Salavat ne demektir?
Dua, rahmet ve mağfiret anlamına gelen “salât” ile esenlik ve barış anlamındaki “selâm” kelimelerinden oluşan “salât ü selâm”, “salavât getirme” yahut kısaca “salvele” tabiriyle ifade edilir.
Değişik lafız ve mânâlarla gelen salavât çeşitleri içerisinde, kültürümüzde en yaygın olanları “aleyhi’s-selâm” “aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm” veya “sallallâhu aleyhi ve sellem” cümleleridir. Peygamber Efendimize bu tür ifadelerle salavât getirmek, ona olan bağlılığı teyit etme, ona karşı en derin sevgi ve hürmeti arz etme anlamına gelir.
Kur’ân-ı Kerîm’de Yüce Allah’ın müminlere salavâtından bahsedilmektedir. Aynı şekilde Resûlullah’ın salavâtından da söz edilmekte ve ondan müminlere salât getirmesi istenmektedir. (Tevbe, 9/103) Bir başka âyette ise “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât getirin ve tam bir teslimiyetle selâm verin.” (Ahzâb, 33/56) buyrulmaktadır.
Geleneksel yoruma göre, salavât Allah’tan rahmet, meleklerden istiğfar ve müminlerden dua demektir. Biraz daha açacak olursak, Allah’ın Peygamberine salât getirmesi, onu övme, tebrik etme, arındırma, destekleme, rahmet ve mağfiret etme; meleklerin salât getirmesi, dua ve istiğfar dileme; müminlerin salavât getirmeleri ise dua etme, sevme, tebrik etme, onun için rahmet, bereket ve merhamet dileme anlamlarına gelmektedir
Hadis-i şeriflerde salavat
Bir gün Resûlullah (sas) ashâbı ile birlikte Mescid-i Nebevî’de otururken içeri bir adam girdi. Hadislerde adı belirtilmeyen bu zât yalnız başına namaz kıldıktan sonra “Allahümmağfir lî verhamnî (Allah’ım, beni bağışla ve bana merhamet eyle!)” diye dua etmeye başladı. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Bu adam acele etti.” buyurdu. Sonra adamı yanına çağırdı. Ona veya yanında oturan ashâbına şöyle buyurdu: “Biriniz dua edeceği zaman önce Yüce Rabbine hamd ve senâ etmekle başlasın, sonra Peygamber’e salât getirsin. Daha sonra da dilediği şekilde dua etsin.” Bu tavsiyelerden sonra, dua âdâbına uyarak Allah’a şükredip O’nu yücelten, Hz. Peygamber’e salavât getiren başka bir sahâbîyi gördü. Onun bu hâlini takdir ederek, “Dua et kabul edilir, iste verilir.” buyurdu.
Çünkü her işin olduğu gibi duanın da bir âdâbı ve usulü vardı. Kişi, evvela kendisinden bir şey isteyeceği ve yardımını niyaz edeceği Allah’a saygısını sunmalı, O’na lâyık olduğu şekilde hamd ü senâ etmeli, O’nun huzurunda kendisine şefaat edecek olan Hz. Peygamber’e salât ü selâm getirmeliydi.
Bu iki hadiste, dua esnasında Allah’a hamdetmenin ve Resûlü’ne salavât getirmenin altı çizilmektedir.
Resûl-i Ekrem, kendisine nasıl salât okuyacaklarını soran bazı sahâbîlere namazlarda okunan “Salli ve Bârik duaları”, “salât-ı tâmme” ya da içinde Hz. İbrâhim’in adı geçtiğinden “salât-ı İbrâhîmiyye” diye bilinen duayı okumalarını tavsiye etmiştir.
Ebû Mes’ûd el-Ensârî adıyla bilinen Ukbe b. Amr anlatıyor: “Bir gün Sa’d b. Ubâde’nin meclisinde otururken, Allah Resûlü yanımıza geldi. Beşîr b. Sa’d ona, ‘Allah Teâlâ sana salât ü selâm getirmemizi emir buyurdu. Peki, sana nasıl salavât getireceğiz ey Allah’ın Resûlü?’ diye sordu. Resûlullah bir süre sustu. Öyle ki bizler, ‘Keşke Beşîr bu soruyu sormasaydı!’ diye düşündük. Bir müddet sonra Resûlullah (sas), ‘Allâhümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed, kemâ salleyte alâ âli İbrâhîm. Ve bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed, kemâ bârekte alâ âli İbrâhîm. İnneke hamîdün mecîd. (Allah’ım! Muhammed’e ve Muhammed ailesine, tıpkı İbrâhim ailesine rahmet eylediğin gibi rahmet et. Allah’ım! Muhammed’e ve Muhammed ailesine, tıpkı İbrâhim ailesine bereket ihsan ettiğin gibi bereket ihsan eyle! Şüphesiz sen övgüye en lâyık ve şanı en yüce olansın.)deyin. Selâm da, bildiğiniz gibidir.’ buyurdu.” (Müslim, Salât, 65)
Hakkında hac esnasında başını tıraş ettirmek zorunda kaldığından dolayı fidye âyeti inen Kâ’b b. Ucre de Allah Resûlü’nden öğrendiği salât ü selâm getirme şeklini bir hediye olarak tanımlamış ve bu güzel hediyeyi benzer lafızlarla arkadaşlarına aktarmıştır.
Bunun yanında Peygamber Efendimiz (sas) 'in
اللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ ، وَعَلَى آلِ مُحَمَّدٍ ، كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى آلِ إِبْرَاهِيمَ ، إِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ ، اللَّهُمَّ بَارِكْ عَلَى مُحَمَّدٍ ، وَعَلَى آلِ مُحَمَّدٍ ، كَمَا بَارَكْتَ عَلَى آلِ إِبْرَاهِيمَ ، إِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ
“Allah’ım, İbrâhim ailesine rahmet ettiğin gibi, Muhammed’e, onun eşlerine ve neslinden gelenlere de rahmet et. Ve İbrâhim ailesini mübarek kıldığın gibi Muhammed’i, onun eşlerini ve neslinden gelenleri de mübarek kıl. Şüphesiz sen, övgüye en lâyık ve şanı en yüce olansın.” şeklinde salât ü selâm getirilmesini tavsiye ettiği de rivayet edilmiştir. ( Müslim, Salât, 69)
Hz. Peygamber (sas), ashâbına salavât getirme şekillerini öğrettiği gibi nerelerde ve nasıl salavât getireceklerini de öğretmiştir.
Özellikle ibadetlerin en faziletlisi olan namazın sonunda tahiyyâtın ardından salât ü selâm getirilmesini istemiştir. Allah Resûlü, “Müezzini duyduğunuz zaman onun söylediklerini siz de söyleyin. Sonra bana salavât getirin. Çünkü kim bana bir kere salavât getirirse Allah ona on defa salavât getirir (merhamet eder). Sonra benim için Allah’tan ‘vesile’ isteyin. Çünkü vesile cennette öyle bir derecedir ki Allah’ın kulları arasından sadece bir kimseye nasip olur. Umarım ki o ben olurum. Benim için vesile dileyen kimseye şefaatim vacip olur.” (Müslim, Salât, 11) buyurmuştur.
Yine mescide girerken ve çıkarken salavât getirerek, “Rabbim günahlarımı bağışla, bana rahmet kapılarını aç.” (Tirmizî, Salât, 117) diye dua etmiş, böylece ümmetine örnek olmuştur.
Hz. Peygamber (sas) cuma günlerinden söz ederken, “...O günde bana çok salavât getirin, çünkü sizin salavâtınız bana arz olunur.” (Ebû Dâvûd, Salât, 200, 201) buyurmuştur.
Abdullah b. Mes’ûd"dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü insanların bana en yakını, bana en çok salavât getirendir.” (Tirmizî, Vitr, 21)
Ali b. Ebû Tâlib’in naklettiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur: “Cimri, yanında anıldığım hâlde bana salavât getirmeyen kimsedir.” (Tirmizî, Deavât, 100)
Ebû Hüreyre’nin naklettiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur: “Evlerinizi kabirlere çevirmeyin. Benim kabrimi de bayram yeri hâline getirmeyin. Bana salavât getirin. Çünkü nerede olursanız olun, salavâtınız bana ulaşır.” (Ebû Dâvûd, Menâsik, 96, 97)
Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:“Bana bir kez salavât getirene Allah on kez salavât getirir (rahmet eyler).” (Müslim, Salât, 70)
Peygamber Efendimizin tavsiyelerine uyan sahâbenin birçok münasebette ona salavât getirdikleri bilinmektedir. Abdullah b. Ömer Resûlullah’ın (sas) kabri başında durmuş, salavât getirmiş, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’e de dua etmişti.Hz. Ömer Safâ ve Merve arasında sa’y yapılırken salavât getirilmesini istemişti.Hz. Ali hutbeye Allah’a hamd ü senâ ve Resûlullah’a salavât ile başlar, Ebû Hüreyre de cenaze namazında salât ü selâm getirirdi.
Salât ü selâm getiren kişi Hz. Peygamber’i andığı gibi Allah’ı da hatırlar, kendilerine böyle yüce bir Peygamber gönderdiği için O’na şükreder. Bu şekilde Allah’ın emrini yerine getirerek Allah ve Resûlü ile iletişim hâlinde olur. Onları hatırlamanın mutluluğunu yaşar. Resûlullah (sas), “Bana salât ve selâm getirin. Çünkü bu sizin için bir arınmadır.” (İbn Hanbel, II, 364) buyururken de salât ü selâmın bir arınma vesilesi olduğuna işaret etmişti. Bu şekilde zekâtı verilen malın temizlenip arındığı gibi Allah’ı ve Resûlü’nü anan, zikreden kişinin de günahlardan temizlenme imkânı bulacağını belirtiyordu.
Hz. Peygamber’e salavât getirmek, bir bakıma ona şükran borcumuzu yerine getirmek anlamına da gelir. Çünkü o, insanların hidayete erişmeleri için büyük çaba sarf etmiş ve sahâbeden itibaren tüm müminler ondan öğrendikleriyle bu bahtiyarlığa erişmiştir. Bu yüzdendir ki müminler, salavât getirirken Kutlu Nebî’nin ümmeti olduğunun farkında olurlar. Ona bağlı olmaktan, ona bağlılıklarını ve şükranlarını sunmaktan büyük haz ve mutluluk duyarlar.
Salavât getirmek, Allah Resûlü’ne duyulan sevginin ilânı, ona ve sünnetine bağlılığın bir göstergesidir.