Kubbetu’s-Sahra, “Kaya Kubbesi” anlamına gelmektedir. Bu adı, üç din tarafından da kutsal sayılan Sahra (Kaya) veya Hacer-i Muallaka (Asılı Kaya)’dan almaktadır. Zira bu büyük kubbeli yapı, söz konusu kayanın üzerine 685-691 yılları arasında Emevî Halifesi Abdülmelik b. Mervân’ın emriyle yaptırılmıştır. Ortası kubbeli bu sekizgen yapı, İslam mimarisinin bilinen ilk kubbeli ve aynı zamanda ayakta kalan en eski eseridir. Kudüs’ün fethinden sonra Hz. Ömer tarafından yaptırılan mescidin yerine inşa edildiği için —daha çok Batılılar tarafından— Ömer Camii olarak da tanınır.
Kubbetu’s-Sahra’nın, Abdullah b. Zübeyr’in (ra) Mekke ve çevresine hükmettiği yıllarda Suriye hacılarından biat almak istemesi üzerine Abdülmelik b. Mervân tarafından Kâbe’ye alternatif olarak inşa ettirildiği iddia edilmiştir. Oysa Emevîler döneminde haccın yapılmasında bir aksaklıktan veya Abdülmelik’in engellemesinden söz edilmemektedir. Doğrusu Abdülmelik, Kubbetu’s- Sahra’yı, Müslümanların Kıyâme (Kumâme) Kilisesi gibi Hristiyan yapılarına hayranlık duymalarını önlemek üzere onlardan daha güzel ve azametli bir biçimde bina ettirmiştir. Kitâbe ve mozaiklerinden hareketle aslında Kubbetu’s-Sahra’nın, Hristiyanlığın hâkim olduğu Kudüs’te yeni din İslam’ı ve Emevî varlığını kanıtlamak amacıyla yapıldığı söylenebilir. Elbette Hz. Peygamberin (sas) Mirac’a çıkarken buradaki Hacer-i Muallaka’nın üzerinden çıktığına inanılması da etkili olmuştur.
Kubbetu’s-Sahra, Kudüs’ün Haçlılar tarafından işgali sırasında “Templum Domini” adıyla kiliseye çevrildi. Haçlılar çeşitli değişiklikler yaparak Sahra üzerine sunak inşa ettiler. Binanın içine ve Sahra’nın altındaki mağaraya ikonlar koydular. Kubbedeki alemin yerine büyük bir haç diktiler. Binanın kuzey kısmına Hristiyan vaizler için hücreler ilave ettiler. Haçlılar Sahra’ya karşı aşırı bir saygı gösterdiler. Bazen ondan bir parça alıp memleketlerine götürüyor, kiliselerinde rölik olarak saklıyorlar, bazen de ağırlığınca altın karşılığında satıyorlardı. Haçlı kralları bunun önüne geçmek için Sahra’nın üzerini mermerle kaplattılar. Daha sonra Kudüs’ü yeniden fetheden Selâhaddîn-i Eyyûbî, bu mermerleri ve Sahra’nın etrafındaki demir ızgaralar dışında Haçlılardan kalan her şeyi kaldırdı. Bugün Sahra’yı çevreleyen mevcut ahşap paravan da, ilk defa onun tarafından yaptırılmış, zamanla Memlûk ve Osmanlılar tarafından yenilenmiştir.
İç sekizgeni kaplayan pembe taş, cam ve sedef mozaiklerde altın yaldızlı zemin üzerine mavi ve yeşilin hâkim olduğu yirmi beş çeşit renk bulunmaktadır. Dekorda yer yer Bizans ve Sâsânî etkisi gösteren zeytin, hurma ve badem ağaçları, bambu demetleriyle akant ve asma yaprakları, bereket boynuzları, vazo, sepet, çiçek, kozalak, meyve ve mücevher kompozisyonları göze çarpar. Orta sekizgenin dış frizinde mozaik kûfî hatla yazılmış yazı kuşağında Besmele, Kelime-i tevhid, Hz. Peygambere salavatla ilgili Ahzâb Sûresi’nin 56. âyeti, İsrâ Sûresi’nin 111. âyeti, İhlâs Sûresi ve binanın yapımıyla ilgili kitâbe, iç frizinde ise Hz. İsa’ya salât, teslîsi ve Hristiyan inancını reddeden Âl-i İmrân Sûresi’nin 18-19. âyetleri, 51. âyeti ve Ehl-i kitaba dinde aşırı gitmemelerini ve Allah hakkında gerçek olmayan şeyler söylememelerini emreden Nisâ Sûresi’nin 171-172. âyetleri yer almaktadır.
İri blok taşlardan yapılmış olan 1,30 m. kalınlığındaki dış duvarların yüksekliği 9,50 metredir. Mekân, sekiz cephedeki kırk ve kubbe kasnağındaki on altı pencere ile aydınlatılmaktadır. Dış duvarlar alttan 4,44 m. yüksekliğe kadar farklı renk ve desenlerdeki mermer plakalarla, daha yukarısı ise siperlik dâhil çinilerle kaplanmıştır. Ayrıca çinilerle kaplı kubbe kasnağında İsrâ Sûresi’nden âyetlerin yer aldığı sülüs bir yazı kuşağı bulunmaktadır. Üst pencerelerin kenarlarını süsleyen çiniler Kanûnî Sultan Süleyman dönemine aittir. Tamirler sırasında rastlanan kalıntılardan buraların daha önce mozaikle kaplı olduğu anlaşılmıştır. Siperliğin üst kısmında sülüs hatla yazılmış Yâsîn Sûresi’ni içeren çini bir yazı kuşağı 1876 tarihli olup Hattat Mehmed Şefik’e aittir. Siperliğin hemen altına her duvarda pencere aralarına gelecek şekilde altışar çörten yerleştirilmiştir. Dış sekizgenin ana yönlere gelen duvarlarına, üstlerinde birer pencere bulunan 2,80 m. genişliğinde ve 4,30 m. yüksekliğinde dört kapı açılmıştır. Bunların adları kuzeyden itibaren sırasıyla Bâbü’l-Cenne, Bâbü’s-Silsile (Bâbü İsrâfîl, Bâbü’n-Nebî Dâvûd), Bâbü’l-Kıble ve Bâbü’l- Garb’dır. Diğer kapılardan farklı olan Kıble Kapısı’nda duvara paralel şekilde dizilen sekiz sütun üzerine oturtulmuş bir saçak bulunmaktadır. Bu kapıdan girince sağda kıble duvarı üzerine yerleştirilmiş bir mihrap ve kapının karşısında orta dairenin kenarında mermer direkler üzerine oturtulmuş müezzin mahfeli yer almaktadır. Kuzeydeki Bâbü’l-Cenne yani Cennet Kapısı’ndan girilince kubbeyi destekleyen 24 sütundan ikisi arasına yan yana 7 küçük mihrap yerleştirilmiştir. Bunların cennetin yedi kapısını yahut Hz. Peygamber’in miraca yükseldiğinde her birine uğradığı yedi kat semayı sembolize ettiği söylenmektedir.
Kubbe başlangıcının zeminden yüksekliği 20,40 m., tepe noktasının yüksekliği 35,30 m., aleminin boyu ise 4,10 metredir. Kubbenin iç tezyinatında alçı sıva, boya ve yaldız kullanılmıştır. Arabesk motifler merkezden aşağıya doğru halkalar halinde genişleyerek açılır. Geç Antik sanatla erken Bizans ve İran sanatlarının uyumlu bir şekilde uygulanması Kubbetu’s-Sahra’yı dünyanın en güzel yapılarından biri hâline getirmiştir. Bina güzellik ve heybet açısından çok üstün niteliklere sahiptir. Tezyinatta Bizans, İran ve Arap desenleri harmanlanmış durumdadır. Kanûnî Sultan Süleyman’ın imarından sonra buna Türk çinileriyle diğer süsleme unsurları da eklenmiştir.
Daha önceleri Kubbetu’s-Sahra kurşun kaplı iken, 1964’te İtalya’da yapılan alüminyum bronz alaşımı konularak altın rengine büründürüldü. Ancak sıcak iklim, genleşmeye ve çatı su akıtmaya, bu da içerideki mozaikleri tahrip etmeye başladı. Son olarak 1992-1994 yıllarında kapsamlı bir restorasyon daha başlatıldı. Kubbenin bugünkü altın renkli kaplaması, Ürdün Kralı Hüseyin’in kişisel bağışıyla bir İrlanda firması tarafından yapıldı. Pirinç levhalar saf bakırla kaplandı, üzerine bir tabaka nikel, üstüne de iki mikron kalınlığında altın kaplama yapıldı. Dışındaki çiniler ise, Kütahya’dan getirildi.
Kubbetu’s-Sahra, tarihi boyunca bölgeye hâkim olan hemen her hükümdardan büyük ilgi ve saygı görmüş, özenle tamir ettirilmiştir. Osmanlılar zamanında Kanûnî Sultan Süleyman tarafından çok köklü biçimde tamir ettirilmiş ve harap olan dış mozaik kaplama çinilerle değiştirilerek pencerelere alçı revzenler yerleştirilmiştir. İmar faaliyeti III. Murad, I. Abdulhamid, II. Mahmud, Sultan Abdulmecid, Sultan Abdulaziz ve II. Abdulhamid tarafından da devam ettirilmiş, özellikle II. Abdulhamid büyük masraflarla zemine değerli İran halıları döşetmiş, ortaya görkemli bir kristal avize astırmış ve eskiyen çinileri yeniletmiştir. 1948 yılı Eylül ve Ekim aylarında atılan bombalardan kuzeybatı pencereleri zarar gören Kubbetu’s- Sahra, bugün de zaman zaman Filistinlilerle İsrail askerlerinin çatışmaları sırasında tehlikeli durumlara düşmektedir.
Aynı zamanda mescit olarak kullanılan Kubbetu’s-Sahra’da günümüzde hanımlar Cuma, bayram ve teravih namazlarını kılmaktadır.
Sahra (Hacer-i Muallaka)
Üzerinden Hz. Peygamber’in (sas) Mirac’a çıktığı rivayet edilen kayadır. Alt kısmında boşluk bulunduğundan Hacer-i Muallaka (Asılı Kaya) denmiştir. Halk arasında anlatılan bu kayanın Hz. Peygamber’in (sas) peşinden çıkmaya kalkışması ve onun işaretiyle öylece askıda kalması hikâyesinin aslı yoktur. Gerçekte Sahra, en geniş yeri 17,70 m., en dar yeri 13,50 m. olan ve altında yaklaşık 1,50 m. yüksekliğinde, yontularak düzeltilip genişletilmiş, 4,50 × 4,50 m. boyutlarında bir oyuk (mağara, mahzen) bulunan gayrimuntazam yarım daire şeklinde büyükçe bir kaya uzantısıdır. Arapların “es-Sahratu’l-Müşerrefe” yahut kısaca “es-Sahra” dediği bu kaya ülkemizde ise “Hacer-i Muallaka” diye bilinmektedir.
Yahudi geleneğinde Sahra’nın Allah’ın (cc) kâinatı yaratmaya başladığı yer olduğu, ilk insanın toprağının buradan alındığı, Nûh’un gemisinin tufandan sonra onun üstüne oturduğu ve üzerinde Hz. İbrahim’in (as) kurban kestiği, Hz. Davud’un (as) tövbe ettiği, Süleyman Mâbedi’nin Kutsalların Kutsalı bölümünün temelini teşkil ettiği, dünyanın ortasında bulunduğu gibi değişik inanışlar vardır. Kitâb-ı Mukaddes yorumlarında ise Sahra’nın Süleyman Mâbedi’nin tamamının veya yalnız kurban sunulan mezbahanın temelini oluşturduğu kabul edilir. Haçlılar dönemi Hristiyan geleneğine göre ise bu kaya, Rabb’in (cc) Adalet Kürsüsü olarak kabul edilmiştir.
Sahra’nın faziletine dair sahih kabul edilen bazı rivayetlere göre o cennettendir. Ancak Sahra’nın Allah’ın (cc) arşının en alt noktasını teşkil ettiği, yere değmeden muallakta (asılı) durduğu, Hz. Peygamber’in (sas) Mirac yolculuğuna Sahra’dan yükselerek başladığı, üzerinde onun ayak izinin bulunduğu gibi rivayetler zayıf hatta uydurma sayılmaktadır.
Bazı İslam kaynaklarında Sahra, Beytu’l-Makdis olarak tarif edilir. Hz. Ömer (ra), barış yoluyla Kudüs’ü ele geçirince Kâ‘b el-Ahbâr’ın delaletiyle Sahra’nın yerini bulup temizletmiş, bizzat kendisi de eteğinde toprak taşıyarak bu çalışmaya katılmıştır.
Sahra’nın güneybatı köşesinde Osmanlı yapısı mermer mahfaza içerisinde Kademünnebî (Hz. Peygamber’in (sas) ayak izi) bulunmaktadır. Mermerdeki delikten kol sokularak dokunulabilen bu ayak izinin Mirac gecesi kayanın üzerinde kaldığı söylenir. Bunun tam üzerinde ise 1609’da Osmanlı sultanı I. Ahmed’in hediye ettiği Hz. Peygamber’in (sas) sakal-ı şerifinin mahfazası mevcuttur.
Sahra’nın kuzeydoğu köşesinde ise küçük mütevazı mermer bir mihrap vardır. Fatıma Mihrabı denilen bu mihrabı Osmanlı Sultanı II. Abdulhamid yaptırmıştır. Anlatıldığına göre Sultan bir gece rüyasında Hz. Fatıma’nın (ra) burada namaz kıldığını görür. Orada böyle bir mihrabın olmadığını öğrenince bu mihrabı yaptırır.
Ruhlar Mağarası
Muhtemelen bazı rivayetlere göre Hz. Peygamber’in (sas) Mirac gecesi bazı peygamberlerin ruhlarıyla burada buluşmasından dolayı bu isim verilmiştir. Kubbetu’s-Sahra’nın güneydoğu payesinin yanındaki 1 m. çaplı bir oyuktan on bir basamaklı bir merdivenle inilir. Mağarada kıbleye dönüldüğünde sağ taraftaki mihrap Hz. İbrahim’e (as), sol taraftaki de Hz. Musa’ya (as) atfedilir. Düz bir mermer blok üzerine işlenmiş Hz. İbrahim (as) Mihrabı, en eski ve ilk olma özelliği taşımaktadır. Eskiden beri mübarek addedilen bu mağara, aynı anda toplam 40-50 kişinin nafile namaz kılabildikleri bir mekândır. Mağaranın arka sol köşesinde Hz. Zekeriyya’nın (as) namaz kıldığına inanılan iki mermer sütunun yer aldığı müezzin mahfeli gibi 30-40 cm yükseklikteki bir kişilik namaz kılma yeri, özellikle kadınlar tarafından önemsenmektedir.