Zifiri karanlığı yırtarak güneşi çıkaran, tohumu ve çekirdeği çatlatarak filizi söktüren, Kızıldeniz’i ikiye bölerek inananlara yol açan; cümle âlem yok iken var eden Allah’a hamd olsun.
O Allah ki bugüne kadar çokça kapılar açmıştı bizlere. Ama artık kapılarımız kapalı; arzularımız kilitli, planlarımız sürgülü… Bundan önce açılan kapılardan çıktık da ne oldu; girdik de ne oldu. O kapılar bir gün tekrar açıldığında ilk nereye gideceğiz, bunu en iyi bilen Allah, duvarlarımızda pencereler olduğunu hatırlattı bizlere.
İnsan, pencereden baktığı bir yerin içerisinde değildir. İçerisinde olunca dikkatimizi bile çekmeyenleri pencereden baktığımızda fark ederiz. Bir dostun omzuna yaslanır gibi pencere pervazlarına yaslanmış başlar, umutludur, rahmeti gözler. Pencereden bakmak, beklemek demektir aslında. Ümidi kesmemektir. Bir yere ayrılmadan, olduğun yerde beklemek ve geleni birkaç saniye daha erken görebilme isteğidir. Azabı bekleyenler pencereden bakmaz. Pencerede olanlar, ancak rahmeti bekleyenlerdir.
İnsan hep bekler aslında. Bazen sabahı, bazen akşamı. Mevsimleri bekler, saatleri de. Şifa bulmayı bekler hastalığından. İş sahibi olmayı bekler. Bazen eşini, bazen çocuğunu bekler. Verdiği emeklerin karşılığını görmeyi bekler. Konuştuğunun da sustuğunun da anlaşılmasını bekler. Bazen merhametli bir el, bazen de samimi bir söz bekler. İnsan, beklemekten ibarettir. Yeter ki beklediği duraklar güzel olsun. Durakları güzelleştirense, beklemenin güzelliğidir. Beklemek nasıl mı güzel olur? Hamd ve tevekkül ile faydasız sözleri terk ederek… Dağlardan kır çiçekleri toplar gibi ibret çiçekleri toplayarak… Hayranlık içerisinde, “Bu kusursuzluğu Senden başkası yaratmış olamaz.” demenin formülü, “Subhanallah” zikrini eksik etmeden…
Sığındığımız evlerimizde, dijital ekrandaki pencerelerden de olsa sevdiklerimizi görebiliyoruz. Salonumuzun başköşesindeki pencere, belki de ilk defa bu kadar fayda veriyor çocuklarımıza ve gençlerimize. Uyurken başka âlemleri gösteren pencerelerimiz; rüyalarımız da var. Camilerin renk desenli pencerelerine benzeyen revzen sahipleri ise define bulmuş gibi mutlu evlerinde.
Çoğu insan, cam kenarında seyahat etmek ister. Zira yol da hedefin bir parçasıdır. Yolu kat ettikçe hedefine yaklaşmanın keyfini sürer. Şimdilerde evlerdeki pencere kenarında, yürüdüğümüz hayat yolunun sağlamasını yapma zamanı. Takip ettiğimiz yolun istikameti hedefi tutturabilecek mi?
Hani bir zamanlar, inançlarını koruyabilmek için mağaraya sığınan bir grup genç vardı. Bizler de gövde olmazsa dal olmayacağı için canımızı koruyabilmek adına evlerimize sığındık. O bir grup genç, sadece mağaraya sığınmakla kalmadılar, tedbirlerine dualarını da katık ettiler: “Ey Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver, içinde bulunduğumuz şu sıkıntılı durumdan kurtaracak bir çıkış yolu göster (Kehf, 18/10).” Hallerimizin Ashâb-ı Kehf ile benzeştiği şu günlerde dualarımızı da onların dualarına benzetmek lazım. Cenâb-ı Hak, dualarına karşılık vererek o gençleri sığındıkları mağaranın içinde uykuya daldırmıştı. Böylece artık sıkıntı hissetmemişler, bedenen de ruhen de dinlenmişlerdi. Onları uyurken biri görseydi, uyanık olduklarını zannederdi. Peki, bizi uyanıkken dahi görecek olan, uyanık olduğumuzu anlayabilir mi? Onlar uyandıklarında, ne kadar uykuda kaldıkları üzerine kısa bir konuşma yapsalar da “Ne kadar uyuyup kaldığımızı Rabbimiz daha iyi bilir (Kehf, 18/19).” diyerek faydasız sözleri bir kenara bıraktılar. Bizler de, evlerimizde daha ne kadar kalacağız, gibi faydasız konuşmalardan kaçınabilseydik keşke, onlar gibi erdemi ve hikmeti kuşanabilseydik. Bir zaman sonra, yiyecek almak için çarşıya gidecek olan arkadaşlarını şöyle tembihlediler: “Helal ve temiz olan yiyecekler al!” Ya biz? Evlerimizden çıktıktan sonra helal ve temiz olanlarla yetinebilecek miyiz? Kıssadan hisse almayanlar, bu olup bitenler üzerine o gençlerin sadece sayıları hakkında tartışmaya giriştiler (Kehf, 18/22). Salgın hastalık sürecinden sonra bizim de dilimizde kalanlar, bazı rakamlardan ibaret mi olacak sadece?
Biz hangi penceredeyiz? Pencereler de insanlar gibi muhtelif. Pencereler vardır, yüksekte ama gelip geçenlerin adımlarını gören sadece. Pencereler vardır, kimseyi görmeyip ufku gören. Pencereler vardır, küçük, bir çift göz kadar, hapishane koğuşuna açılan. Tamamı pencere olan duvarlar vardır; Belkıs’ın, bastığı şeffaf zemini, su sanıp eteğini topladığı gibi, insana kendisini dışarıda hissettiren.
Pencere durağının her kesimden sakinleri olarak tek bek lediğimiz Senin rahmetindir Ya Rabbi! Rahmet çınarının gölgesinde ne zaman serinleyeceğiz? Orucu da mı pencerede tutacağız? Kaç Cumaya daha pencereden bakacağız? Kaç duaya “Âmin” diyeceğiz, ellerimizi yüzümüze süremeden? Kaç secdeye varacağız, dizlerimizin yerle birleştiği ânın bestesi kubbelerde yankılanmadan? Bir pencere kenarında boynumuz bükük, ilan etmek istiyoruz ki Cuma yük değil; özgürlüktür!