Herkes, her şey yerli yerince giderse/gidiyorsa ne kitaba ne de rehbere ihtiyaç vardır. Oysa yarattıklarını en iyi bilen Yüce Yaratıcı ilk insanla beraber peygamber ve gene ilk insanla beraber kitap göndermiştir.
İyiliğin ve iyilerin egemen olmasını isteyen Cenabı Hak, insana iki seçenek sunmuştur. Sunduğu iki seçeneği de etraflıca tarif etmiştir. Eğer iyi şeyler yaparsanız iyi olursunuz, kötü şeyler yaparsanız kötü olursunuz. Bunun neticesi olarak da ya cennete, ya da cehenneme gidersiniz diye de belirtmiştir.
Ne emirler ne nehiyler müphem (kapalı) değildir. Allah bunları gönderdiği kitaplarda açık açık beyan ettiği gibi bu öğretilerin nasıl uygulanacağını da seçtiği rehberleri vasıtasıyla da insanlara öğretmiştir/göstermiştir.
Hz. İsa’nın; ‘görene göz, duyana kulak verilmiştir’, dediği gibi görmek ve duymak isteyenler için bu fısıltı ilk insanla beraber duyurulmaya başlanmıştır.
Allah nezdinde itibar zaafına maruz kalan “şeytan” bu durumunu insandan bilerek, ona karşı en denî aldatmacayı yapmaya çalışmıştır. Bunu yapacağını da açık açık Allah’a söylemiştir. ‘Mademki, senin huzurundan kovulmama sebep olan insandır. Ben de onun yoluna oturup, senin onlara iyi dediğine kötü, kötü dediğine de iyi göstereceğim. Onları senin yolundan saptıracağım’ der. Cenabı Hak’ta, ‘sen benim samimi kullarıma hiçbir şey yapamazsın…’ diyerek kullarını şeytana karşı müdafaa etmiştir.
Bütün bu gerçekliğe rağmen şeytan, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem ve hanımı Havva’yı yalanlarıyla kandırıp yasak meyveden yedirmek suretiyle Cennetten kovdurmuştur.
Koskoca dünya bir avuç insana tahsis edilmesine rağmen, kıskançlıktan tutun da her türlü ihtirasın varlığını ilk insanlarda görmekteyiz. Öyle ki, şeytanın aldatmacasıyla haset ve kıskançlığın sonucu olarak cinayet bile işlenmiştir. (Habil-Kabil)
Görüldüğü gibi hak-batıl, doğru-yanlış, güzel-çirkin hep vardır ve var olacaktır. İnsan da bu ikilemden birini seçecektir. Bu seçiminin neticesi olarak da karşılaşacağı neticeye razı olacaktır.
Yaptığımız tercihlerimizle nihayetsiz “zevk ve sefanın” veya “ahı –ininin” yaşanacağı o mutlak gerçekliğin vuku bulacağı ahirette belli olacaktır.
Akıllı insan; iyi ile kötü karşı karşıya geldiğinde iyi olanı seçendir. İyi Allah’ın tarif ettiği iyidir. Allah’ın tarif ettiği iyi de kulluk kitabımız Kuran’da ve onun Habibi’nin sünnetindedir. Yukarda da ifadeye çalıştığım gibi okuyabilene, dinleyebilene, anlayabilene, görebilene ve duyabilene gerçekler açık açık belirtilmiştir.
Bu hakikatin idrakinde olanlar, tebliğe/anlatmaya devam edecektir. Hem de son nefesine kadar. Bu anlatma/hatırlatma önce kendine sonra da ikinci şahıslara olacaktır.
İlahi hakikatler bu kadar sarih olmasına rağmen bazen insan nasıl oluyor da bu kadar serkeş olabilir diye şaşmamak mümkün değil. Maalesef ilk insanla beraber durum böyle olmuştur.
Bütün bu yaşanmışlıklara rağmen yeis/ümitsizlik yoktur. Çalışmak ve mücadele etmek vardır. İyilik artıyor ama kötülük de artıyor. Erdemliler çoğalırken sefihlikte o oranda artıyor.
Kabuğumuza çekilmeyeceğiz. Herkesi görmeye, her şeyi anlamaya çalışacağız. Ama asla kendimizi ihmal etmeyeceğiz. Dahası sık sık kendimizi muaheze ederek veya sanık sandalyesine oturtarak, Allah’ı mı yoksa onun düşmanlarını mı memnun etiğimize bakacağız.
Kemal Sayar Sadettin Ökten’e; “AŞK İLE ANI SEYRETMEK Gönül Sedası’ndan Akisler” kitabında “ne arttı da izafi olarak iyilik azaldı?” diye soruyor.
Hayatta karşılaştığım her insanı kendime bir şey öğretecek üstat bildim diyen Sadettin Ökten;
“Bencillik artınca, egoizm artınca iyilik azaldı.
Her insan kendini sever ama herkes “ben” deyince ötekine olan yaklaşım azaldı.
Hâlbuki kalbin kendisinden başkasını sevmeye ihtiyacı var. Kendinizi severseniz o size sadece bir ihtiras olarak döner.” diyor.
İyiliğin ve iyilerin artması için bizlere düşen gereksiz, lüzumsuz işleri azaltıp, onun yerine güzeli, güzellikleri ve iyiliği egemen kılmaya çalışmak olmalıdır.