“Bireyselleşme özgürleşme değildir...” diyor Kemal Sayar, ocağında muhabbetin tütmediğini ifade ettiği modern aile profilini anlatırken (Başı Sinuklar İçin Kılavuz).
Postmodern dünyanın koşuşturması içerisinde bireyselleştiğimiz, yalnızlaştığımız ve ailemiz başta olmak üzere yakınlarımızdan uzaklaştığımız iddiaları gündemimizi oldukça meşgul ediyor. Söz konusu bu durum öncelikle aile içi iletişimimizi olumsuz etkiliyor elbette. “Ocağında muhabbet tüten” aile olabilmenin yolu nereden geçiyor öyleyse...
Allahü Teala Hz. Musa’yı; İsrailoğullarına zulmeden ve ilahlık iddiasında bulunan Firavun’a onu imana davet için gönderirken “Yine de ona söyleyeceklerinizi yumuşak bir üslupla söyleyin…” (Tâhâ, 20/44) buyurmuştu. Firavun gibi kendisini insanların tanrısı ve onlara her türlü zulmü reva gören birine bile yumuşak sözle hitap edilmesi muhatabımız kim olursa olsun iletişimde izleyeceğimiz yolu ne güzel ifade etmektedir. Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın bize eşler yaratması, eşler arasında “meveddet ve rahmet” duyguları var etmesi O’nun varlığına delil kılınmaktadır. (Rûm 30/21.) Öyleyse Cenab-ı Allah’ın “kendisiyle huzur bulacağınız” diye nitelendirdiği eşler, aynı düşünce ve duyguda buluştukları anlarda olduğu gibi problem yaşadıkları anlarda da birbirlerine karşı kabalıktan uzak bir nezaket dili geliştirmelidir.
Lokman (a.s)’ın oğluna “...Yavrucuğum! Allah’a ortak koşma! Çünkü ortak koşmak elbette büyük bir zulümdür.” (Lokman, 31/13) şeklindeki öğüdü yuvamızın neşesi, Allah’ın emaneti evlatlarımız ile iletişimimizde geliştirmemiz gereken dile bir rehber niteliğindedir. Sevgili Peygamberimizin (s.a.s), aç olduğu için hurma ağaçlarını taşlayan ve cezalandırılması için yanına getirilen bir çocuğa “Hurmaları taşlama da altına düşenlerden ye.” (Ebû Dâvûd, “Cihad”, 85) sözleri göz aydınlığı evlatlarımızı “dinlemeden yargılamamayı” da bizlere öğütlemektedir. Hele ki, bir gün ashaptan bazıları ile otururken kendisine ikram edilen içeceği oradaki yaşlılarla paylaşmadan evvel yine o mecliste bulunan çocuğun rızasını alması ve çocuğun kendisinden başlaması yönündeki talebi üzerine ikrama çocuktan başlaması (Müslim, “Eşribe”, 127); bulunduğu ortamda yok sayılmadan, varlığının önemsenmesinden mutlu olacak gözümüzün nuru evlatlarımıza “senin varlığını önemsiyorum” demenin uygulamalı şeklidir.
Allahü Teala kendisinden başkasına ibadet edilmemesini emrederken akabinde ana-babaya iyi davranılmasını buyurarak (İsrâ, 17/23); sevgi, saygı, sabır, merhamet, adalet, sadakat, şükür ve kanaat gibi değerlerin aile içinde yerleşmesini sağlayan anne baba ile diğer büyüklerimizle olan iletişim ve muamelemizde tabi olacağımız esasları kesin bir ifadeyle vurgular. “Onlara merhametle ve alçak gönüllülükle kol kanat ger. “Rabbim! Onlar nasıl küçüklükte beni şefkatle eğitip yetiştirdilerse şimdi sen de onlara merhamet göster.” diyerek dua et.” (İsrâ, 17/24) ayeti rikkat-i kalp yolcusu için ne kadar da calib-i dikkattir. En savunmasız haliyle küçücük bir bebekken kendisine emanet verilen evlatlarına ömrü boyunca merhametle yaklaşan anne ve babamıza, “varlığıma, yardımıma ve korumama en çok ihtiyaç duyduğunuz döneminizde yanı başınızdayım.” diyerek adeta empati duygumuzu en derinlerde yaşatan bir hatırlatıcıdır.
O halde aile içinde geliştirdiğimiz iletişim dili, başta aile fertleri arasındaki huzurun tesisi için son derece kıymetlidir.
Varlığıyla güven bulduğumuz eşimize karşı geliştirdiğimiz nezaket dilinin,
Erdemli olmayı bizzat yaşayarak örnek olmaya çalıştığımız evlatlarımıza aktardığımız samimi duyguların,
Karşılaşabileceğimiz her türlü zorluğa karşı güçlü ve gayretli olmayı öğrendiğimiz büyüklerimize sunduğumuz sevgi ve saygının aile içerisinde muhabbete ve toplumsal huzura vesile olması temennisiyle...