İnsan biyolojik, psikolojik, sosyal ve kültürel farklılıkları bünyesinde barındıran ve toplumdan bağımsız düşünülemeyen değerli bir varlıktır. Toplumsal hayatın içerisinde kazanım değerlerini yaşayan ve yaşatan insan, kendini ifade edebilmek, istek ve ihtiyaçlarını dile getirmek, duygu ve düşüncelerini söyleyebilmek, başkalarını anlamak gibi birçok ihtiyacını gidermek için diğer insanlarla iletişim kurmak zorundadır. İnsanlar arasındaki sözlü veya sözsüz bu iletişimin girizgâhında bazen “merhaba”, bazen “n’aber”, bazen “nasılsın”, bazen “günaydın” ve benzeri farklı ifade biçimleri karşımıza çıkmaktadır.
İslâm öncesi cahiliye döneminde, ‘Allah size göz aydınlığı versin’, ‘Sabahınız güzel, hoş olsun’ gibi selamlaşma ifadeleri kullanılmaktaydı. İslâm dini ile birlikte Allah (c.c.), Rasûlüne bu hususla ilgili şöyle vahyetmiştir: “Ayetlerimize iman edenler sana geldikleri zaman de ki; Selam olsun size! Rabbiniz kendi üzerine merhameti yazdı. Şöyle ki: Sizden kim cahillikle bir kabahat işler de sonra peşinden tevbe eder, kendini düzeltirse O çok bağışlayandır, çok merhamet edendir” (En’am, 6/54)
Yüce Allah (c.c.)’ın elçisine öğrettiği bu selam, kadın-erkek, genç-yaşlı, zengin-fakir, bütün Müslümanların ortak selamı ve İslâm dinin şiarı olmuştur. “Selam” kelimesi tıpkı “İslâm” kelimesi gibi kurtuluşa erme, teslim olma, barış yapma manasındaki ‘s-l-m’ kökünden gelmekte olup, gizli ve açık her türlü kötülüklerden uzak olma, esenlik dileme, selamet bulma anlamlarını ifade etmektedir. Selam veren kişi, karşısındaki için Allah (c.c.)’ın selametini istemekte ve ona dua etmiş olmaktadır. Bunun için Allah (c.c.), “Bir mümin tarafından selamlandığınız zaman siz ondan daha güzeliyle veya aynı ile karşılık verin” (Nisâ, 4/86) buyurmuştur.
Hz. Peygamber (s.a.s.); “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Size yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir iş göstereyim mi: Aranızda selamı yayın” (Müslim, İman, 93) buyurarak, selamlaşmanın üzerinde önemle durmuş, küçüğün büyüğe, vasıta üzerinde gidenin yürüyene, yürüyenin veya ayakta olanın oturana, az olan topluluğun çok olan topluluğa selam vermesinin uygun olacağını bildirmiştir (Buhari, İsti’zan, 4). Topluluk içerisinde verilen selamın bir kişi tarafından alınmasının yeterli olacağını beyan eden Allah Rasulü (s.a.s.), yine topluluktan ayrılırken de son kelam olarak selam ile ayrılmanın güzel olacağını ifade etmişlerdir. (Ebu Davud, Edeb, 138-139)
Müslüman toplum hayatında önemli bir yeri olan ve pek çok güzel temenni ve iyi dilek anlamlarını içine alan “Selâmün aleyküm” şeklindeki selamlaşmanın bireyselleşen, kültürüne yabancılaşan ve gitgide birbirine köprü değil, duvar olan günümüz insanları/Müslümanları arasında değer kaybına uğradığı hatta genç nesil Müslüman kitle tarafından genetiğiyle oynandığı göze çarpmaktadır. Hâlbuki Müslümanların birbiriyle karşılaştığında, bir araya geldiğinde kelama önce selamla başlamasını, hatta kelam olmasa dahi selamın olması gerektiğini belirten kültürümüz, bu davranış biçimini “es-selam kable’l-kelam” (kelamdan önce selam) şeklinde kodlamıştır.
“Evlere girdiğiniz zaman birbirinize Allah katından mübarek ve hoş bir esenlik dileği olarak, selam verin” (Nûr, 24/61) emri gereğince Allah Rasulü (s.a.s.) de yanında yetişen Hz. Enes (r.a.)’e yönelttiği; “Yavrucuğum! Ailenin yanına girdiğin zaman selam ver. Bu, senin ve ailen için bereket olur” (Tirmizi, İsti’zan, 10) sözüyle, bizlere selama sahip çıkma ve selamın kapsam alanını genişletme amacına yönelik ailemizden, çocuklarımızdan, eş ve dostlarımızdan başlayarak görüşmelerimizde kelamlaşmadan önce selamlaşmamızı tavsiye etmiştir.
Sözün özüne gelirsek, yukarıda bahsedilen hadis, Müslüman olarak birbirimizi sevmedikçe gerçek anlamda iman etmiş olamayacağımızı, iman etmedikçe de cennete giremeyeceğimizi; selamlaşmanın ve aramızda selamı yaymanın ise birbirimizi sevmemize katkı sağlayacağını beyan etmektedir. Netice itibariyle de selamlaşma ve selamı aile bireylerinden başlayarak toplum içerisinde yaymak, hem bu dünya hayatında toplumun kaynaşmasına hem de diğer âlemde cennetin kazanılmasına vesile olması bağlamında önemli bir hatırlatmadır.
Yine Allah Rasulü (s.a.s.)’nün, müminin tanıdığı veya tanımadığı bütün kimselere selam vermesini tavsiye etmesi (Müslim, İman, 63), Müslümanın sadece tanıdığı kimselere selam vermesinin ise kıyamet alameti olduğu şeklindeki uyarıları da (İbn Hanbel, I, 405) göz ardı edilmemelidir.
Esselâmü aleyküm ve rahmetüllahi ve berakâtüh.