadece Allah’ın rızasına talip olmuştur.
İçinde yaşadığımız zamanın yönlendirmesi ile değil de bizlere miras olarak kalan, Kuran ve sünnet ile yolumuzu aydınlatmamız lazım. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in emir ve yasaklarına riayet ederek tam bağlılığımızı gösterebiliriz. O’na olan itaatimiz ise bizleri Allah’ın sevgisine ulaştıracaktır. Allah’ın sevgisi ise, dünyada benzeri ve karşılığı olmayan bir sevgidir. Gücümüz yettiğince, iyilik ve doğruluk yolunun yolcuları olmalıyız. Allah (c.c.)’a layık kul, Resulüne de layık ümmet olabilmenin yolu resulünün hayatını okuyup, anlayıp uygulamaya çalışmaktır. İnsanlığa rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed’e salat ve selam olsun...