Tavaf nedir?
Bir hac terimi olarak tavaf, Hacer-i Esved’in hizasından başlanarak ve Kâ’be sola alınarak etrafında yedi defa dönmek demektir. Bu dönüşlerin her birine şavt denir. Tavafın, Kâ’be’nin etrafında yapılması gerektiği şu âyet-i kerimeden anlaşılmaktadır: “Ve Beyt-i Atîk’i (Kâbe’yi) tavaf etsinler.” (Hac, 22/29)
Kaç çeşit tavaf vardır?
Hükmü itibarıyla farz, vacip, sünnet ve nafile olmak üzere dört çeşit; yapılışı itibarıyla “kudüm”, “ziyaret”, “veda”, “umre”, “nezir”, “nafile” ve “tahiyye” olmak üzere yedi çeşit tavaf vardır. Hükümleri ve isimleri farklı olsa da bu tavafların hepsinin yapılışları, farzları (şartları ve rükünleri), vacipleri ve sünnetleri aynıdır.
Yapılışı itibariyle tavaf çeşitleri:
a) Kudüm Tavafı: “Kudüm”, sözlükte bir yere gelmek veya varmak anlamına gelir. Bir hac terimi olarak, “ifrad haccı” yapanların Mekke’ye vardıklarında yaptıkları ilk tavaftır. Bu tavafın yapılması sünnettir. İfrad haccı niyetiyle ihrama giren ancak Mekke’ye uğramadan doğrudan Arafat’a çıkan kimseler ile Arafat vakfesinden önce âdetleri kesilmeyen kadınların kudüm tavafı yapmaları gerekmez.
b) Ziyaret Tavafı: Ziyaret veya diğer adıyla ifâza tavafı, haccın rüknüdür.
“Ve Beyt-i Atîk’i (Kâbe’yi) tavaf etsinler.” (Hac, 22/29) âyetinde kastedilenin, bu tavaf olduğu hususunda fakihler arasında görüş birliği vardır. Ayette geçen “Tavaf etsinler.” emri genel bir ifade olduğu için, Mekkeli olan ve olmayan her hacı adayının mutlaka bu tavafı yapması gerekir.
Ziyaret tavafının geçerli olması için;
1) Arafat vakfesinin yapılmış olması,
2) Belirli vaktinde yapılması şarttır.
Ziyaret tavafının vakti, kurban bayramının ilk günü; Hanefî mezhebine göre, fecr-i sâdığın doğması ile, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerine göre gece yarısından sonra, Mâlikî mezhebine göre ise güneşin doğması ile başlar. Ancak bu tavafın bayramın birinci günü Akabe cemresi taşlanıp, kurban kesip tıraş olduktan sonra yapılması daha faziletlidir. Cumhura göre, ziyaret tavafının son vakti için bir sınırlama yoktur. Ömrün sonuna kadar yapılabilir. Ancak tavaf etmeden memleketine dönen kişi, sonradan geri döner ve tavafını yaparsa ziyaret tavafı farzı yerine gelmiş olur ve bu gecikmeden dolayı da herhangi bir ceza gerekmez (Mâverdî, el-Hâvî, IV, 192; ).
Fakat ziyaret tavafını yapıncaya kadar cinsel ilişki yasağı devam eder.
c) Veda Tavafı: Âfâkî (mîkât sınırları dışından gelen) hacıların Mekke’den ayrılmadan yapmaları gereken son tavaftır. Buna sader (ayrılma) tavafı da denir. Veda tavafı, haccın aslî vaciplerinden biridir.
Hz. Peygamber (sas), “Sizden biri son olarak Kâbe’yi ziyaret etmeden ayrılmasın.” (Müslim, Hac, 379) buyurmuştur.
Âdetli olup âdeti bitmeden Mekke’den ayrılmak zorunda olan veya lohusa olan kadınlar veda tavafı yapmazlar ve kendilerine bir şey gerekmez (Serahsî, el-Mebsût, III, 195).
d) Umre Tavafı: Umre tavafı bütün mezheplere göre umrenin farzlarından biridir.
Umre tavafının vakti, umre ihramına girilmesinden sonra başlar. Son vakti için bir sınır yoktur. Umre ihramında iken herhangi bir vakitte yapılabilir.
e) Nezir (Adak) Tavafı: Kâbe’yi tavaf etmeyi adayan kimsenin bu adağını yerine getirmesi vaciptir. Nezredilen tavaf belli bir zaman ile kayıtlanmış ise bu kayda uyulması gerekir.
f) Nafile Tavaf: Mekke’de bulunulan süre içinde farz ve vacip tavaflar dışında yapılan tavaflara nafile (tatavvu) tavaf denir.
Sahabeden Abdullah b. Abbas, tâbiînden Atâ b. Ebî Rebah, Said b. Cübeyr ve Mücâhid b. Cebr’in görüşlerine göre; Mekkeli olmayanların Mekke’de bulundukları süre içinde Mescid-i Haram’da nafile namaz kılmaktan çok, nafile tavaf yapmaları daha faziletlidir. Mekkeli olmayanların Mekke’de bulundukları sürece nafile umre yerine nafile tavaf yapmayı tercih etmeleri uygun olur (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, III, 516, 517).
g) Tahiyyetü’l-mescid Tavafı: Kudüm, ziyaret, umre, veda ve nezir tavafı yapmak durumunda olmayan kimselerin Mescid-i Haram’a her gittiklerinde, mescidi selamlama olarak “Tahiyyetü’l-mescid tavafı” yapmaları müstehaptır. Yukarıda sayılan tavaflardan birinin yapılması hâlinde bu tavaf, “Tahiyyetü’l-mescid tavafı” yerine de geçer (İbnü’l-Hümâm, Feth, II, 454).