Hz. Aişe (r.a.) validemizin bildirdiğine göre, bir kadınla beraber otururken yanlarına Hz. peygamber (s.a.v) girdi ve: “Bu kadın kimdir?”, diye sordu. Hz. Aişe (r.a.): Bu filan kadındır deyip onun kıldığı namazları uzun uzadıya anlatmaya başladı. Bunun üzerine Hz. peygamber (s.a.v.) efendimiz: “Bütün bunları sayıp dökmeyi bırak, gücünüz yettiği kadarıyla ibadet etmeniz size yeter. Vallahi siz amellerden usanmadıkça Allah da size sevap vermekten usanmaz.” buyurdu. Hz. Aişe (r.a.) devamla, Resulullah (s.a.v.)’in yanında “En sevimli ibadet kişinin devamlı yaptığı idi.” dedi (Buhari İman 32).
Din, insanların günlük yaşamlarını zorlaştırmak ve hayatı çekilmez bir ibadet döngüsünün içerisine koymak için gelmemiştir. Yaşam konusunda tavsiye edilen “ölçü” kavramı nafile ibadetler hususunda da geçerlidir. Günlük zaman takvimimizi oluştururken, her şeyi bir ölçü ile ayarlamalıyız. Ailemizin günlük nafakasının temini için, bedenimizin ihtiyaç duyduğu dinlenme vakti olan uyku ve günlük farz ibadetlerimizi yerine getirmek için bir planlama yapmaktayız. Bu planlamanın dışında kalan vakitlerimizi de yine ölçülü olarak eş, dost, akraba ziyaretleri ve nafile ibadetler olarak değerlendirebiliriz.
Asrı saadet döneminde, sahabe efendilerimizin bir kısmı, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yaptığı yoğun ibadetlere şahit olmuşlardır. Bu durumdan etkilenip, bundan sonra hiç uyumadan gecenin tamamını ibadetle geçireceklerini, yılın bütün günlerini oruçlu geçireceklerini ve ibadetlere engel olmasın diye hiç evlenmeyeceklerini söylemişlerdir. Hz. Peygamber (s.a.v.) onları uyarmış ve şöyle demiştir: “Dikkat edin Allah’a yemin olsun ki sizin Allah’tan en fazla korkanınız ve ona en saygılı olanınızım. Fakat ben bazan oruç tutar bazan tutmam, gece namaz da kılıyor uyuyorum da, kadınlarla da evleniyorum. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse o kimse benden değildir” (Buhari, Nikah 1).
Resulullah (s.a.v.)’e olan sevgilerinden ve bağlılıklarından dolayı ilk dönemlerde ve hatta sonraki dönemlerde de buna benzer bir çok olayla karşılaşmaktayız. Allah (c.c.)’ın sevdiği kullar içerisine girebilmek için Müslümanlar var güçleri ile çaba sarf etmişlerdir. Farz ibadetlerin dışında, nafile ibadetleri de mümkün mertebe arttırmaya çalışmışlardır. Mescidin duvarına ip asıp, yorgun düştüklerinde ipe tutunarak namaz kılanlar (Buhari, Teheccüd, 18); hep ayakta durup oturmayan, güneşte durup gölgelenmeyen ve konuşmayanlar olmuşlardır (Buhari, Eyman, 31). Bunların tamamı Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından uyarılmışlardır. Dinlenmenin, konuşmanın, uyumanın ve gölgelenmenin bir ihtiyaç olduğunu hatırlatmıştır.
Din, insanların günlük yaşamlarını kolaylaştırmak ve düzenlemek için gönderilmiştir. Zorluk ve sıkıntı oluşturmak için değil. Kur’an-ı Kerim’de Allah (c.c.) bu durumu şu şekilde haber vermektedir: “Ta-Ha, Ey Muhammed! Biz sana bu Kur’an-ı üzüntü ve sıkıntı çekmen için indirmedik” (Taha 20;1-2) ; “...Allah sizin için kolaylık istiyor, güçlük çekmenizi istemiyor” (Bakara, 2;185).
Müslüman, ne dünyayı terk edip hayatının tamamını nafile ibadetlere hasr eden, ne de ahireti ihmal edip bütün gayretini dünyaya adayan kişidir. Dünya ve ahiret arasındaki dengeyi gözetlemeli ve farz ibadetlerin dışında kalan nafile ibadetlerini de imkanı ölçüsünde yerine getirmeye gayret göstermelidir. Ama bunu yaparken “ölçü” kavramını da unutmamalıdır. Az da olsa nafile ibadetlerde önemli olan sürekli yapılmasıdır. Bunun için de kişinin kendisini ona göre ayarlaması gerekmektedir. Bir gün çok nafile ibadet yapıp, bir ay boyunca yapmayacağına, her gün devamlı olarak yapabileceği kadarını sürdürmek önemlidir.