Bu isim Rabbimizin kudretine iman, ihsanına itimat ve nezaketine şükran duymamızı telkin eden büyük isimlerden biridir. Çünkü Latîf, en ince işlerin bütün inceliklerini bilen ve onları kolayca yapandır.
Latîf olan Allah Teâlâ, bizim bile anlayamadığımız en derin duygularımızı anlar, kimseyle paylaşamadığımız en gizli dertlerimizi bilir ve lütfedeceği zaman en akıl almaz yollardan nezaketle lütfeder.
Gazzâlî’ye göre lütuf, fiilde şefkat ve nezaketle, idrakte nüfuz ve inceliğin aynı anda bulunması demektir ve bu sadece Allah’a mahsustur. Bu açıdan bakıldığında Yüce Allah’ın indirdiği dini, gönderdiği peygamberi de bir lütuf olarak algılamak gerekir. Her akıl sahibi kabul eder ki üzerinde gitmekte olduğumuz fakat nereye çıktığını ve ne gibi tehlikeler içerdiğini bilmediğimiz bir yol hakkında bize önceden bilgi verilip sakınılacak tarafların gösterilmesi bir mihnet değil, bir lütuftur.
Kısaca Latîf, her şeyden haberdar ve sınırsız lütufkâr olandır. O’nun her hâlimizi ve sıkıntımızı bildiğine, istediği zaman istediği nimeti bize ulaştırabileceğine ve bunu da zarif bir şekilde yapacağına iman etmenin vereceği huzur da bu ismin ikramlarındandır.
Kur’an-ı Kerim’de Latîf
Latîf ismi Kur’an-ı Kerim’de yedi yerde geçer. Bu yedi ayetin beşinde Habîr ismiyle birliktedir. (En’âm, 6/103; Hac, 22/63; Mülk, 67/13-14; Lokmân, 31/16; Ahzâb, 33/34) Bu ayetlerde Latîf isminden hemen sonra -bir konunun en gizli yönlerine bile vukufiyet demek olan- Habîr isminin gelmesi O’nun lütuf ve ihsanlarının nasıl yerli yerinde olduğunu gösterir. Çünkü her şeyden haberdar olan lütfetmektedir. O hâlde Allah (cc) bizim durumlarımızdan kesinlikle haberdardır ve eğer isterse O’nun lütuflarını bize eriştirmesine hiç kimse engel olamaz. Bu kesinlik kendimizi çaresiz hissedip ümitlerimizi yitirmemize engel olur. Malumunuz daima ümitvar olmak ruh sağlığının en önemli şartlarından biridir ve mutlak ümitsizlik, Allah Teâlâ hakkında suizan içerdiğinden küfür kabul edilmiştir.
Allah’ın lütfunu kuluna nasıl akıl almaz yollarla eriştireceğini en güzel şekilde anlatan Yusuf Kıssası’nın neticeye erdiği bölümde Hz. Yusuf yaşanan bütün olumsuzluklardan sonra erişilen güzel sonucu Latîf ismiyle ilişkilendirir. (Yûsuf, 12/100) Mekke döneminin en karanlık günlerinde inen bu sure Allah’tan asla ümit kesilmeyeceğini müminlerin kalbine işlerken Latîf isminin muhtevasını da gözler önüne serer. Buna göre belalara düçar olanlar karamsarca hayata küsmek yerine her durumda elinden gelenin en iyisini yapmak ve Allah’ın lütfundan ümit kesmemek durumundadır. Burada gözden kaçırmamamız gereken şey, belaya uğrayanın istikametini bozmaması ve hiçbir zaman ümitsizliğe kapılmaması gibi sonucu hepten Allah’a bırakıp elini kolunu bağlamak yerine her durumda elinden gelen en güzel hâli ortaya koymaya çalışmasıdır. Hz. Yûsuf’un hayatı baştan sona bu yaklaşımın en güzel örneğidir. Allah Latîf’tir; elbette lütfeder. Ama O’nun nizamına göre bu lütuf kulun gayret ve istikametini ortaya koymasını bekler.
Kahrın da Hoş Lütfun da
Rabbimizin lütufkârlığından kulları şüpheye düşüren şey bu lütufların bazen kahırlarla karışık olarak gelmesidir. Dünyada her lütfa bir elemin gizlendiğini; her ıstırabın da gizli bir lütuf içerdiğini göremeyenler Latîf isminin tecellisinden kuşkuya düşer; öyle olunca da kahırlar içinde boğulup gider, yaşadıkları durumlardan lütufları çekip çıkaramazlar. Niyâzî-i Mısrî’nin şu beyti tam da bu durumu açıklar:
Kahrı lütfu şey-i vahid bilmeyen çeker azap,
Ol azaptan kurtulup sultan olan anlar bizi.
Bazen vermek lütufsa bazen de vermemek lütuftur. Allah’ın vermediklerindeki lütfu görebilmek ancak O’na sonsuz güven duymakla mümkündür. Kişinin Rabb’ine güvenmesinin birinci şartı; iç dünyasındaki güven yeteneğini kaybetmemiş olması, ikincisi ise Rabb’ini mümkün olabildiğince bütün esmasıyla tanımasıdır.
Eğitimcilerin söylediğine göre insanın güvenme kapasitesini geliştiren ya da yok eden şey hayatın ilk yıllarında en yakınlarından gördüğü muameledir. Bebeklik dönemlerinde yanlış tutumlarımızın çocuklarımızın hayata, insanlara hatta Allah’a karşı güvensiz kalmalarına sebep olduğunu, bir inanca tutunma becerilerini yok ettiğini bilmek ve bu sorumluluğun kime ait olduğunu görmek gerekir. Yetişkinliğinde Allah’ın lütfuna güvenebilmesi için çocukluğunda anne babasına güvenebileceği bir ilişki kurmak şarttır. Konunun detayları için bu yazı doğru bir yer olmadığından ilgilenenleri çocukta güven duygusunun oluşumunu daha yakından incelemeye davet etmekle yetiniyoruz. Her insan kendince Allah’ın isimlerinin mazharıdır, ilkesine göre Latîf isminin tecelli ettiği insanın ahlakı ve davranışları nasıl olur, şimdi ona bakalım.
Latîf İsminin Tecellisi
Öncelikle bu isme tamamen inanmış ve teslim olmuş kişiler yukarıda söylendiği üzere kahırlarda gizli olan lütufları görür ve onlara yönelirler. Efendimizin (sas) söylediği gibi her durumdan hayırla çıkmayı bilirler. Aynı zamanda Rabbimizin Latîf ve Habîr isimlerini içselleştiren bir mümin her türlü gösterişçiliği ve yapmacıklığı terk edip samimiyet ve ihlası yakalayabilir. Böylece Rabb’ine karşı iç dünyasını tertemiz kılan kişi tüm âleme iyilik düşünen ve herkesle latifçe geçinen bir kişi olur. Gazzâlî’nin dediği gibi bu ismin tecellisiyle ahlakını donatanlar iyilik yaparken hissettirmeden, onur kırmadan ve gönül incitmeden yaparlar. Allah’ın kullarına müşfik davranır, insanları Allah yoluna davet ederken nezaket ve yumuşaklıkla hareket ederler.
Allah Teâlâ’nın bize ihsan ettiği şu kısacık ömürdeki sınırlı iyiliklerimizin sonsuz cennetlerle ödüllendirmesi O’nun lütfudur. Aynı şekilde Allah’ın latif kulları da ellerinin altındaki insanların çaba ve gayretlerini onların tahmininden de fazlası dikkate alır ve ödüllendirirler. Çünkü bilirler ki lütufkârlık büyüklüğün şanındandır.
Kâinatta gözlemlediğimiz ve insan fıtratının da aktığı güzellik ve estetiğe dair her şey Latîf isminin tecellisidir. O nedenle İslam’ın güzellik anlayışı letafeti de içerir. Latif olmayan güzel de değildir. Letafet insanın suretine ve siretine tecelli ettiği gibi nutkuna da tecelli eder. Bu durumda o kişinin sözleri ince nükteler barındıran latif sözlerden olur.
Sözün ustaları “Latife latif olmak gerekir.” derken bunu kastetmişlerdir. Netice olarak bütün varlık âlemi ve orada olup biten kevniyat hep Allah’ın lütfudur. Allah’tan lütuf isteyen olandaki lütfu görmeli, olacak olanın da kendi latifliğine bağlandığını bilmeli... Zira latif davranan lütfu daha çok hak eder.