Bakara sûresinin gelen âyetleri Ramazan orucunun farz kılındığını haber vermişti. Resûlullah'ın tebliğ ve teşvik ettiği herşeyi, “İşittik ve itaat ettik. ” diyerek büyük bir aşkla yerine getirmeye çalışan sahâbe-i kirâm, bu ibadeti de gerektiği gibi yapmaya gayret ve özen gösteriyorlardı.
Orucun farz kılındığı bu ilk dönemlerde sahâbîler, iftar ettikten sonra gece uyumadıkları müddetçe yiyebiliyor, içebiliyor, eşleriyle birlikte olabiliyorlardı. Fakat akşam olduğunda, iftar vakti dâhil, herhangi bir vakitte uyumaları hâlinde uyanınca bunların hiçbirini yapamıyorlar, ertesi gün güneş batıncaya kadar oruçlu sayılıyorlardı. Bir gün Kays b. Sırma (ra) adlı bir sahâbî yorgun argın evine gelerek hanımından iftar için yemek hazırlamasını istemişti. Fakat bütün gün çalışan Kays, hanımı gelene kadar yorgunluktan uyuyakaldı. Böylece hiç yemek yiyemeden ertesi günün orucuna başlamak zorunda kaldı ve yine tarlasında çalışmaya başladı. Ancak günün ortasında açlık ve yorgunluğa daha fazla dayanamayarak bayılıverdi. Kays'ın bu hâli Resûlullah"a haber verildi. Bunun üzerine Müslümanlara kolaylık sunan ve “sahur” uygulamasını başlatan şu âyet nâzil oldu:
“Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz. Allah sizin kendinize kötülük ettiğinizi bildi ve tevbenizi kabul edip sizi bağışladı. Artık (Ramazan gecelerinde) onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için takdir ettiklerini isteyin. Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı) siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yiyin, için sonra akşama kadar orucu tamamlayın.
“Gecenin son üçte biri” için kullanılan “seher” kökünden gelen “sahur”, oruç tutmak üzere fecrin doğuşundan önce yenen yemeğe verilen isimdir. Hz. Peygamber"in, bazı hadislerinde “ekletü"s-sahûr” bazılarında ise “taâmü"s-sahûr” yani “sahur yemeği” olarak ifade ettiği, gecenin yarısından sonra yenen bu yemek için genellikle “sahur” kelimesi kullanılmıştır.
Gündüz oruç tutabilmek için sahur yemeğinden istifade edilmesini tavsiye eden Peygamber Efendimiz, “Bizim orucumuzla Ehl-i kitabın orucunu ayıran (şey), sahur yemeğidir.” diyerek sahur yapmanın oruç ibadetinde Müslümanların ayırt edici bir vasfı olduğunu bildirmiştir. Sahura kalkmayı son derece önemsediğinden, “Sahur yemeği yiyin. Çünkü sahur yemeğinde bereket vardır.” buyurarak Müslümanlardan bir yudum su ile olsa da mutlaka sahur yapmalarını istemiştir. Resûl-i Ekrem, sahurun bereketinden sık sık bahsetmiş, sahâbeden Irbâd b. Sâriye'yi (ra) sahura davet ederken de, “Mübarek yemeğe gel!” diyerek bu yemeğin hayırlı ve bereketli olduğunu farklı bir şekilde ifade etmiştir. Ayrıca sahur yapanlara Allah Teâlâ'nın merhamet, meleklerin de hayır dua edeceği müjdesini vermiştir.
Bu bereketli gece yemeği, imsak vaktiyle sona erer. “Bir şeyden el çekmek, kendini tutmak” mânâsına gelen “imsak”, oruç tutmak üzere belirlenen vakitte kişinin kendisini yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak tutmasını ifade eden bir terimdir. Dar anlamda ise günün aydınlanmaya başladığı ve böylece sahurun sona erip orucun başladığı vakit için kullanılır. “İmsak” kelimesi daha ziyade bu dar anlamıyla meşhur olmuştur. Güneşin batışıyla oruç yasaklarının kalktığı zamana ise “iftar” denilmiştir.
Sahâbe-i kirâm Hz. Peygamber"in emrini yerine getirmek, onun sünnetini takip etmek üzere sahura büyük heyecanla kalkıyorlardı. Ne var ki, ilk zamanlarda, saat gibi zamanı gösteren belirli bir araç olmadığı için, oruca başlama vaktinin tesbiti konusunda ashâb arasında bir tereddüt hâsıl olmuştu. Her ne kadar Yüce Rabbimiz bunu Kur"an âyetiyle, “siyah iplik ile beyaz iplik birbirinden ayırt edilecek zamana kadar” şeklinde bildirmiş ise de bu mecâzî ifadeyi bazı sahâbîler anlayamamıştı. İmsak vaktini tayinde zorlananlardan biri de Tay kabilesinden cömertliğiyle meşhur sahâbî Adî b. Hâtim (ra) idi. Oruca başlama vaktini belirleyen âyet indiğinde Adî, bir siyah bir de beyaz ip alıp bunları yastığının altına koymuştu. Gece bunlara bakıp aralarında bir fark tespit edemeyince oruca ne zaman başlayacağına bir türlü karar verememişti. Sabah olunca hemen Resûlullah"a gelerek bu durumu anlattı. Allah Resûlü, “Öyleyse senin yastığın enli ve uzunmuş.” sözleriyle onun âyette kastedileni anlamadığını ima ederek gülümsedi ve şu açıklamayı yaptı:“Âyette bahsi geçen siyah ve beyaz iplik, gecenin karanlığı ile gündüzün aydınlığından ibarettir.”
Gerek Sevgili Peygamberimizin bu beyanıyla, gerekse sonradan âyette geçen “tan yeri ağarıncaya kadar” ifadesinin nâzil olmasıyla âyetin mânâsı iyice anlaşılmış, Adî b. Hâtim gibi siyah ve beyaz iplerle kafası karışan diğer kimselerin de zihinleri aydınlanmıştı. Ancak imsak vaktinin tayini hususundaki ihtilâflar devam etmekteydi. Ashâbın çoğunluğu imsak ve iftar vakitlerinde ezana göre hareket ediyordu. Ancak imsak vaktinde
Hz. Peygamber"in müezzinlerinden Bilâl (ra) ezanı daha önce okurken İbn Ümmü Mektûm (ra) ise geciktiriyordu. Gecenin farklı vakitlerinde okunan bu ezanlar, sahâbenin imsak vaktini karıştırmalarına neden olmuştu. Allah Resûlü"nün, “Bilâl ezanı geceleyin okur. Siz, İbn Ümmü Mektûm"un ezanını işitinceye kadar yiyin, için.”sözleriyle bu karışıklık da ortadan kalkmış oldu. Zira Hz. Bilâl'in okuduğu ezan, uyuyanları uyandırmak, gece kalkıp namaz kılanlara da sahur vaktinin bitmek üzere olduğunu haber vermek içindi, imsak vaktinin girdiğini göstermiyordu. İbn Ümmü Mektûm"un okuduğu ezan ise Müslümanlara oruç ibadetinin başladığını ilân ediyordu. Zira o, âmâ olduğundan çevresindeki insanların sabah namazı vaktinin girdiğini söylemesiyle ezan okumaktaydı.
İmsak vakti, sabah namazının vaktinin girdiği, gecenin bittiği, gündüzün başladığı andır. İmsakla birlikte mümin, sevabını Allah Teâlâ"nın takdir edeceği çok özel bir ibadete başlar. Zira Yüce Allah kutsî bir hadiste şöyle buyurmuştur: “...Oruç benim içindir, onun ecrini ben vereceğim...” Gün ilerledikçe, oruç tutmanın kazandırdığı mânevî haz ve heyecanla birlikte açlık ve susuzluk hissi de artar. Fakat oruç tutan Müslüman, “Oruçlunun ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha güzeldir.” diyen Allah Resûlü"nün bu övgüsüne mazhar olabilmek için sabreder. Ve yalnızca Allah için türlü zorluklara katlanılarak eda edilen bir günlük oruç iftar vaktinin girmesiyle sona erer.
Kur'ân-ı Kerîm'de “akşama kadar” oruç tutulması emredildiği ve iftar vaktinin tam olarak ne zaman girdiği açıklanmadığı için sahâbe, konuyu Peygamber Efendimize danışmıştır. Hz. Ömer"in, “İftar vakti ne zamandır?” sorusu üzerine Sevgili Peygamberimiz, “Gece gelip gündüz gidince ve güneş kaybolunca oruçlu iftar eder.”diyerek güneşin batışıyla iftar vaktinin girdiğini bildirmiştir.
İftar vakti, müminler için sevinç ve huzur vaktidir. Bu vaktin girmesiyle Allah"ın rızası için açlığa, susuzluğa, orucun sıhhatine zarar verecek tutum ve davranışlara karşı sabreden, oruca özel yasaklardan uzak durmayı başaran ihlâslı gönüller için bütün bu yasaklar kalkar. Bu vakit, Resûlullah"ın (sas), “Şüphesiz her iftar vaktinde Allah tarafından (cehennem ateşinden) azat edilenler vardır. Bu (azat etme işlemi Ramazan"da) her gece olur.” sözleriyle ifade ettiği üzere, bağışlanma vaktidir. Yine Hz. Peygamber, “...Müminin iki sevinci vardır: Birisi iftar vaktinde orucunu açtığı andaki sevinci, diğeri Rabbine kavuştuğu zaman orucunun (mükâfatından kaynaklanan) sevincidir.” buyurmuştur.