İnsanın meydan okuma duygusu üzerine üzerine çok şey söylenilebilir elbette, ancak hakikat şu ki; zamanda geriye doğru gezinen herkes için derinden çekilen bir “ah”, anlatılması zor duyguların ve belki de zamana gecikmişliğin dışavurumu. Zira yaşanan her şey, kahramanının muhayyilesinde bir hikâyenin sahici kurgusu olarak kalmaya devam ediyor. Bunun içindir ki insan hikayesinde gizlidir ve onu tanımak hikayesini bilmektir.
İnsan zamanın içinden geçerken yaşadıklarını da yüreğinde taşıyor. Heyecanlar, idealler, acılar, hüzünler, hasretler, pişmanlıklar… Bazen bir özlem, bazen acı bir duygu, bazen bir yarım kalmışlık hissi olarak varlığını devam ettiriyor.
Kur’an-ı Kerim’de birçok ayet-i kerimede farklı boyutlarıyla zamana yemin edilir. Bu ayetler çarpıcı vurgularla insanı zaman konusunda bilinçli olmaya davet eder. Zira insan en büyük aldanışını zamanı idrak etme konusunda yaşar.
Tan serinin ağarmasına, aydınlandığında sabaha, şafağa, kuşluk vaktine, gündüze yemin eden ayetler vaktin her ânına özel şekilde dikkat çeker ve bizi her ânın taşıdığı özelliklere göre günümüzü planlamaya davet eder. Seher vakti günün en bereketli, zihnin en açık vaktidir. Her gün bir mucize gibi güneşin doğuşuna şahit olmak insanı varoluşun büyük hakikatiyle başbaşa bırakır. Ve insanla evren bütünleşir adeta. Herşey, yeryüzü kadar büyük bir sahnede ilahi bir orkestranın kusursuz enstrümanı gibidir. Güneşin belirginleşmesiyle hayatın ritmi hızlanır ve artık zaman bir koşuşturmanın adıdır.
Akşam vaktine, karanlık çöktüğünde geceye yeminle başlayan onlarca ayet, biten bir günün hesabına, götürdüklerine ve kazanımlarına dikkatimizi çeker. Gece esrarın anasıdır. Şairlerin ilham vakti, mahzunların hüzün yumağıdır. İnsanın kendisiyle yüzleşmesi, kalbiyle başbaşa kalmasında en uygun atmosferdir. İçten ibadetlerin ve derin tefekkürlerin, karanlıklardan ebedi aydınlığa ufuklar açtığı sekinet vaktidir. Yakarışların, âh-u zârların sırdaşı, hain planların, nice günahların şahididir.
Bütün duygu, düşünce, tavır ve eylem boyutuyla hayatın tamamına dair acı bir hüsran ve büyük bir kurtuluşu aynı anda ifade eden Asr Suresi mutlak manada zamana dair insan bilicini yenileyen en büyük manifestodur. İnsanın hüsrana düçar olmasında da kurtluşa ermesinde de zamana karşı tutumunun hayati bir boyutu olduğunu tüm gerçekliğiyle gözler önüne serer. Zamanı en güzel şekilde ihya etmenin; imana kayıtlı, güzel ve hayırlı işlere duyarlı, hakkı yaşamaya, sabrı kuşanmaya ayarlı bir hayatla mümkün olduğunu tüm nesillere ve çağlara ilan eder.
Gecenin zifiri karanlığı da gündüzün en parlak aydınlığı da sabahın seher vakti de akşamın zeval vakti de Rahman’ın varlığının delili olmanın yanında bütün duygu ve davranışlarıyla insanın en büyük şahididir. Hiçbir söz ya da eylemi zamanın şahitliğinden gizlemek mümkün değildir.
İnsana ve hayata dair müspet ya da menfi her şey zaman içredir. Bütün başarıların, zamanı etkili ve verimli kullanmaya dair hikâyesi vardır. Yarına yön verecek, asırlar sonrasına etki edecek izler ve eserler ancak planlı bir çalışma ve zamanı etkin kullanma ile mümkündür. Bütün başarısızlıkların izahında zamana hoyratça davranmanın varlığı görülecektir.
İslam medeniyetinde zaman algısı ve planlaması Güneşin hareketleri merkeze alınarak yapılır. Çünkü insanın evrenle ve tabiatla muhteşem bir uyumu vardır. Modern zamanların en büyük talihsizliği insanın kainatla ontolojik ilişkisinin gözardı edilmesidir. Dolayısıyla insanın zamanla ilişkisi yapay ve karmaşık bir hal almış, insan evrende devasa bir puzzlenin kaybolmuş parçasına dönüşmüştür.
Diğer yandan zamanın iyi değerlendirilmesi, teknolojik aygıtlarla ilişkinin bilinçli düzenlemesiyle doğru orantılıdır. Yani başta cep telefonları ve bilgisayarlar olmak üzere teknolojiyi doğru kullanma planı yapılmadan zamanı iyi kullanma planı yapılması mümkün değildir. Teknoloji bilinçli bireylerde ve gelişmiş ülkelerde gücün, ilerlemenin, hayatı kolaylaştırmanın vesilesi olurken, plansız bireylerde ve geri kalmış toplumlarda, tembelliğin, zamanı heba etmenin, başkalarına bağımlı ve muhtaç kalmanın aracı haline gelmektedir. Dikkatli davranılmadığında dijital aygıtlar kişiyi, hedeflerinden, kendinden ve tabiattan uzaklaştıran engellere dönüşebilmektedir.
Zamanlarını doğru yönetemeyenler, zamanı planlayanlara mahkûm olacaklardır. Basit bir düzlem de dahi ele alındığında, hoyratça harcanan her saniye, zamanı heba eden her meşgale; hayata değer katan kazanımların, daha iyi ve güzel bir hayat imkânının zayi edilmesidir. Oysa geleceğe dair hayali ve planları olanların boşa geçirecek vakti yoktur. Vakti bilgi için kullanma, hayatı ve evreni anlama gayesi ile okumalar yapma, okuduklarını ahlaka değer katan bir eyleme dönüştürme, zamanın hakkını teslim etmektir.
Bir başka yönüyle zaman müminler için hesabı verilecek bir emanettir. Dünya ve ahiret huzuru için en kıymetli sermaye ve hesabı sorulacak bir hazinedir. Dolayısıyla herkes kendisine lutfedilen zamana karşı büyük bir sorumluluk içindedir. “Ogün size verilen bütün nimetlerden mutlaka hesaba çekileceksiniz” ayeti, zamanı, güzel işlerle değerlendirme konusunda önemli bir uyarıdır. İnsan zamanın şahitliğinde hayatının hesabını verecektir. “Göz kaptırdığım renkten, kulak verdiğim sesten/Affet senden habersiz aldığım her nefesten.” diyen şair söz konusu sorumluluğu dile getirmektedir.
İnsanı sadece üreten ve tüketen bir varlık olarak ele alan ve zamanı üretim-tüketim mekanizmasına dönüştüren kapitalist bakış açısı da ideal olmaktan uzak bir yaklaşımdır. Elbette kimseye muhtaç olmadan hayatını devam ettirmek ve hayata değer katmak için çalışmak soylu bir davranıştır. Aynı şekilde tarihin ve doğanın derinliğine yolculuklar, dostluğa dayalı ziyaretler, başkalarının iyiliği adına yapılan çalışmalar, sorumluluk bilincini artırmaya yönelik tefekkürler zamana değer katan eylemlerdir. Nitekim, ibadet ve güzel ahlakın olmadığı bir zamanın da hakkıyla değerlendirildiği söylenemez. Dolayısıyla vakti bencilliğe ve kapitalizme esir etmekle zamanı bereketli kılmak arasındaki ciddi fark vardır. Ve aslolan zamanla yarışan değil, zamanla buluşan bir yaklaşımı benimsemektir.
Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz şöyle buyurur; “Bütün insanlar sabahlerin kalkarlar, yaptıklarıyla kimi kendini Allah’a ait kılarak nefsini azat eder, kimi de nefsini ziyan ederek kendini helak eder.” Buna göre her gün yeni bir pazardır. Bu pazarın iki unsuru zaman ve insandır. Gününü iyi değerlendiren, faydalı, hayırlı işler karşılığında nefsini kötülüklerin, pişmanlıkların ve cehennemin elinden alır ve onu özgür kılar. Ya da vaktini gelişigüzel şekilde değersiz işlerle geçirerek kendini heba eder. Bu pazarda insanın kazancı, zamana karşı yaptıklarıyla değerlendirilir. Bütün başarılar zamana kayıtlıdır. Zaman, sünnetullah denen ilahi bir kanuna tabidir ve onun işleyişine müdahale mümkün değildir. Boş verilen herşeyde heba edilen en büyük imkân zamandır. Ertelemek, zamanı zayi etmede sinsi bir hastalıktır.
Hayallerin ve ideallerin gerçekçiliği, içinde bulunulan ân ile ilişkisinde görülür. Dün geçmiştir, yarın meçhuldür. Her günün muhasebesini geceden yapmak, yarın için düşünülen her şeye bugün başlamak gerekir. Elbette yarına ve geleceğe dair planlar olacaktır, lakin başlamak için en uygun zaman yaşanan ândır. Henüz, zamana hasret yüklemeyen genç insanlar için şimdi “İbnü’l-vakt” ifadesi, yani anın talibi olma, anın kıymetini bilme ve zamanın künhüne vakıf olma üzerine düşünmenin tam vaktidir.
Zira “Dünya bir gündür o da bu gündür.”