İslam, barış demektir. Topluluklar arasında barışı tesis etmeyi ve insanların barış içerisinde yaşamalarını amaçlar. İnsanlığın barışa ihtiyacı vardır. Çünkü barış insanı değerli kılar. Barışın olmadığı yerlerde kaos, kan ve gözyaşı vardır. Dolayısıyla Kur’an’ın: “Ey inananlar! Hep birlikte barışa girin.” (Bakara,208) daveti çok önemlidir.
Barışın hayata geçmesi, önce insanın kendisini tanıması ve kendisiyle barışık olmasıyla başlar. Kendisiyle barışık olamayan hiç kimseyle barışık olamaz. Kişinin kendisiyle barışık olabilmesi de Allah ile barışık olmasına bağlıdır. Kur’an’a göre, Allah’ı unutmak insanın kendisini unutmakla eş değerdir. (Haşr,18)
Kur’an; Kainattaki düzen ve intizama, ay, güneş, yıldızlar gibi varlıkların bir disiplin içerisindeki hareketlerine, topraktan çıkan sayısız bitkilerin yaradılışına, büyük ustalık ve sanat gerektiren çeşit çeşit, desen desen canlıların yaradılışı gibi konulara dikkat çekerek üzerinde düşünmeye ve akıl yormaya çağırır. Zira bu eserler Allah’ı tanımaya, O’nu hatırlamaya ve hiç unutmamaya götürecektir. Allah’ı unutmak, kulluk ve sorumluluk bilimcini bitireceğinden insanın kendisini unutması demektir. Bu sebeple, Allah’ı unutan kendisini unutmuş/unutturmuş kabul edilmiştir.
Hz. Ali’den nakledilen, bazı kaynaklara göre ise Peygamber sözü olduğu ileri sürülen “Kendini bilen Rabbini bilir.” ifadesi bu âyetten esinlenmiş olmalıdır.
Aynı şekilde “Kendi bedenlerinizde Allah’ın varlığını gösteren deliller vardır. Görmüyor musunuz?” (Zariyat,21) ayeti de, kendini bilen Allah’ı bilir anlamını taşımaktadır.
İnsanın kendisiyle barışık olması, var oluş amacını kavramakla, Allah’ı tanımakla, insanın değerli ve üstün bir varlık olduğuna inanmak ve benimsemekle gerçekleşir. Dünya ve dünyadaki her şeyin insan için, insana hizmet için yaratıldığı, en şerefli hizmetin insanlık yararına yapılan hizmetlerin olduğu unutulmamalıdır.
Beytullah’a hayran olan ve yıllarca özlemini çeken Allah Resûlü, Kâbe"yi tavaf ederken onun ihtişam ve azameti karşısında, “(Ey Kâbe)! Sen ne güzelsin ve kokun da ne güzel! Sen ne yücesin ve saygınlığın da ne yüce! Ancak, Allah’a yemin olsun ki, müminin Allah kadındaki saygınlığı senden daha büyüktür.” buyurmuştur. (İbn Mâce, Fiten, 2.)
Hiç bir mümin Kabe’ye hakaret etmez, Kabe’ye zarar verici bir davranışa cesaret edemez, saygısızlık yapamaz. Buna karşın Kabe’den daha değerli olan insanın canı ve şerefi konusunda aynı hassasiyeti maalesef göstermiyor. Kabe’yi yıkmak ve kırmak için kendisine dünya bahşedilse asla kabul etmez, ama çok basit gerekçelerle insanın canı, malı ve şerefini yok edebiliyor. Ustası insan olan Kabe’ye hürmet ederken, ustası Allah olan İnsanı hiçe sayabiliyor.
Kabe’nin kudsiyeti öğretildiği gibi insanın daha kutsal ve daha saygın olduğu öğretilmelidir. Kabe’nin kudsiyeti kabul edildiği gibi insanın da değerli hatta daha üstün varlık olduğu kabul edilmelidir. Bunun için insanın, hem kendisini hem de Allah’ı bilmesi gerekmektedir. Sadece Allah’ı bilmek veya sadece kendini bilmek insanı mükemmel yapamıyor.
İslam’ın insana verdiği değer bu kadar yüce iken, İslâm dünyasında akan kanı ve gözyaşını Müslüman kimliğiyle bağdaştırmak mümkün değildir.
Allah’ı tanıyan O’nun düzenini bozamaz, O’ndan utanır, O’na karşı mahcup kalacak davranışlara yeltenemez.
Canının kıymetini bilen de başka canlara kıyamaz.