Burhan İşliyen İle Hacı Bayram Kürsüsünden 53 Bölüm Allah’a Şükreden Kul Olmak
Efendimiz (as) ibadet ederken bile eşinden izin isteme nezaketini gösteriyordu. Aralıklarla söylüyorum, bugün sokaklarda, evlerde, caddelerde, kadına şiddet, kadına hakaret, kadına kaba davranış ve bunu dinle, imanla, İslamla bağdaştırmaya çalışan, sanki Kur’anda Hz. Peygamber (as)’ın sünnetinde cevaz varmış gibi, sanki bunun yolu varmış gibi bir algı oluşturamaya çalışanlara aralıklarla söylemek gerekiyor. Peygamber (as) Rabbine ibadet edecekken bile eşinden izin isteyerek ibadete kalkardı. Alemlere rahmet olarak gönderilen Muhammed Mustafa (as) eşlerin en hayırlısıydı. Ne mutlu sizden birinize gece kalkıp ibadet edersiniz, eşinizi de uyandırırsınız. Eşiniz kalkmazsa ona kabalık göstermez, elinizi şöyle hafifçe suya daldırırsınız. Kalan damlacıkları şöyle hafifçe yüzüne serpiştirerek rahmetle, şefkatle, mülayemetle ibadete kaldırırsınız. Ne güzel bu diyor Efendimiz (as) bunu yapan eşe, bunu yapan kocaya ya da kadına ne mutlu buyuruyor Allah’ın Resulü (as) İslam nezakettir. Hz. Peygamber (as) rahmettir, merhamettir, şefkattir, güzelliktir, iyiliktir. Bundan başka bir şey arayan, bundan başka bir şey olduğunu gösteren ya da zanneden herkes büyük bir yanılgı içerisindedir.
"Aişe müsaade edersen biraz ibadet edeyim" diyor. "Elbette ya Resulallah" Efendimiz (as) kalkıyor. Odasında ibadet ediyor, ediyor. Öyle uzun uzun secdeler yapıyor. Bazen öyle ağlıyor ki, sakalları ıslandı diyor Hz. Aişe annemiz. Hatta secde ettiği yerde Hz. Peygamber (a.s)’ın gözlerinden dökülen yaşlarla ıslaklık oluşuyor. Öyle ağlamış Allah’ın Resulü (as). Hz. Bilal sabah namazına çağırmak için geldi. Ya Resulallah namaz vakti geldi diye. Efendimiz (as)’ın zikirle, duayla, gözyaşıyla, yalvar yakar olduğunu ve dökülen gözyaşlarının sakallarını ıslattığını fark edince “Ya Resulallah, Allah senin geçmiş, gelecek -zaten günahın yok da-seni bağışlamışken Allah sana merhamet etmişken bu kadar kendini ne diye yoruyorsun” dedi. Biliyorsunuz hadiseyi “ Rabbime şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurdu. Beni yaratan Allah (cc), bana her türlü rızkı veren Allah (cc) eli veren, ayağı veren, gözleri veren, kulakları veren, bütün bedeni veren, teneffüs edeceğim havayı nasip eden, beni nübüvvetle görevlendiren, bana iman etmeyi nasip eden Rabbime şükreden bir kul olmayayım mı? cevabını verdi. Nasıl şükretmem ki dedi. Nasıl tefekkür etmem ki. Bu gece bana şu ayetler nazil oldu.
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün farklı oluşunda aklıselim sahipleri için elbette ibretler vardır. Onlar ayakta dururken, otururken, yatarken hep Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler (ve şöyle derler:) “Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, seni tenzih ve takdis ederiz. Bizi cehennem azabından koru!" ( AAl-i İmrân, 190-191)
Bakıyorsunuz kâinata uzay boşluğuna diyorlar ki bilim adamları -bizim alanımız değil- dünyanın içerisinde bulunmuş olduğu samanyolu galaksisinde iki yüz milyardan fazla, dünyadan çok büyük yıldızlar var. Uzay boşluğunda, kâinatta ayrı ayrı her biri samanyolu galaksisi gibi üç yüz milyar galaksi olduğu tahmin ediliyor. Bu da kesin bir rakam değil. Sadece dar olan, küçük bir alanı inceleyip de diğer tarafları ona kıyas etmek suretiyle geniş alan konusunda, ucu bucağı olmayan kâinat konusunda fikir yürütmekten ibaret. Yüzde yüz ispatlanmış bilimsel bir veri de değil!
Bütün bunları yaratan kim? Allah (cc) Göklerin yaratılışında, yerin yaratılışında, şu an üzerinde yürüdüğümüz, ektiğimiz, biçtiğimiz, yeşerttiğimiz, kapkara bir toprak parçasından, yemyeşil, tatlı, ekşi, acı, farklı lezzetlerde, farklı renklerde ürünler elde ettiğimiz şu yer kabuğunun azıcık altına indiğimiz zaman merkezinde ne var? Ateş. Ateşin üzerine toprağı saran Allah (cc) Zaman zaman yanardağlar patlıyor ya. Dışarıya sızmalar oluyor ya. Dünyanın bütün kömür madenlerini yaksanız o şiddette bir ateş meydana getirmeniz neredeyse imkansızcasına Allah gösteriyor aralıklarla bize. Merkezine ateşi yerleştirip, üzerine bizim için toprağı saran, suyu koyan Allah (cc) bununla insanlara ihtiyaç duydukları bütün nimetleri lütfeden Allah (cc) Yerin yaratılışında, göklerin yaratılışında gecenin ve gündüzün arka arkaya gelişinde akıl sahiplerine ibretler vardır. İşaretler vardır. Deliller vardır. Ayetler vardır. Görmesini bilene, bakmasını bilene Allah (cc) bütün kudretiyle haykırıyor. Bütün azametiyle haykırıyor Allah (cc) Yeryüzü haykırıyor, gökyüzü haykırıyor. Baktığımız kâinat, bitkiler haykırıyor. İnsanın anatomisi, bünyesi hassas yaratılışı haykırıyor ki; Allah’u Ekber.
Allah var (cc) Efendimiz (as) ben nasıl Rabbime şükretmem, bu gece bu ayetler indi, nasıl Rabbimi tefekkür etmem. Akıl sahiplerine; kâinatta, yeryüzünde, gökyüzünde Allah’a götüren, kudretine götüren işaretler var.
Zaman zaman konuşuluyor ya, gençler arasında ateizim şöyle oldu, insanlar arasında şu şu akımlar çok gelişti. Bunların tamamı hakikatle yüzleşmekten kaçmaktır diye değerlendiriyorum. Birazcık aklı başında olan bir insanın ateist olmasının mümkün olmadığını düşünüyorum. Birazcık aklı başında olan bir insanın şu kaainatın sebepsiz yere, şu kainatın bir yaratıcı olmaksızın yaratıldığına, oluşturulduğuna inanmasının mümkün olmadığı kanaatindeyim. Bir arkadaşım var, Kıbrıs’ta askerlik yapıyorduk birlikte terhis olduk geliyoruz. Kendisi de ateist olduğunu söylüyor. Uçağa bindik, bende ilk defa uçağa biniyorum, aralıklarla hafif hafif sarsıyor, tedirgin oluyoruz. O da tedirgin oluyor, ben de. Konuşuyoruz, sen inanmıyorsun öyle mi? “Ne olacağız? ”diyorum, “Toprak olacağız” diyor. Peki, bu kadar insan iyilik yapıyor, bu kadar insan da kötülük yapıyor. Kötülük yapanın, zalim olanın yanına kâr kalıyor. Her biri ölüp gidiyor. Bu nasıl adaletsiz bir dünya. Bu adaletsizlikleri kendi zihni dünyanda nasıl izah ediyorsun gibi bir soru sordum. Dedi ki, ben aslında insanların bu gün yaptıklarının karşılığını bir gün göreceklerine inanıyorum. Senin o dediğine biz ahiret diyoruz dedim. Niye zorlaştırıyorsun ki ama inandığını söylediği zaman, ibadetlerle karşı karşıya kalacak. İnandığını söylediği zaman haram var, sınırlandırıyor. Buna dokunmayacaksın, bu Allah’ın haram kıldığı alkol, içmeyeceksin. Ondan ayrı duramıyorum ne yapayım o zaman. Toptan reddedeyim. Ben ateist olduğumu söyleyeyim deyip kurtuluyor. Hakikatle, gerçekle yüzleşmekten kaçmanın adıdır aslında ateist olduğunu söyleyen insanların yaptıkları. Böyle değerlendiriyorum. Kendi içerisinde bir felsefesi, bir mantığı olabilir elbette. Ama aklı başında bir insan için her şeyde Allah’ın bir olduğunu haykıran bir işaret, bir delil var olduğunu belirtiyor Allah(cc).
Peygamber Efendimiz (as): “Bu ayetler indi ona tefekkür ediyorum. Ona şükrediyorum dedi. Ayetin devamında “Öyle akıl sahipleri ki Allah’ı zikrederler. İnsanların bulunabileceği üç hali de sayıyor. Ayakta iken de Allah’ı zikrederler, otururken de Allah’ı zikrederler. Yanları üzerine yatmışken de Allah’ı zikrederler. Her an Allah’la beraberler. Çünkü O her an bizimle beraber. Nerede olursanız olun Allah sizinle beraber. Geceleyin sağa sola dönüşümü gören Allah’tır. Kalabalığın arasında yürüyüşümü gören Allah’tır. “Üç kişi bir araya gelseniz de gizli gizli kulis yapsanız, konuşsanız, fısıldaşsanız, dördüncünüz Allah’tır.” (Mücadele,7) O’ndan ayrı, O’ndan habersiz, O’na çaktırmadan, O’na belli etmeden geçebilecek bir anımız var mıdır? Her halükarda Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. Ya Rabbi sen bütün bunları boşa yaratmış olamazsın derler. Senin bütün eksikliklerden münezzeh olduğunu, senin bütün kemal sıfatlarıyla muttasıf olduğunu yani senin mükemmel olduğunu, hiçbir noksanlığın, hiçbir eksikliğin, hiçbir arızanın sana bulaşamayacağını, yanına yaklaşamayacağını itiraf ve kabul ediyoruz ya Rabbi. Bizi cehennem azabından muhafaza eyle ya Rabbi diye dua etmemiz gerektiğini anlatıyor Rabbimiz. “Bütün bu nimetler içerisinde Rabbime şükreden bir kul olmayayım mı? Efendimiz buyuruyor ki: “Her bir ekleminize sadaka gerekir.” (Müslim, Müsafirin, 84) İnsanın vücudundan onlarca eklem var. Allah’ım bunların şükrünü eda edebilmek için nasıl bu kadar sadaka verir insan? Malımız, servetimiz dağlar kadar olsa buna dayanmaz. Ya Resulallah bize ne demek istedin? Der gibi düşünmüştür muhtemelen sahabe. Efendimiz (as) buyuruyor ki: Her sübhanallah demek size sadaka vermiş gibi sevap kazandırır. Hocam sübhanallah desek de hiç sadaka vermesek olur mu demek de aklınıza gelmiyor değil mi? Yok, öyle değil. Daha önce konuştuk. Vermeden olmaz. Fakirin, fukaranın, yetimin, yoksulun acısına duyarsız kalarak Rabbimizin katında onun razı olduğu bir mümin olamayız asla. Vermeden olmaz, o ayrı bir şey. Ama bunun dışında her sübhanallah deyişimizde ne demek istiyoruz? Allah’ım seni bütün eksikliklerden, uzak olduğunu kabul ve itiraf ediyorum diyoruz kısaca. Her sübhanallah sadakadır. Her elhamdülillah Allah’ıma hamd olsun, şükrolsun demek sadaka sevabı kazandırır insana. Her Allahu ekber demek insana sadaka sevabı kazandırır. Allah’ım en büyüksün, senin kudretin, senin sözün, senin emrin, bütün emirlerin önündedir. Senin kudretin bütün kudretleri egemenliği altına alacak bir kudrettir ya Rab diye haykırmak. Lailaheillallah demek te sadakadır diyor Efendimiz (as) Ne demiştik hatırlayın. “Dilleriniz Allah’ın zikriyle ıslak olsun” (İbni Mace, Edeb, 53) diye buyuruyordu Peygamber Efendimiz (as) Alıştıralım kendimizi. Yolda giderken, zaman zaman boş kaldığımızda, dilimiz başka şeylerle değil, Allah’ın zikriyle dönsün. Allah’ın zikriyle kıpır kıpır hareket etsin. Cenab-ı Hak dillerini zikriyle ıslatan kimselerden eylesin cümlemizi. Bir insana bir iyiliği emretmeniz, iyiliğin yayılması için tavsiye etmeniz, Allah’ın razı oldukları, insanların güzel gördükleri; insanların güzel gördüğü Allah’ın güzel gördüğü de olacak elbette. Bazen insanlar yanlışı da güzel görüyor olabilirler. Orada ölçü sadece insanların güzel görmesi değil maruf, Allah’ın da güzel görmesi lazım. Şöyle bir şey okumuştum ne kadar doğru bilmiyorum. İlkel kimi kabilelerde yakını, annesi, babası vefat ettiği zaman, annesinin babasının cesedini öldükten sonra parçalayıp, pişirip yerlermiş. Niye yiyorsun diye sormuşlar, onu çok seviyorum onun kalacağı en güzel yer benim midemdir diye düşünüyormuş. Mantıklı geliyor insana değil mi? İnsan aklının değil, Allah’ın dediği olacak. Allah’ın hoş gördüğü olacak. Sadece insan aklının kendince akıl yürütmesiyle hoş gördüğü maruf olmaz. İyilikler çoğalsın diye, yayılsın diye gayret etmek. Kötülükler azalsın diye gayret etmek. Yani, ne olacak canım herkes yapıyor o da yapsın. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın. Her koyun kendi bacağından asılır diye kötülükler karşısında tepkisiz kalma, haramların işlenmesinden rahatsızlık duymama bir iman problemidir. Cenab-ı Hak cümlemizi muhafaza eylesin. Mümin Allah’ın istediği, Allah’ın ahkâmı, Allah’ın emirleri yaşansın yasakları da toplumda işlenmesin diye gayret etmekle mükellef, gayret etmekle sorumlu olan insandır. Cenab-ı Hak o sorumluluğun bilincini taşıyabilmeyi bizlere nasip eylesin. Elhamdülillah demek, sübhanallah demek, Allah’u ekber demek, Lailahe illallah demek, iyiliği emretmek, kötülükten yasaklamak sadaka vermek, kuşluk vaktinde iki rekat kılsanız bunların tamamını içine toplar diyor Efendimiz (a.s). Niye söylüyor bunu? Allah’ın (cc) üzerimizde nimeti, ikramı, ihsanı o kadar çok ki. Şükretmemiz gerekiyor. Sadece dilimizle değil, kalplerimizin de hamd eden, şükreden kalpler olması gerekiyor. Davranışlarımızın da şükreden, şükre uygun davranışlar olması gerekiyor. Efendimiz (as) Müslümanın Müslüman üzerindeki haklarını anlatırken bile bakın bu hususa, hamd etmek ve şükretmek hususuna vurgu yapıyor. Selam verdiği zaman selamını almak, hastalandığı zaman ziyaretine gitmek, öldüğü zaman cenazesine katılmak, nasihat istediği zaman ona nasihat vermek hakları var. Bir hak sayıyor, bir mümin aksırdığı zaman ne diyoruz? Çok yaşa. Demeyeceğiz öyle. Çok yaşasa ne olacak imansız yaşarsa! Ne olacak çok yaşasa! Çok yaşa diye bir dua olur mu? İmanla yaşanan bir gün, imansız yaşanan milyon günden Allah katında daha evladır. Ne yapacaksın çok yaşa. Efendimiz (as) öğretiyor. Aksıran, hapşıran kimse Elhamdülillah diyecek bütün azalarıyla. Allah’ım sana şükürler olsun. Allah’ım sana hamd olsun. Sen bana sağlığı veren, hayatı veren, imanı veren, bedeni veren, herşeyimi veren sensin. Elhamdülilah diyecek mümin. Şükür ve hamd görevini yerine getirecek. Onu duyan yanındaki mümin, eğer Arapçasını ezberleyemiyorsa Türkçesini söyleyebiliriz. “Yerhamükallah”, Allah sana rahmetiyle muamele etsin diyecek. Allah sana merhamet etsin. Zor mu? Aksıran kimse Elhamdülilah diyecek, onu duyan müminde yerhamükeallah diyecek. Allah sana merhamet etsin, bu kadar. Arapça söylemek zorunda değiliz. Aksıran, hapşıran kimse tekrar “Yehdina ve yehdikümüllah” Allah bizi de, sizi de hidayetine ulaştırsın diyecek. Hem hamd ediyor, şükrediyor. Hem dua alıyor, hem dua ediyor. Güzelliğe bakar mısınız? Efendimiz (as)’ın her öğrettiğinde bir nezaketin yanında insanın hem dünyasına, hem de ahiretine fayda da var görüyor musunuz?
Cenabıhak Teaala Hazretleri İnfitar Suresi 6-8. ayetlerinde; Ey insan! Seni kerim olan, cömert olan Rabbine karşı aldatan şey nedir diyor. Seni yaratan Allah ‘mı? Seni belli bir düzene koyan, seni dengeye koyan Allah mı? Allah. Dilediği şekilde seni terkip eden Allah (cc) Bütün bunları sana karşılıksız veren Rabbine karşı nasıl aldanırsın? Nasıl vazifeni yapmazsın? Nasıl şükredenlerden olmazsın diye soruyor Allah (cc) Her şeyini veren Allah.
Bir yazar hocamızdan dinlemiştim, seminerler veriyorum diyor. Bir yerde geldi, bir baba “Hocam varlıklı bir adamım, servetim çok. Çocuğum bir hastalığa yakalandı, ağzındaki tükürük bezleri tükürük üretmiyor.” Tükürüğün bir nimet olduğunu fark ediyor muyuz biz. Tükürük bezleri tükürük üretmiyor. Öyle olunca sürekli dışarıdan takviye ile sıvı alıp, ağzını ıslak tutmak gerekiyor, yoksa dil damağa yapışıyor. Konuşamıyor, yemeği yiyip de çiğneyemiyor, yutamıyor. “Hocam!” dedi. “Bütün servetimi, çocuğumun ağzındaki tükürük bezleri bir damla tükürük üretsin diye bütün servetimi vermeye hazırım” dedi. Bütün servetimden vazgeçmeye hazırım Allah’ın sadece bir nimetinin geriye dönmesi karşılığında. Dünyayı verseler size gözlerinizden vazgeçer misiniz? Bütün kâinatı bağışlasalar size dilinizden, ağzınızdan vazgeçer misiniz? Kim veren? Allah (cc).
Cenabıhak (cc) Vakıa Suresi 68. ayeti ve devamında; “İçtiğiniz suyu gördünüz mü? Biliyor musunuz içtiğiniz suyu? Evet söylediğiniz gibi yanıcı ve yakıcı gazların, hidrojen ve oksiyenin belli bir oranda birleşmesinden ibaret. Yanıcı ve yakıcı iki gaz birleşmiş hayat kaynağı su olmuş. O tatlı suyu buluttan indiren siz misiniz? Biz miyiz diyor Allah (cc) Dileseydik o suyu tatlı değil de tuzlu yapardık. Şükretmeniz gerekmez mi” diyor bize. Şükretmeniz gerekmez mi Allah’ın verdiği bu nimetlere karşılık.
Şükür nedir? Dil ile itiraf etmenin yanında Rabbin yaratıcılığını, ilahlığını Rabliğini kabul edip ona kulluk etmektir. Sadece dilin söylemesi yeter mi? Hayır, sadece dilin söylemesi yetmez. Buna rağmen Allah’ın bütün bu nimetlerin fark etmene rağmen hesap günün yalanlıyorsunuz diyor inkârcılara. Hâlbuki sizin üzerinizde muhafızlar var diyor Allah (cc) Sizin o yanınızda olan muhafızlar kiramen katibin, şerefli yazıcılar onlar. Ne yaparsanız, yapın biliyorlar. Zaman zaman bu örneği veriyorum ya trafikte mobese kameraları var. Güzel bir uygulama. Ama köşeyi dönünce kameranın ölü açısı oluyor. Görmüyor kamera, orada yanlış yapsan da ceza sana gelmiyor. Allah’ın meleklerinin, mobese kameralarının ölü açısı yoktur. Her yerde görür, her zaman görür. Gece görüşlüdür aynı zamanda. Karanlıkta da görür, aydınlıkta da görür. “Rabbimizin huzuruna gelince senin hesabını görmek üzere kendin sana yetersin, oku kitabını.” (İsra, 14) İşte senin yaptıklarından, senin baktıklarından ibaret olan kitabını oku denildiği gün, bütün kayıtlar ortaya saçıldığı gün yüzümüzün akıyla, yüz aydınlığıyla Rabbimizin huzuruna bakabilecek durumda olmak marifet. Onun için şükredenlerden olmak lazım. Kulluk edenlerden olmak lazım. İbadet edenlerden olmak lazım. Haramlardan kaçınanlardan olmak lazım ki Cenab-ı Hak (cc) cümlemizi o kullarından eylesin. Bir sefer esnasında tövbe suresinde İsrailoğullarından bahseden, onların hahamlarının insanların mallarını haksız yolla yemelerinden bahseden şu ayetler iniyor: “Altını gümüşü biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlara çok acı bir azabı haber ver” (Tevbe, 34) ayeti inince sahabe- i ikram: “Allah Allah ne yapsak diyorlar. Neye sahip olsak Allah katında daha kıymetlidir. Allah altına kıymet vermiyor. Allah gümüşe kıymet vermiyor. Allah bizim değer verdiğimiz o cafcaflı arabalara da değer vermiyor. Allah bizim bu gün uğruna her şeyden vazgeçebildiğimiz haramlara saptığımız geniş metrekareli, lüks semtlerde yaptığımız milyon dolarlık dairelere de değer vermiyor. Allah’ın umurunda değil onlar. Sahabe-i Kiram da diyor ki: “Ne yapsak acaba Ya Resulallah! Allah altın ve gümüş biriktirip de onları onun rızası istikametinde harcamayanlara acı verecek bir azabı haber ver, müjdele buyuruyor. Biz ne biriktirsek ya Resulallah!” diyorlar. Efendimiz (as) buyuruyorlar ki: “Allah’ın katında kıymetli olan ‘Zikreden bir dil”. Şükreden bir kalp. Kalbiniz nimetlerin sahibini biliyor mu? Bir iyiliği sana dokunan bir insana bir amirine, bir arkadaşına, bir komşuna bin defa teşekkür ediyorsun da bedeninin sana veren, hayatını sana veren, dünyanı sana veren, evlatlarını sana bahşeden, sahip olduğun bütün güzellikleri sana karşılıksız veren Rabbine karşı, sabah Allahu Ekberi duyunca neden secdeye varıp da şükür görevini yerine getirmezsin? Bu nasıl bir gaflettir dese Allah (cc) ne cevap vereceğiz. Bu nasıl bir gaflet olabilir? Zikreden bir dil, şükreden bir kalp ve sana Allah’a kulluğunda yardımcı olan saliha bir eş Allah katında en hayırlı olan dünyalıklar bunlardır diyor. Allah katında en kıymetli olan nimetler bunlardır. Zirkeden bir dil, şükreden bir kalp, sana Rabbine kullukta yardımcı olan saliha bir eş. Allah bizi de eşlerimizi de salih ve saliha eylesin. Allah dillerimizi zikreden diller eylesin. Allah (cc) kalplerimizi şükreden kalpler eylesin. Hz. Ömer (ra) bir defasında bir adamın sürekli aynı duayı ettiğini duyuyor. “Allah’ım beni azlardan eyle.” Adama bak nasıl dua ediyor böyle. “Allah’ım beni azlardan eyle.” Bu duayı eden adamın önüne geçip ne demek istiyorsun diyor. Allah’ım beni azlardan eyle diye dua etmek de nasıl bir dua? Diyor ki o zat. Cenabıhak Kur’an-ı Keriminde “Kullarımdan şükredenler çok azdır” (Sebe, 13) buyuruyor, ben de o azlardan olmak istiyorum diyor. Hz. Ömer diyor ki herkes Ömer’den daha akıllı. Ne güzel bir dua. Allah’ım beni azlardan eyle yani Allah’ım beni şükredenlerden eyle. Bazen içerisinde bulunduğumuz maddi sıkıntılar, içerisinde bulunduğumuz şartlar. Ben size Hz. Ebuzer’den rivayet edilen bir hadisi şerifi okumuştum birkaç hafta önce hatırlarsınız. Efendimiz Ebu Zerr’e tavsiyelerde bulunuyor. Onlardan bir tanesi şudur “Benim dostum Hz. Peygamber (as) maddi bakımdan benden daha zorda, maddi bakımdan benden daha zayıf kimselere bakmamı emretti bana. Senden daha rahat yaşayan, senden daha zengin olanlara bakarsan hayatın zehir hale gelir. Onlara bakma dedi. Bazen böyle şükürsüzlük alıyor, gidiyor. Pek çok nimete sahip oluyoruz. Hala konuşmaktan, şikayet etmekten, isyan etmekten vazgeçmiyoruz. Şikayet üzerine şikayet. Arzu edilen, bütün toplumun belli bir gelir düzeyine sahip olup da herkesin maddi anlamda rahatça ihtiyaçlarını görebileceği bir durumda yaşamasıdır. Arzu edilen budur. Ama Allah bazen bizi sınar. Zenginlik imtihanı fakirlik imtihanından daha zordur. Hocam ne diyorsun sen? Adam lüks şatafat içerisinde bindiği arabalar, evler, yatlar, katlar filan.
Size bir hikaye anlatmıştım bir daha anlatayım. İhsan hocamız vardı. Erzincan’da rahmetli oldu. Her taziyede anlatırdı bu hikâyeyi ben de ondan naklediyorum. Derdi ki zamanın birinde bir padişah çok güzel bir saray yaptırmış. Eksiği yok, mükemmel. Halkın ziyaretine açmış. Kim bu sarayın eksiğini bulursa ödül vereceğim demiş. Herkes sarayı ziyaret ediyor. Kullanılan malzeme alabildiğine güzel. Hiçbir eksiği yok padişahım her şey düşünülmüş. Bir derviş geliyor, şöyle bir bakıyor. Çok ciddi çok önemli bir eksiği var diyor. Padişaha diyorlar ki sarayda bir eksik bulduğunu söyleyen bir derviş var, ne yapalım? Getirin, diyor. Birazcık da küçümseyerek, alaylı bir üslupla ne eksiğini buldun diyor benim sarayın. Çok büyük bir eksiği var diyor. Padişahım, Azrail’in gireceği kapıyı kapatamamışsın diyor. Zenginlik imtihanı çoğu zaman fakirlik imtihanından daha zordur. Allah’ın Resulü (as)’e yemin olsun Rabbime sizin için fakirlikten değil, dünyanın nimetlerinin size çoğalmasından, sizden öncekilerin o nimetlere ulaşmak için helal, haram farkı gözetmeksizin bir yarış içerisine girdiği gibi sizin de o yarışa girmenizden onların bu yarış sonrasında bu helak olduğu gibi sizin de helak ve mahvolmanızdan korkuyorum” (Müslim, Zühd, 6) buyurduğunu daha önce defalarca arz ettim. Çölde susuzluktan ölen adam keşke şimdi gölde olsam da boğularak ölsem dermiş. Gölde boğularak ölen adam da keşke çölde olsam da susuzluktan ölsem dermiş. Herkes başkasına özeniyor. Allah’ın nimetlerinin daha iyisini aramaya devam etmekle beraber, daha güzeline ulaşmaya çalışmakla beraber gayretimizden, çabamızdan bir eksiklik bırakmamakla beraber Allah’ın nimetlerine şükretmeyi bilmek lazım. Üzerimizde sayamayacağımız kadar nimeti var.
Ayağımın yarasından şikayet ediyordum, diyor bir zat, bıraktım şikayet etmeyi. Çünkü ayağı olmayan birisini gördüm. Ayağı olmayan bir başkasını görünce ayağımın yarasından şikâyet etmeyi bıraktım çünkü ben ona göre daha avantajlı durumdayım. Kıymetli kardeşlerim! Pek çok şeyimiz var. “Gün gelecek, kıyamet günü mahşer meydanında her türlü nimetten sorguya çekileceksin.” (Tekasür, 8) Efendimiz (as), Ensar’dan Ebu Leysim b. Edyan’ın evine gidiyor. Hz. Ömer yanında, Hz. Ebubekir yanında beraber gidiyorlar. Onlar günlük yaşarlardı biliyorsunuz. Bugün bulduklarını yerler, yarına biriktireyim, yığayım öyle düşünceleri yoktu. Durumu daha iyi olan Ebu Leysim b. Edyan’ın evine gidiyorlar. Ebu Leysim onlara bir hurma ağacının dalını kırarak onlara getiriyor. Efendimiz (as) diyor ki neden o dalı kırdın. Getirseydin hurmaları öylece yerdik. Ya Resulallah kendi elinizle istediğinizi seçesiniz diye öyle yaptım diyor. Hurmayı yiyorlar, kuyudan ne kadar serin olabilirse su çekiyorlar üstüne su içiyorlar. Efendimiz (as) bu ayeti okuyor. Taze hurmadan yedik, soğuk sudan içtik. Bunların hepsi yarın bize sorulacak diyor. Bunların tamamı yarın Allah’ın katında bize sorulacak. Nimetlerin şükrünü eda ettin mi diye? O halde ne yapalım? O halde şükrederek yaşamayı alışkanlık haline getirmeye, hayat tarzı haline getirmeye çalışalım. Çünkü şükrettikçe Allah nimetlerini artıracağını Kur’an-ı Kerim’de haber veriyor. “Şükrederseniz size olan nimetlerimi artıracağım” (İbrahim, 7) buyuruyor. Allah (cc) cümlemizi şükreden kullarından eylesin. Cenab-ı Hak (c.c) nimetler karşısında nankör davranmaktan bizleri muhafaza eylesin. Verinin O olduğunu bilerek, alma kudretine sahip olanın da O olduğunu bilerek O’nu zikretmeyi, O’na iman etmeyi, O’na teslim olmayı ve şükreden kullarından olabilmeyi cümlemize nasip eylesin