En güzel surette yaratılan insanoğlu, esasen birçok yönden sınırlı bir varlıktır. Bu husus, insanı doğal olarak başka varlıklarla iletişim ve etkileşime sevk etmektedir. İnsanın bütün varlık âlemiyle ilişkisinin şekil ve boyutlarını belirleyen merkez nokta ise Allah’la ilişkisidir. Cenâb-ı Hak’kın ilim, irade ve kudret sıfatını hakkıyla idrak ederek oluşturulan bir bilinç ve yaklaşım, insana, âlemle ilişkisinde sahih ve sağlam bir zemin sunacaktır. Buna göre, farklı bilgi ve tecrübe havzalarından faydalanıp onu özümseyen her insanın bir başkasına katkı sağlayacağı aşikârdır. “…Eğer bilmiyorsanız, ilim sahiplerine sorun…” (Nahl, 16/43) ilahi hitabı, sözü edilen gerçeğe işaret etmektedir. Bu yönüyle istişare, fikir ve aksiyon planında insanlığın vazgeçilmez değeridir. Nitekim hidayet rehberimiz Kur’an-ı Kerim’in bizlere en güzel örnek olarak takdim ettiği Hz. Peygamber (s.a.s.); “Sizden biriniz kardeşiyle istişare etmek isterse, kardeşi görüşünü söyleyerek ona yol göstersin” (İbn Mâce, Edeb, 37) buyurarak bu konudaki rehberliğin önemine dikkat çekmiştir.
İslam’da istişare ile asıl hedeflenen, herhangi bir olay ya da durum karşısında Yüce Allah’ın muradına en yakın neticeyi elde ederek yine O’nun rızasına ulaşmaktır. Samimi bir niyeti ve hasbi bir gayreti gerekli kılan bu durum, istişareyi aynı zamanda kulluğun, sorumluluğun ve ahlakın mütemmim bir cüzü haline getirmektedir. Bu açıdan istişare, mahlûkata hizmeti ve ma’bûda itaati tazammun etmekte, bu yönüyle de “hayr” kavramıyla doğrudan ve hayati bir ilişki içerisinde bulunmaktadır. Dolayısıyla istişarenin, İslam’ın üzerinde önemle durduğu hak, hakikat, adalet, merhamet ve sorumluluktan azade ele alınması düşünülemez. Anılan değerlerin, insanı ve toplumu inşa eden boyutu göz önüne alındığında, istişarenin Müslümanlar nezdindeki anlam ve önemi daha net anlaşılmaktadır.
İstişare sonucunda elde edilen ortak akıl, birey ve toplum için her açıdan önemli bir zenginliktir. Zira ortak akıl ile ulaşılan kazanım sadece fikir düzleminden ibaret soyut bir yaklaşım olmanın ötesinde aksiyona dönüşecek, bireysel ve toplumsal hayata daha çok değer katacaktır. Dinin evrensel ilkeleri ve tecrübeler ışığında, derinlikli bir rüyet ve basiretin izlerini taşıyan, bununla birlikte birbirini takip edip geliştiren birçok aşamayı içeren ortak akıl, aynı gayeye dair en makul yaklaşımı eyleme dönüştürmesi cihetiyle bütüncül ve kuşatıcı bir yapı hüviyetindedir. Dolayısıyla, aynı hedef ve aksiyon birlikteliğini önemseyen insanların kalıcı başarılara imza atmasındaki asıl muharrik hiç şüphesiz istişaredir. Bu olmazsa olmaz değer, yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de müstakil bir sûre adı olarak yer almakta ve “…onların işleri, aralarında şûrâ (danışma) iledir…” (Şûrâ, 42/37) ayetiyle kalıcı ahiret mükâfatına nail olanların üstün vasıfları arasında zikredilmektedir. Bu çerçevede, ashabıyla istişareye her daim önem veren Hz. Peygamber’e, Uhud Savaşı gibi büyük bir hadiseden sonra nazil olan; “…İş konusunda onlarla müşavere et…” ayeti (Âl-i İmrân, 3/159), istişarenin ilahi bir teklif ve nebevi bir miras olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu da göstermektedir ki şahsî, ailevî, toplumsal ya da küresel bütün meselelerde, istişare ile bilgi ve tecrübelerden oluşan ortak aklın teklifini yerine getirmek, en doğru davranış olmanın yanında hayata ve geleceğe dair yol gösterici ve ufuk açıcı yeni perspektifler de kazandıracaktır.
Bir başka açıdan, insanların birbirine verdiği değerin ifadesi olan istişare, karşılıklı güven, iyi niyet ve samimiyeti de tesis ederek insani değerleri canlı tutmaktadır. Nitekim Allah Rasulü; “İstişare edilen kişi, kendisine emniyet edilen kişidir” (Tirmizî, Edeb, 57) buyurarak istişare eden ve edilen arasındaki güven ilişkisinin önemini ve zorunluluğunu teyit etmiştir. Sonrasında ise; “Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven)” (Âl-i İmrân, 3/159) emr-i ilahisi ile istişare sürecinde yaşanan güven, Allah’a güven ve tevekkül ile bütünleşerek muhkem bir kaleye dönüştürmektedir. Bu açıdan istişare; gönülleri imar etmek, zihinleri beslemek, birlik-beraberlik ve kardeşliği pekiştirip sevgi ve dayanışma bağı kurmak, imanın ve İslam’ın toplumsal boyutlarını geliştirmek için muazzam bir imkândır. Öte yandan, istişare ilkesine işlerlik kazandırıldığında, ümmet planında ihtilaf gibi gözüken birçok meselenin çözümünün de daha kolay ve objektif koşullarda gerçekleşeceği aşikârdır.
İstişare bağlamında bahse konu maslahatları temin etmede önemli bir husus da ortak bir dil ve yapıcı bir yaklaşımın varlığıdır. Zira ortak zihin ve gönül imbiğinde demlenmeyen; kuşatıcı, yapıcı, birleştirici ve kucaklayıcı olmaktan uzak bir dil, istişare önündeki en önemli engeldir. Diğer taraftan, benmerkezci, dışlayıcı ve dikte edici bir yaklaşımın önüne geçerek yapıcı, kuşatıcı bir tutumla kolektif çözüm imkânı sunan istişare, birçok farklı fikir ve görüşün aynı potada buluşmasıyla bilgi, hikmet ve marifeti önceleyen medeniyet hazinesinin en değerli yapıtaşıdır.
Bugün yaşadığımız dünyanın maddeyi aşırı yücelten ve yegâne hedef kılan bir yaklaşım üzerinden biz şuurunu iyice zayıflatması ve bunun sonucunda tebarüz eden aşırı bireysellik ve bencillik, istişare mekanizmasının işletilmesinin önündeki en büyük engeldir. Aile ve toplumla doğru ilişkiler kurmakta zorlanan insanın yaşadığı problemler analiz edildiğinde, istişarenin göz ardı edilmesi temel bir sebep olarak öne çıkmaktadır. Dolayısıyla bugün hayatın her alanında fikir ve düşüncelerimizi tecdit, ifsada sebep olacak yönlerimizi ıslah, medeniyetimizin kurucu değer ve dinamiklerini ihya, güzel ahlak merkezli düşünce, söz, tutum ve eylemleri inşa ve ikame etmek için istişare, en önemli imkân, kazanım ve sorumluluk olarak önümüzde durmaktadır.