Batı’da iktisat biliminin bağımsız bir ilim dalı olarak kabul edilmesi sonucunda bu alanda yeni fikirler ortaya konulmuş ve buna bağlı olarak teoriler oluşturulmuştur. İslam dünyası ise bu noktada geç kalmış ve iktisat bilimini hak ettiği seviyeye halen oturtamamıştır. Ancak son yıllarda hem dünyada hem de ülkemizde bu alanda ciddi çalışmaların yapıldığını ve bu çalışmaların gittikçe hızlandığını söylemek mümkündür. (Tabi Batı dünyası ile yapılan karşılaştırmayı sadece iktisat ilminin bağımsızlığı ile sınırlı tuttuğumuzu, Batı’da dinin iktisat biliminden peyderpey şekilde dışlanmasını kabul etmediğimizi kısaca belirtmiş olalım.)
İslam iktisadı bağımsız bir bilim dalı olarak oluşturulmaya çalışılırken elbette İslami ilimlerden ve İslam tarihindeki büyük birikimlerden istifade edilecektir. Bunun yanı sıra İslam’ın genel ilkelerine aykırı düşmedikçe diğer bilim dallarından ve bilhassa genel iktisattan da istifade edilebilir.
İstifade edilen İslami ilimlerden birisi de fıkıhtır. Ancak çoğu zaman İslam iktisadının, fıkıh ilminin bir alt bilim dalı olarak ele alındığını görmekteyiz ki bu yaklaşım İslam iktisadının gelişmesine ve bağımsız bir bilim dalı olmasına engel teşkil edebilmekte, hatta bazı durumlarda fıkhın tümüyle dışlanmasına da yol açabilmektedir. Zira fıkhın İslam iktisadının gelişmesini engellediği düşünülmekte ve fatura fıkıh ilminin bizzat kendisine kesilebilmektedir.
Oysa fıkıh ilminin böyle bir gelişmeye engel olması söz konusu değildir. Buradaki hata; fıkıh ilminin yerinin, görevinin ve sınırlarının iyi bir şekilde belirlenmemesinde yatmaktadır. Bu nokta doğru bir şekilde aydınlatıldığında İslam iktisadının sınırları da belli olacak ve bağımsız bir bilim dalı olarak gelişmesine devam edecektir.
Öncelikle şunu belirtelim ki fıkhın görevi ekonomik bir sistem inşa etmek değildir.
Fıkıh ilmi tarih boyunca böyle bir görevi üstlenmediği gibi günümüzde de böyle bir görevi üstlenmez. Dolayısıyla günümüzde kapitalizme veya diğer iktisadi sistemlere karşı alternatif üretilmeye çalışılırken bu, fıkıhtan ve fıkıhçılardan beklenmemelidir. Elbette geçmişten faydalanırken fıkıh kitaplarından da istifade edilecektir. Zira konuyla ilgili en büyük kaynaklardan birisi de fıkıh kitaplarıdır. Ancak bu bilgiler aktarılırken hukuk dilinden iktisat diline çevrilmelidir.
İktisadın fıkıhla ilişkisi, meselelerin hukuki yönü ele alınırken ortaya çıkmaktadır. Örneğin taraflar arasında bir sözleşme yapıldığında bu sözleşmenin hangi akit kapsamına girdiği, taraflara hangi hakları sağladığı ve hangi sorumlulukları yüklediği, bir problem ortaya çıktığında bunun nasıl çözüleceği gibi konularla fıkıh ilmi ilgilenirken iktisat teorisi oluşturmakla da iktisat ilmi ilgilenir. Buna göre örneğin taraflar arasında gerçekleşen para alışverişinin (TL-altın vb.) sarf akdi kapsamına girdiğini tespit etmek ve burada dikkat edilmesi gereken hususlarla fıkıh ilmi ilgilenirken İslam iktisadı ise adil bir paranın nasıl olması gerektiğiyle ilgilenerek bir para teorisi oluşturmaya çalışır. Bunu yaparken İslam’ın ortaya koyduğu genel ilkelere dikkat edilir.
Yine bir borç akdinde alacaklının paranın değerinde meydana gelen düşmeyi (enflasyon) talep edip edemeyeceği fıkıh ilminin alanına girerken enflasyonun nasıl tespit edileceği, nasıl düşürüleceği ve bu noktada nasıl bir politika izlenmesi gerektiği iktisat ilminin alanına girmektedir.
Dolayısıyla fıkıhçılar konuları hukuki açıdan ele alırken iktisatçılar da iktisadi boyutlarını ele alıp çözüm üretmeye çalışırlar. Bu çözüm üretme çabaları İslam dininin temel ilkelerine aykırı düşmediği sürece zorunludur. Aksi takdirde Müslümanların bu alandaki problemleri çözümsüz kalacaktır.
Bu yazının amacı fıkıh ilmini dışlamak veya önemsizleştirmek değil, tam tersine fıkıh ilmine gerektiği önemin verilmesidir. Bunun yolu da fıkıh ilminin yerinin ve görev alanının net bir şekilde belirlenmesinde geçmektedir. Ayrıca yazı boyunca fıkıh ilminin genelini değil, sadece ticaret hukuku kısmını kast ettiğimizi de belirtmiş olalım.
Yeri gelmişken bir hususun daha altını çizmeliyiz ki fıkıh ilmi günümüzdeki problemleri çözecek güçtedir.
İktisadi konularda çalışacak fıkıhçılarımız bu alanla ilgili teknik bilgileri ne kadar iyi bilirse verecekleri fetvalar da o kadar tatmin edici olacaktır. Ancak meselenin mahiyeti tam anlaşılmadan yüzeysel hüküm verildiğinde bu durumda en büyük zararı yine fıkıh ilmi görecektir. Başka bir ifadeyle söyleyecek olursak, fıkıhçının konunun teknik yönüyle ilgili yetersiz çalışma yapıp hüküm vermesi neticesinde ortaya çıkan tablo fıkıh ilmine mal edilecek ve fıkhın bu konuda yetersiz olduğu zannedilecektir. Oysaki fıkıh ilmi kıyamete kadar bütün sorunlara çözüm üretebilecek canlı bir altyapıya sahiptir. Yeter ki mekanizmalar doğru bir şekilde işletilebilsin!