Üç ilâhî dinde de önemli bir yere sahip olan bu kutsal şehre tarih boyunca çeşitli isimler verilmiştir. Farklı dil ve kültürlerdeki Urusalim, Urşalem ve Yeruşalem isimleri, “Barış şehri” anlamına gelmektedir. Müslümanlar, şehre “bereket, mübarek olmak” anlamına gelen “Kudüs” dedikleri gibi “İliyâ” veya “Beytu’l-Makdis” de derler. Beytu’l-Makdis başlangıçta mabedi ifade ederken zamanla şehrin tamamı için kullanılmış, mabedin alanı ise “Harem” diye adlandırılmıştır.
Kudüs, Hz. İbrahim’den itibaren pek çok peygamberin yaşadığı, mukaddes olarak tanımlanan bir bölgedir. Hz. Süleyman’ın inşa ettiği Beytu’l-Makdis’i barındırması, İsrailoğulları’nın ve onlara gönderilen peygamberlerin mücadelelerine mekân olması açısından semavî dinler geleneğinde önemli bir yere sahiptir. Bağrında binlerce yıldır, birçok din, dil, devlet, kültür ve mirası barındırır. Dünyada üç dinin birden kutsal saydığı, sahiplendiği hatta paylaşamadığı Kudüs’ten başka bir şehir yoktur.
Yahudilik’te Kudüs
Kudüs (Yeruşalayim) adı Tevrat’ta da geçmez. Mezmurlar’da, Ahid Sandığı’nın getirildiği Davud Şehri (Sion) sadece Rabbin krallık için seçtiği bir şehir olarak değil “Rabbin Tahtı, Adalet Yurdu, Kutsiyet Dağı” olarak da takdim edilir. Ayrıca “Eğer seni unutursam ey Yeruşalim, sağ elim hünerini unutsun; eğer seni anmazsam, eğer Yeruşalim’i baş sevincimden üstün tutmazsam dilim damağıma yapışsın.” (Mezmurlar, 137/5-6) denilmektedir. Kudüs, özelliği ve kutsallığı sebebiyle Yahudi şeriatında diğer şehirlerden farklı bir konumda ele alınır. Tanrı tarafından seçilen bir yer kabul edildiği için Kudüs Mabedi sadece kurbanların takdim edildiği bir mekân değil aynı zamanda hac ibadetinin de hedefidir.
Tanrı tarafından seçilmiş olması dolayısıyla Kudüs, Yahudiliğin en yüce değerlerinin ve ümitlerinin simgesidir. Peygamberler ondan övgüyle bahsederler. Kudüs, “adalet şehri” diye adlandırılır ve şeriatın Sion’dan, Rabbin sözünün Yeruşalim’den çıkacağı bildirilir. Gelecekte Kudüs’e “Rabbin Tahtı” denileceği, bütün milletlerin onda toplanacağı belirtilir. Âdem’in Kudüs Mabedi’nin toprağından, bir başka rivayette ise dünyanın Sion’dan başlayarak yaratıldığı nakledilir. Yahudi şeriatına göre bütün ülke kutsaldır, ancak Kudüs şehri en kutsaldır. Yeryüzündeki en kutsal yer olan ve “Kutsallar Kutsalı” denilen mekân Kudüs’teki mabedde bulunur.
Yahudiler nerede olurlarsa olsunlar ve hangi saatte dua ederlerse etsinler mutlaka Kudüs’e dönmek zorundadırlar. Yemek dualarında Kudüs’ün yeniden inşası dileği yer alır. Yahudi geleneğinde günlük ibadetler Kudüs’e dönülerek yapılır. Bu duada Kudüs’e dönme, şehri ve Davud saltanatını yeniden tesis etme arzusu ifade edilir. Yahudi Fısıh bayramının seder sofrası ve kefâret günü ibadeti “Seneye Kudüs’te” dileğiyle sona erer. Yıllık üç oruçta Kudüs’ün yıkılışının anısına yas tutulur.
Kudüs’ün ibadet hayatındaki önemi, Yahudi devletinin Mesîh tarafından bu topraklarda kurulacağı inancına dayanır. Kudüs’ün yeniden inşası ve mabedin yapılması bunun işaretleridir. Yahudi geleneğine göre yeryüzündeki Kudüs gibi bir de gökte Kudüs vardır. Talmud’da Tanrı’nın yerdeki Kudüs’e girmeden gökteki Kudüs’e girilemeyeceği bildirilir.
Hristiyanlık’ta Kudüs
Markos İncili’ne göre Hz. İsa, Galile bölgesinde halka tebliğ faaliyetine başlar. Onların olumsuz tavrı üzerine Kudüs’e yönelir, şehre girer ve mabedi temizler. Yahudi otoritelerinin tepkisiyle karşılaşınca şehrin cezalandırılacağını ve mabedin kirletileceğini haber verir. Şehrin dışında çarmıha gerildiğinde mabedin perdesi yırtılır. Yuhanna İncili Hz. İsa’nın birçok defa Kudüs’e geldiğini kaydeder. İncillere göre Hz. İsa’nın dünyevi hayatı Kudüs’te sona erer, Havarîler orada “Kutsal Ruh”u alırlar.
Kudüs, geçmişten günümüze kadar, Hristiyanlar için en önemli bir hac merkezidir. Dünyanın her tarafından farklı mezheplerden pek çok Hristiyan buraya hac ziyareti için gelirler ve kendi inanç ve kültürlerine ait kutsal saydıkları mekânları ziyaret ederler.
İslam’da Kudüs
Hz. Peygamber’in (sas) İsrâ hadisesi ve kıble olarak yönelmesiyle oldukça önem kazanır Kudüs. İslam orduları başkumandanı Ebû Ubeyde b. Cerrâh (ra) tarafından kuşatılır. Aman dileyen ve Müslümanların kendileriyle bir anlaşma yapılmasını teklif eden Kudüs halkı şehri bizzat halifeye teslim etmek ister. Bunun üzerine Hz. Ömer (ra), 638 yılında Câbiye’den Kudüs’e gelerek şehri Patrik Sophronios’tan teslim alır ve anlaşmayı imzalar.
Kudüs halkıyla yapılan bu anlaşma temelde cizye karşılığında mal ve can güvenliğini, din ve ibadet hürriyetini öngörmekteydi. Kudüs’te bir cami inşa edilmesini emreden Hz. Ömer (ra) kadı olarak tayin ettiği Ubâde b. Sâmit’ten (ra) halka İslam’ı öğretmesini istedi. Filistin’in fethinden sonra bölgenin yarısının yönetimini verdiği Alkame b. Mücezziz’e Kudüs’ü bölgenin idare merkezi yapmasını tavsiye etti. Hz. Osman (ra) da Kudüs’e önem verdi ve Silvan bahçeleri gelirlerini şehrin fakir halkına vakfetti.
Emevîler döneminde Muâviye b. Ebû Süfyân’ın devletin merkezini Dımaşk’a (Şam) nakletmesi, Kudüs’ün de önem kazanmasına sebep oldu. Muâviye, 660 yılında Kudüs’te halkın biatını alarak halifeliğini ilan etti. Kudüs’te yapılan en önemli imar faaliyeti olan Kubbetu’s-Sahra ve Mescid-i Aksâ’nın inşası bu dönemde gerçekleşti.
Abbasîlerin iktidara gelmesi ve Bağdat’ın başkent olmasıyla Suriye ve Filistin bölgeleri nisbeten geri planda kaldıysa da Kudüs, İslam dünyasında Mekke ve Medine ile beraber üçüncü kutsal şehir olma özelliğini sürdürdü.
Kudüs, VIII. yüzyılda önemli bir ilim ve öğretim merkezi hâline geldi. Evzâî, Süfyân es-Sevrî, Leys b. Sa‘d ve Muhammed b. İdrîs eş-Şâfiî şehri ziyaret ederek dersler verdiler. Aynı yüzyılda Rabia el-Adeviyye, Bişr el-Hâfî ve Serî es-Sakatî gibi sûfîlerin Kudüs’te bulunması şehri sûfîler için de cazibe merkezi hâline getirdi.
Kudüs, 878’de Tolunoğulları hânedanını kuran Ahmed b. Tolun Filistin’i alınca Tolunoğulları’nın eline geçti. 905 yılına kadar Tolunoğulları’nın, yirmi yıllık tekrar Abbasî hâkimiyetinden sonra Muhammed b. Tuğç tarafından kurulan İhşîdîler’in, 969-1071 yılları arasında da bir asır süreyle Fâtımîler’in hâkimiyetinde kaldı. Fâtımîler devrinde Kudüs’te tıp alanında büyük gelişmeler oldu.
Fâtımîlerden sonra çeyrek asır boyunca Kudüs, Selçuklu- Türkmen hâkimiyetinde kaldı. Selçukluların Kudüs’e hâkim oldukları yirmi beş yıl içerisinde şehir Sünnî çizgide önemli ilmî gelişmelere sahne oldu.
Kudüs tarihinde Haçlılar Dönemi çok önem arz eder. I. Haçlı Seferi’ne katılan ordular, beş hafta süren kuşatmadan sonra Kudüs’ü işgal ettiler (15 Temmuz 1099). Kudüs’ü işgal ettiklerinde dünyada eşi görülmemiş bir vahşet örneği sergilediler. Şehirde —canını kurtarabilen çok az kimse dışında— bütün Müslümanları, hatta Müslümanlara yardım ettikleri gerekçesiyle bütün Mûsevîleri öldürdüler. Kudüs’te Müslümanlara ait bütün eserleri de yağmaladılar. Kubbetu’s-Sahra ve Mescid-i Aksâ’daki değerli eşya tahrip edildi, çalınıp götürüldü. Camiler kiliseye çevrildi veya başka maksatlarla kullanıldı. Mescid-i Aksâ, saraya; Kubbetu’s- Sahra, Ulu Kilise’ye (Templum Domini) dönüştürüldü. Zaman içinde yeni kiliseler yapıldı. Merkad-i İsa yahut Kutsal Kabir (Kıyâme) Kilisesi tekrar inşa edildi. Oysa 461 yıl İslam hâkimiyetinde kalmış olan Kudüs’te Müslümanlar Hristiyanların haklarını korumuş, dinlerine ve mabetlerine saygı göstermişlerdi.
Selâhaddîn-i Eyyûbî, Mirac kandiline denk düşen 2 Ekim 1187 Cuma günü Kudüs’e girdi. Haçlıların seksen sekiz yıl önce kana buladıkları şehirde hiçbir taşkınlık yapılmadı. Haçlılar Kudüs’ten çıkıp giderken Ortodoks ve Ya‘kûbî Hristiyanlar şehirde kaldı. Mûsevîlerin de şehre yerleşmesine izin verildi. Hristiyanlara ait kutsal yerlerin idaresi Ortodoks kilisesine teslim edildi. Bir süre Kudüs’te kalan Selâhaddîn-i Eyyûbî, Haçlılar tarafından saray olarak kullanılan Mescid-i Aksâ’yı camiye çevirdi.
Eyyûbîlerden sonra Memlûkler, Kudüs’e büyük önem verdi ve şehri yeniden imar ettiler. Günümüzde Kudüs’te bulunan 150 civarındaki önemli tarihî eserin sekseni Memlûkler devrine aittir. Bu dönemde Kudüs’te elli civarında medrese ve yirmi civarında zâviye, hankâh ve ribât mevcuttu.
Kudüs’ün nüfusu Araplar, Berberîler, Hintliler, Türk ve Kafkas asıllı Memlûkler, Türkmen ve Kürtler ile Moğol istilası sırasında Anadolu ve İran’dan gelen kimselerden müteşekkildi. Üç semavî din tarafından da mukaddes kabul edilmesi sebebiyle şehir oldukça kozmopolit bir yapıya sahipti. Şehir nüfusunun büyük çoğunluğu Müslümandı, daha sonra Hristiyanlar ve Yahudiler geliyordu. Kudüs’teki Hristiyan ve Yahudiler, kendi mahallelerinde İslam hukukunun onlara tanıdığı zimmî statüsü içerisinde rahatça yaşıyorlardı. Hristiyan ülkelerden gelen hacılar Kudüs’te hac görevlerini ifa edebiliyorlardı.
Kudüs’ün tarihinde hiç şüphesiz en önemli dönem, Osmanlı Dönemi ve sonrasıdır. Yavuz Sultan Selim’in Mercidâbık’ta Memlûklere karşı kazandığı zaferden sonra Kudüs, Ekim 1516’da Osmanlı yönetimine girdi. Bu tarihte başlayan Kudüs’teki Osmanlı yönetimi, Kavalalı Mehmed Ali Paşa dönemi (1831-1840) hariç Aralık 1917’ye kadar dört asır devam etti.
Osmanlı Devleti, Kudüs’ü yönetimi altına aldıktan kısa bir süre sonra ona atfettiği özel önemi gösteren icraatlara başladı. Özellikle Kanûnî Sultan Süleyman döneminde büyük imar faaliyetleri gerçekleştirildi. Kubbetu’s-Sahra’nın restorasyonuyla başlayan çalışmalar, şehri çevreleyen 5-6 km’lik surların inşasıyla sürdü. Sultan Süleyman’ın diğer önemli projesi Beytülahm ve Halîlürrahmân’dan Kudüs’e su getiren kanalların tamiri, şehir suyunun dağıtımının yapıldığı havuzların yenilenmesinin yanı sıra beşi sur içinde olmak üzere altı çeşmenin inşası olmuştur. Padişahın hanımı Hürrem Sultan’ın 1551’de yaptırdığı külliye de Kudüs’ün en önemli hayır kuruluşlarındandır. Cami, medrese, han, ribât ve imaretten oluşan külliye Kudüs’teki Osmanlı eserlerinin önde gelenlerindendir.
Kudüs’ün eğitim ve kültür hayatı da Osmanlılar döneminde önemini korumuştur. İlmî cazibe merkezi olmayı sürdüren şehirde kurulan medreseler vakıflarla desteklendi. Medreselerin etrafı tasavvufî hayat açısından da canlandı. Mescid-i Aksâ ve Şam Kapısı civarında birçok tekke ve zâviye yer almakta, Mevleviyye, Şâzeliyye, Rifâiyye ve Ahmediyye gibi tarikatlar şehrin dinî ve kültürel hayatına belirgin katkı sağlamaktaydı.
1870’lerden sonra Yahudi göçünün giderek artmasıyla ve 1882 ile 1905’teki iki büyük Yahudi göç dalgasıyla Kudüs’ün nüfus yapısı değişmeye başladı. Osmanlı Devleti, Yahudi göçünü ve Yahudilere toprak satışını engelleme girişimleri çerçevesinde birçok tedbir almasına rağmen tam anlamıyla başarılı olamadı. Özellikle II. Abdulhamid döneminde Siyonizm ve Filistin’e Yahudi göçüne karşı yoğun çabalar sarf edildi. I. Dünya Savaşı’nın sonunda Osmanlı Devleti’nin yenilmesiyle Kudüs’ün geleceği de köklü değişikliklere maruz kaldı.
1917 yılı 9 Aralık’ta Kudüs düştü ve 11 Aralık’ta da İngiliz ordusu Kudüs’e girdi. İngiliz işgaliyle, Kudüs’teki sadece Haçlı işgaliyle kesintiye uğrayan yaklaşık 1200 yıllık Müslüman yönetimi sona erdi. Bu dönemde yerli nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan Müslüman ve Hristiyan Arapların yerine yeni gelen Yahudiler yerleştirildi. Kudüs, 1917-1920 yılları arasında İngiliz askerî yönetiminde kaldı. Kudüs’ün 1920’de İngiltere’nin manda yönetimine verilmesiyle de 1948’de İsrail Devleti’nin kuruluşuna kadar devam edecek İngiliz sivil yönetimi göreve gelmiş oldu. İngiliz yönetiminin yoğun Yahudi göçüne izin vermesiyle Kudüs ve daha geniş manada Filistin 1920, 1928, 1929, 1933 ve 1936’da bir dizi protesto, silahlı ayaklanma, grev ve boykota sahne oldu.
İngiltere, 1947’de Birleşmiş Milletlere sunduğu Filistin’i paylaştırma planında Kudüs’e milletler arası bir statü verilmesini önerdi. 1948 Arap-İsrail savaşında İsrail Batı Kudüs’ü işgal etti. Ürdün ise eski şehri yani Doğu Kudüs’ü ele geçirdi. Böylece Kudüs Batı ve Doğu olmak üzere ikiye bölündü. İsrail, Ocak 1950’de Birleşmiş Milletler kararlarına aykırı olarak Batı Kudüs’ü başkent ilan etti ve parlamento ile birlikte diğer önemli hükümet birimlerini oraya taşıdı. 1967 Arap-İsrail savaşında şehrin tamamını işgal eden İsrail, bazen aşırı güç de kullanarak şehri Yahudileştirme çalışmalarına hız verdi. Yeni yerleşimlerin şehri kuşatıcı şekilde planlanması ve özellikle Doğu Kudüs’te yoğunlaşarak bölgenin Arap nüfusunu geride bırakması dikkat çekiciydi. Birleşmiş Milletlerin birçok defa kınamasına ve karşı çıkmasına rağmen İsrail, Kudüs’ün Arap-İslam karakterini zayıflatma politikalarına devam etti ve nihayet 21 Ağustos 1980’de doğusu ve batısıyla birleşik Kudüs’ün İsrail’in ebedî başşehri olduğunu tek taraflı olarak ilan etti. 1987’de Araplar 475.000 kişilik Kudüs nüfusunun % 28’ini oluşturuyordu.
İsrail’in Kudüs ve Filistin’de Arapların haklarını kısıtlayıcı politikaları 1987’de Batı Şeria’da “intifada”ya yol açtı. 1990’lı yıllarda da Kudüs’ün Arap/İslamî yapısını değiştirmeye yönelik politikalara devam edildi. Tarihî mekânların yıkılması, Arap gayrimenkullerine el konulması, yerleşim izinlerini iptali, yeni bina yapımına izin verilmemesi vb. sebeplerle Arapların şehri terk etmesinin sağlanması gibi politikalar sonucu Kudüs’teki Yahudi mülkleri birkaç kat arttı. Ne yazık ki, tüm dünyanın gözleri önünde Müslümanlara karşı benzer baskılar ve yıldırma politikaları hız kesmeden devam etmektedir.