Peygamber Efendimiz (sas) nasıl bir öğretmendi?
Peygamberimizin (sas) ahlâk sistemi, onun eğitim ve öğretim yöntemi, beden, zihin, ruh ve duygu dünyası bakımından güçlü, sağlıklı ve dengeli bir neslin yetişmesi ve geleceğe hazırlanması için en değerli örneğimizdir.
Kur’an-ı Kerim’in zengin ve canlı örneğini sergileyen ve ahlâkî güzellikleri tamamlamak için gönderilen Peygamber Efendimiz (sas)) hikmetle bezenmiş bilge bir muallimdi.
Her yönüyle hayatımıza rehber olan Peygamberimiz (sas), ilim öğrenmede de bizlere yol göstermiş ve teşvik etmiştir.
Bir gün evinden çıkıp mescide giden Peygamberimiz (sas) orada halka olmuş iki grupla karşılaşmıştı. Birisinde Kur’an okuyorlar ve Allah’a dua ediyorlardı, diğerinde ise ilim öğreniyorlar ve öğretiyorlardı. Sevgi ve rahmet dolu bakışlarıyla onlara ilgi gösteren Resûl-i Ekrem (sas), "Her biri hayır üzeredir. Şunlar Kur’an okuyorlar ve Allah’a dua ediyorlar; Allah dilerse onlara verir, dilerse vermez. Bunlar da ilim öğreniyorlar ve ilim öğretiyorlar. Ben de muallim olarak gönderildim." (Dârimî, Mukaddime, 32) buyurdu ve onların halkasına katıldı.
“İlim talep etmek her Müslüman’a farzdır.” (N1164 Nesâî, Tatbîk, 100) Hadis-i şerifi ile Peygamberimiz bir anlamda, eğitim ve öğretimin dönüştüren, değiştiren, geliştiren ve geleceğe hazırlayan özelliğine atıfta bulunarak kadın-erkek bütün Müslümanları ilme şöyle teşvik ederdi: "Kim ilim tahsili için bir yola girerse Allah ona cennete giden yolu kolaylaştırır. Allah’ın evlerinden bir evde, Allah’ın Kitabı’nı okuyan ve kendi aralarında onu araştırıp öğrenen bir topluluğun üzerine sekinet iner, onları rahmet bürür, etraflarını melekler sarar ve Allah onları huzurunda bulunanlara anar. Kimin ameli kendisini geriletir ise soyu onu ileri götürmez.” (M6853 Müslim, Zikir, 38)
O hem öğretmen hem de öğrenciydi.
Resûl-i Ekrem (sas) Hz. Âişe’ye "Allah beni sıkıntı verip zorlaştırıcı olarak göndermedi. Beni ancak kolaylaştırıcı bir öğretmen olarak gönderdi." (M3690 Müslim, Talâk, 29) buyurarak kendisini eğitici ve öğretici olarak tarif etmişti.
Allah Rasülü’ne abdesti, namazı öğreten Cebrail (as)’dı. O’na imam oldu. Ramazan ayında karşılıklı Kur'an okudular. İnen âyetleri tekrar ettiler. Çok cömert olan Nebî Aleyhisselâm'ın cömertliği Cebrail ile buluştukları Ramazan ayında daha da artardı.
Allah Rasûlü, Cebrail (sas) vasıtasıyla öğrendiği her şeyi bizzat hayatına geçirir sonra ashâbıyla paylaşırdı. Kendisine arz edilen meselelerde bilgisi varsa, cevabını hemen verir; aksi hâlde bir vahiy gelene kadar beklerdi.
O, bildiğiyle amel ederdi
Allah Resûlü Mekke’nin fethinde, "Ey Kureyş topluluğu! Şimdi benim, sizin hakkınızda ne yapacağımı düşünüyorsunuz?" diye sormuş, Kureyşliler de şöyle karşılık vermişlerdi: "Biz senin hayır ve iyilik yapacağını umarak, 'Hayır yapacaksın!' deriz. Sen, kerem ve iyilik sahibi bir kardeşsin! Kerem ve iyilik sahibi bir kardeş oğlusun!.." Bunun üzerine Resûlullah şu manidar sözleri söyledi: "Ben de Hz. Yusuf'un kardeşlerine dediği gibi, 'Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok! Allah sizi affetsin! Şüphesiz O, merhametlilerin en merhametlisidir.' (Yûsuf, 12/92.) diyorum. Haydi, gidiniz! Artık serbestsiniz." demiştir.
Allah Resûlü’nün eğitimin metodunda muhataplarına yumuşak davranmak esastı.
Mütebessim çehresi, tatlı dil ve güzel üslûbuyla muhataplar üzerinde hep olumlu izler bırakırdı.
Hz. Âişe (ra), Peygamber Efendimizin insanları eğitirken benimsediği konuşma üslûbunu şöyle anlatıyordu: "Resûlullah sizin gibi hızlı hızlı konuşmazdı. Yanındakilerin ezberleyebileceği biçimde tane tane ve yavaş konuşurdu. Hatta Bir olayı anlattığı zaman isteyen kişi onun sözlerini sayabilirdi."
Resûl-i Ekrem (sas) diyaloglarında, beden dilini kullanırdı
Câbir b. Abdullah (ra), Resûllullah’ın hutbe verişini şöyle anlatmaktadır: "Hz. Peygamber hitap ettiği zaman gözleri kızarır, sesi yükselir, sanki bir orduyu uyarıyormuşçasına celallenirdi... Bir defasında işaret parmağıyla orta parmağını bitiştirerek, 'Kıyamet ile ben, şu şekilde (yakın) gönderildim.'" M2005 Müslim, Cum’a, 43) buyurdu.
Hz. Peygamber’in, ellerini de şöyle kullandığı anlatılmıştır: "(Herhangi bir şeye veya yere) işaret ettiği zaman bütün avucuyla işaret ederdi. (Herhangi bir hususa) şaşırdığı zaman avucunu ters çevirirdi. Konuşurken avuçlarını birleştirir ve sağ avuç içini, sol başparmağına vururdu." (TŞ226 Tirmizî, Şemâil 97)
O, beşerî ilişkilerde ve eğitim öğretim faaliyetlerinde muhatapların durumuna göre muamele ederdi.
Kendisinden tavsiye isteyen insanların her birinin durumunu, anlayış seviyesini, ruh hâlini ve ihtiyacını dikkate alarak farklı tavsiye ve muamelede bulunurdu.
Allah Resûlü bilginin peşinde koşan, ilim öğrenmek isteyen insanlarla yakından ilgilenilmesini, onların güzel bir şekilde karşılanıp ihtiyaç duydukları konularda bilgilendirilmelerini ister ve şöyle derdi: "Size doğu tarafından ilim öğrenmek için insanlar gelecektir. Size geldiklerinde onlara iyiliği tavsiye ediniz." (T2651 Tirmizî, İlim, 4)
Sevgili Peygamberimiz (sas) eğitim ve öğretim faaliyetlerinde, verimli ve uygun zaman dilimini göz önünde bulundururdu.
Bir adam Abdullah b. Mes’ûd’a gelerek, "Senin her gün bize vaaz vermeni isterdim!" demişti. Abdullah b. Mes’ûd ona, "Sizi usandırırım endişesi beni bundan alıkoyuyor. Bu sebeple ben vaaz için sizin uygun zamanlarınızı gözetiyorum. Nitekim Resûlullah (sas), bıkkınlık vermesinden endişe ederek bize sadece belli günlerde vaaz ederdi." şeklinde karşılık vermişti. Zira anlatılanlara ilgi ve iştiyak uyandırması bakımından bu yöntem, eğitim psikolojisi açısından önem arz ediyordu.
Sevgili Peygamberimiz, muhatabını mahcup etmez ve onu güç durumda bırakmazdı.
Medineli genç sahâbî Muâviye b. Hakem, yasak olduğunu henüz bilmediği sıralarda namaz esnasında aksıran birisine "Yerhamükellâh" demişti. Cemaat, bakışlarıyla ona tepki göstermiş, o da "Yazıklar olsun! Ne oluyor da bana bakıyorsunuz?" diye karşılık vermişti. Üstelemeleri üzerine ise susmak durumunda kalmıştı. Namazın ardından Hz. Peygamber’in kendisine nasıl davrandığını şöyle anlatıyordu: "…Ne ondan evvel ne de sonra daha güzel öğreten birini gördüm. Vallahi Resûlullah bana ne surat astı ne vurdu ne de azarladı. Sadece, 'Bu namazdır; namaz kılarken konuşulmaz. Namaz ancak, tesbihtir, tekbirdir ve Kur’an okumaktır.' dedi."
Hz. Peygamber, insanların kusurlarını yüzlerine vurmaz, hoşlanmadığı tutum ve davranışlar karşısında, "Şu insanlara ne oluyor ki!" veya "İçinizden bazıları şöyle şöyle yapıyorlarmış!" gibi ifadelerle isim vermeden uyarıda bulunarak anlatımda dolaylı bir üslûbu tercih ederdi. Böylelikle muhataplar, topluluk içinde bir mahcubiyet duymadan gerekli dersleri çıkarırlardı. Söz gelimi Resûl-i Ekrem, Ezd Kabilesi’nden İbnü’l-Lütbiyye’yi zekât toplamakla görevlendirmişti. Bu zat daha sonra bazı mallarla gelip Resûl-i Ekrem’e, "Şu size aittir, bu da bana hediye olarak verildi." demişti. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem minbere çıkıp "Benim görevli olarak gönderdiğim bir memura ne oluyor ki, 'Şu size aittir, bu da bana hediye olarak verildi.' diyebiliyor! Bu kişi babasının veya anasının evinde otursaydı da bir baksaydı kendisine yine hediye verilir miydi, yoksa verilmez miydi?" diyerek zekât tahsildarının hediye almasını bir nevi rüşvet veya görev suiistimali olarak görmüş ve bu vesileyle herkesi bu tür şeylerden sakındırmıştı.
İnsanları eğitirken ve onlara bir şeyler öğretirken kolaylık göstermek, Hz. Peygamber’in öne çıkan eğitim metoduydu.
"Kolaylaştırın zorlaştırmayın, sevindirin nefret ettirmeyin!" sözü ile tavsiyede bulunurdu.
Kutlu Nebî insanları eğitirken zaman zaman onlara iltifat ederek motive etme yöntemini kullanırdı.
Bir gün sahâbenin hafızlarından olan Übey b. Kâ’b’a, "Ey Ebu’l Münzir! Ezberinde olan âyetlerden hangisi daha büyüktür?" diye sormuştu. O da Allah ve Resûlü daha iyi bilir, deyince, Resûlullah aynı soruyu tekrar sordu. Übey b. Kâ’b, "Allâhü lâ ilâhe illâ hüve’l-Hayyü’l-Kayyûm" deyince Kutlu Nebî onun göğsüne hafifçe vurarak, "Ebu’l-Münzir, ilim sana mübarek olsun!" buyurdu. Yine Ebû Hüreyre’nin, "Kıyamet gününde senin şefaatinle en çok kim mutlu olacak?" sorusu üzerine Allah Resûlü, "Ey Ebû Hüreyre, senin bu konulara düşkünlüğünü bildiğim için bu soruyu senden önce kimsenin sormayacağını tahmin ediyordum. Kıyamet günü, benim şefaatimden en çok mutlu olacak kişiler içten bir şekilde 'Allah’tan başka bir ilâh olmadığını' söyleyenlerdir." buyurarak onun soru sormasından memnun olmuş, onu övmüş ve bu şekilde davranmaya teşvik etmişti.
Peygamberimiz, muhatabını uyarmak, onun ilgi ve merakını artırmak için farklı şekillerde sorular sorarak konuya dikkat çekerdi.
Önemli gördüğü hususları tekrarlardı. Bazen de dikkatleri toplamak için sadece giriş cümlelerini tekrarlardı. Bir gün, "Burnu yere sürtülsün! Burnu yere sürtülsün! Burnu yere sürtülsün!" buyurarak söze başlamıştı. Ashâb hemen meraklanmış, "Kimin yâ Resûlallah?" diye sormaktan kendilerini alamamışlardı. Bunun üzerine Allah Resûlü, "Yaşlı anne babasına veya birine yetişip de onlardan dolayı cennete girmeyenin!" buyurmuştu.
Peygamber Efendimize Kevser Sûresi nazil olduktan sonra, "Bismillâhirrahmanirrahim." diyerek okumaya başladı ve sûreyi bitirdi. Sonra, "Kevser nedir bilir misiniz?" diye sordu. Sahâbe, "Allah ve Resûlü daha iyi bilir." dediler. Bunun üzerine, "O, Rabbimin bana vaat ettiği, cennette bir nehirdir." buyurdu.
Peygamberimiz bazen bir konuyu herkesin anlayabileceği bir örnekle tasvir ederek anlatırdı.
Soyut olan şeyi somut olana benzeterek zihnin daha kolay kavramasını sağlardı.
Resûl-i Ekrem risaleti kabul edenlerle etmeyenleri şöyle bir meselle tasvir etmişti: "Allah’ın benim vasıtamla gönderdiği hidayet ve ilim, bol yağmura benzer. Bu yağmur bazen öyle verimli bir toprağa düşer ki onun bir kısmı toprağı suya doyurur ve bol ot yetişir. Bir kısım toprak kurak olur, suyu üstünde tutar, gölet olur da Allah onunla insanları yine faydalandırır; ondan hem kendileri içerler hem de hayvanlarını sularlar, ekin ekerler. Bu yağmur bir de kıraç toprağa düşer; ne suyu üstünde tutar ne de ot bitirir. İşte Allah’ın dinini anlayıp da benim vasıtamla gönderdiği hidayet ve ilimden faydalanan ve bunu bilip de başkasına bildiren kimse ile bunu duyduğu vakit kibrinden başını bile kaldırmayan ve Allah’ın benimle gönderilen hidayetini kabul etmeyen kimse böyledir." B79 Buhârî, İlim, 20; M5953 Müslim, Fedâil, 15
Peygamberimiz (sas), anlatacağı konuların daha iyi anlaşılması ve öğrenilmesi için zaman zaman şekiller çizer, benzetmeler yapardı.
Abdullah b. Mes’ûd’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.s.) bir gün düz bir çizgi çizdi ve "Bu, Allah’ın yoludur." buyurdu. Ardından bunun sağından solundan bazı çizgiler çizdi. Sonra, "Bunlar birtakım yollardır. Her yolun başında, ona çağıran bir şeytan vardır." buyurdu. Sonra da şu âyeti okudu: "Şüphesiz ki bu, benim dosdoğru yolumdur. O hâlde ona uyun. Başka yollara tâbi olmayın. Sonra sizi onun (yani Allah’ın) yolundan ayırır."
O’nun nezdinde çocukların ve gençlerin özel bir yeri vardı.
Çocukluk ve gençlik yıllarında hayatı anlamlı kılacak pratik öğütler, düşünce ve inanç esasları onun ilk öğrettiği şeyler arasındaydı.
Peygamberimiz (s.a.s.), çocuklara olan sevgisini bazen onlara dua ederek, bazen onları kucaklayıp öperek, bazen kucağına oturtarak gösterirdi. Nitekim Üsâme b. Zeyd, Resûlullah’ın (s.a.s.) kendisini bir dizine, Hasan’ı da öbür dizine oturtup, onları bağrına bastığını ve onlar için şöyle dua ettini aktarmıştır: "Allah’ım, bu ikisine merhamet et! Ben de onlara merhamet ediyorum." Bazen de çocukları bineğine alarak, omuzlarında taşıyarak, yanaklarını okşayarak onlarla ilgilenirdi.
Allah Elçisi’nin çocukların arasına karışıp onlarla çocuk olduğu, şakalaştığı ve oyun oynadığı olurdu. Mesela Medine’nin Hazrec Kabilesi’ne mensup bir ailenin çocuğu olan Mahmûd b. Rebî’, beş yaşında iken Resûlullah’ın, kendilerine ait olan kuyudan çektiği suyu yüzüne püskürttüğüne dair bir hatırasını anlatmaktadır.
Hz. Peygamber (sas), çocukları sadece sevmekle kalmaz, kişiliklerine saygı gösterir ve onlara iltifat ederdi.
Bu amaçla, bazen oyun oynayan çocuklara selâm verir, bazen onların kıyafetlerini över, bazen de hastalandıklarında ziyaretlerine giderdi.
Rahmet Peygamberi, gençlerle ilişkisinde onurlandırıcı, güven verici, cesaretlendirici, akılcı ve ılımlı bir tarz benimsemiştir.
Resûlullah, gençlere bir iş verdiği zaman, tecrübesizlik faktöründen kaynaklanan ürkekliği yok edecek bilgi ve güveni de verirdi.
Hz. Ali (ra) genç yaşta Yemen’e kadı olarak görevlendirildiği zaman, genç ve tecrübesiz oluşunu gerekçe göstererek ilk başta çekingen davranmış, bunun üzerine Allah Resûlü, mübarek elini onun göğsüne vurmuş ve "Allah’ım, bunun kalbine hidayet ver ve lisanını sabit kıl!" buyurarak duasıyla onu cesaretlendirmiş ve ona bir davada nasıl hüküm vermesi gerektiğini anlatmıştı. Hz. Ali, "Bundan sonra iki kişi arasında hüküm verme konusunda hiç tereddüt etmedim." demiştir.
Peygamberimiz, gençlik hevesleri konusunda delikanlılardan sadır olabilecek aşırılıkları, onları kırmadan, incitmeden, küçük düşürmeden engeller, ikna olmaları için uğraşırdı. Bir defasında, nefsine hâkim olamayıp artık zina etmek istediğini belirten bir delikanlı, Peygamberimize gelerek İslâm’ın haram kıldığı bu fiili işlemek için izin istemişti. Sahâbîler hemen onu susturmaya kalkışmışlardı. Ancak Resûlullah onlara müsaade etmemiş, genci yanına oturtmuş ve sırasıyla ona annesiyle, kızıyla, kız kardeşiyle, halasıyla ve teyzesiyle bir başkasının zina etmesine razı olup olmayacağını sormuştu. Genç her seferinde "Hayır" cevabını vermiş ve Resûlullah da her seferinde diğer insanların da buna razı olmayacağını sakin bir dille anlatmıştı. Sonra "Allah’ım, bu gencin günahını bağışla, kalbini temizle, ırzını koru!" diye dua etmiş ve delikanlı bu niyetinden vazgeçmişti.
Peygamberimiz (sas) insanları gözlemler ve onların her an yanında olurdu
Enes b. Mâlik’in kardeşi Ebû Umeyr’in Nuğayr adında küçük bir serçesi vardı. Karşılaştıklarında Hz. Peygamber onun da hatırını sorardı: "Ebû Umeyr! Serçecik ne yapıyor?" (Buhârî, Edeb, 81) Yine gelmişti Allah Resûlü. Ebû Umeyr’in neden böyle mahzun olduğunu sordu. “Serçesi öldü, ondan böyle mahzun” dediler. Rahmet peygamberi onu yine okşadı, sevdi. Teselli edip başsağlığı diledi.
O, bir probleme alternatifini göstererek çözüm yolu bulurdu.
Râfi’ b. Amr el-Gıfârî’nin anlattıkları bu eğitim metodunda oldukça dikkat çekicidir: "Henüz çocuk iken ensarın hurma ağaçlarını taşlamıştım. Bunun üzerine beni Peygamber’e (sas) götürdüler. O bana 'Yavrum, hurmayı niçin taşlıyorsun?' diye sordu. Ben, 'Yemek için!' diye cevap verince Resûlullah (sas), 'Hurmayı taşlama, altına düşenlerden ye.' dedi. Sonra başımı okşadı ve 'Allah’ım, bu çocuğun karnını doyur!' diye dua etti. Resûlullah, bazen "Yavrucuğum" ifadesiyle çocuğun duygu dünyasına hitap ediyor, dikkatini topluyor ve söylediklerinin iyi bellenmesini sağlıyordu. Nitekim Enes b. Mâlik der ki, "Resûlullah (sas) bana, 'Yavrucuğum! Hiçbir kimseye kin ve düşmanlığın olmadığı hâlde sabahlamayı ve akşamlamayı başarabilirsen bunu yap!' dedi. Sonra da şöyle buyurdu: 'Yavrucuğum! Bu benim sünnetimdir. Kim benim sünnetimi hayata geçirirse gerçekten beni seviyor demektir. Beni seven kimse de benimle birlikte cennette olur.'"
Peygamberimiz (sas) bazı durumlarda anlattıklarının daha iyi anlaşılıp kavranabilmesi için bizatihi uygulayarak anlatırdı.
Bir gün bir bedevi Resûlullah’ın yanına gelerek abdestin nasıl alınacağını sordu. Hz. Nebî abdest uzuvlarını üçer defa yıkayarak ona abdest almayı gösterdi. Sonra da "Abdest budur. Bundan fazla yapan kimse, günah işlemiş, sınırı aşmış veya haksızlık etmiş olur." buyurdu.
İnanç, amel ve ahlâk konularına dair peygamberimiz (sas) kıssalar anlatırdı.
Kıssa anlatımı, muhatabın ilgisini çeken, dinlendiren, özendiren hatta onu büyüleyen bir yöntemdir. Geçmiş nesillerden iyi ve kötünün örnekleri verilerek anlatılan, iyiliğe teşvik edici veya kötülükten caydırıcı bu kıssalarda, dinî ve ahlâkî mesajlar mükemmel bir uyumla yerleştirilmiş, eski kavimlerin yaşadıkları iyi ve kötü olaylar edebî sanat ve tasvirlerle anlatılmıştı.
Onlar gibi davrananların aynı akıbete uğrayacakları vurgusu yapılarak hitap kitlesinin anlatılanlardan ibret ve ders alması hedeflenirdi. "…Kıssayı anlat; belki düşünürler." (A’raf 176) âyeti, bir yöntem olarak eğitimde kıssaların etkisinden faydalanmaya işaret etmektedir.
His ve heyecan uyandıran, düşündüren ve geçmişten ibret almayı sağlayan kıssalar, yüce değerlerin, zor ve çetrefil konuların anlaşılmasında etkili vasıtalardı. Zira somut örnek vererek tasvir, teşbih ve temsil gibi edebî sanatlar kullanarak bir konuyu anlatmak, muhatap için eğitici bir değer taşıyor ve manevî bir destek sağlıyordu.
Ayrıca kıssalar, felâket ve sıkıntılara karşı dayanma gücünü artırıyor; dua, teselli, sabır ve tevekkül mesajlarıyla benzer problemleri yaşayan kişileri motive ediyordu. Bu yüzden çocuklar ve gençler başta olmak üzere sahâbe, Hz. Peygamber’in anlattığı kıssaları büyük bir dikkat, iştiyak ve heyecanla dinlerlerdi.
Hapsettiği bir kedinin ölümüne sebep olduğundan cehenneme giren ve azap gören bir kadının hâli, susuzluktan nemli toprağı yalamakta olan bir köpeğe kuyudan su çıkarıp verdiği için Allah’ın hoşnut olup bağışladığı bir adamın durumu Peygamberimizin anlattığı kıssalardan bazılarıdır.
Resûl-i Ekrem, prensip olarak faydasız ilimden kaçınır, faydalı ilim isterdi. Onun en çok tekrarladığı ve hatırda tutulmasını arzu ettiği dua cümlelerinden birisi şöyleydi: "Allah’ım, senden faydalı bir ilim, helâl bir rızık, tarafından kabul gören bir amel istiyorum!"
"Allah’ım, doymayan nefisten, korkmayan kalpten, faydasız ilimden ve kabul olunmayan duadan sana sığınırım!" diyerek de faydasız bilgiden kaçınılması gerektiğini vurgulardı.