Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz âhir ömründe hastalanınca, vefâtından önce onüç gün kadar süreyle hasta yatağında istirâhat buyurmuşlardı.
Öyle ıstırâp çektiği anlar olur, ateşi yükselir ki… Hattâ bir defasında, bir arkadaşı ziyâret için gelip başucunda oturduğunda eli Rasûlullâh’ın ateşler içerisindeki mübârek tenine dokunur. Şaşkınlık içerisinde, “Yâ Rasûlallâh! Sen de mi acı çekiyorsun?” diye sorduğunda Efendimiz: “Evet, ben sizin çektiğiniz sıkıntıların, acıların iki katını çekiyorum ancak, Rabbim bana ecrini iki kat verecek!” buyurmuşlardı.
Öylesine sıkıntılı, hasta ve yorgun, hâlsiz anlarında, Hz. Âişe’nin dizine mübârek başını koyup onun su ile ıslattığı bir bezi alnına koyarak ferahlanmasını beklediği, misvâk ile dişlerini temizlediği anlardan birinde, mü’minler için kıyâmet gününe kadar ölçü olabilecek iki cümle döküldü. Biz bunu;
“Allâh’ın emirlerine saygı ve yine O’nun yarattklarına şefkat gösterme” şeklinde özetleyebiliriz.
Birinci tavsiyesi: “Namaza, aman hâ namaza dikkat edin!” idi. Sanki asırlar öncesinden ümmetinin namaz konusundaki gevşekliğini, tembelliğini görmüş olmalı ya da bu durum kendisine bildirilmiş olmalı ki, “aman, namaz konusuna dikkatli davranın” diyordu vefâtından önce… Takdîr edersiniz ki, bir kimsenin en kıymetli, en önemli sözleri, herhâlde vefât etmeden önce söylediği son cümleleri olmalı…
Nasıl ki babamız, annemiz ya da pek çok sevdiğimiz bir yakınımız vefât ettiğinde, “son arzûsuydu, son isteğiydi, vasiyetiydi, nasîhatıydı…” şeklinde insanlara anlatırız ya hep. Ve o son arzûların, vasiyyetin yerine getirilmesi için çaba sarfederiz ya işte öyle… Aynı şekilde Efendimizin son vasiyyetine de kulak vermemiz gerekir: “Aman ha! Ümmetim, namaza dikat edin!”
Bir diğer tavsiyesi ise; “elinizin altında barındırdıklarınız, işçileriniz, köleleriniz, (kölelik müessesesi henüz kaldırılmamışken) ya da Allâh’ın birer emâneti olarak mâiyetinize aldığınız eşleriniz konusunda Allâh’tan korkun!”
“Sizin en hayırlınız, eşlerine karşı en hayırlı davrananlarınızdır.” Bir başka beyânında da, “…ahlâkı en güzel olanlarınızdır!” buyuran Efendimizin tavsiyeleri doğrultusunda onlara karşı hassas olun, dikkatli davranın, haksızlık etmeyin, eziyet etmeyin, zulmetmeyin…
Diğer düstûrlarla birlikte elbette işte bu iki husus, bizler için vazgeçilmez prensipler olmalıdır. Namazsız hayat yoktur. Mü’min için ölmek, namazsız kalmaktan daha evlâdır tâbir yerindeyse… Sadece sabah namazı için bile; “sabahın iki rek’ati, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır” buyurur Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz.
Şimdi bizler bunca uyarı, dikkat çekme, tavsiye (vasiyet) gibi açıklamalardan sonra, elbette Rabbimiz nezdinde kulluk borcumuzun en vazgeçilmezi olan namazımızı bihakkın edâ etmeye, onu ikâme etmeye, namazla kıyâma, rükûya ve secdelerde Rabbimizin rızasını kazanmaya çalışacağız.
İnsan olduğumuzu, insanların bizim üzerimizde ve bizim de insanlar üzerinde yerine getirmemiz gereken haklarımız, mükellefiyetlerimiz olduğunu unutmayacağız. Eşlerimizle, çocuklarımızla, arkadaşlarımızla, çalıştırdıklarımızla, komşularımızla olan münâsebetlerimizi İlâhî ve Nebevî düstûrlar doğrultusunda tanzîm etmemiz gerektiğini aklımızdan çıkarmayacağız.
Bütün güzel sözlerin kaynağı Rabbimiz… Son sözümüzün sâhibi de O olsun:
“Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Şüphesiz o (sabır ve namaz), Allah'a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir.” (Bakârâ, 2/45)
“Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebût, 29/45)