“İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir.”
(Fussilet, 41/34)
Yermek ve yenmek kolaydır. Aksine kazanmak ve fethetmek zordur.
Haksız ve adaletsiz müdahaleyle insan ancak muhatabını yenebilir ama hiçbir zaman fethedemez. Halbuki asıl galibiyet fetihle gelir. Alt ederek üstün geldiğini düşünmek, kazandığını zannederken kayıpların en büyüğünü yaşamaktır. Tavını bulan demir nasıl istenilen şekle girerse, gönlü kazanılmış insan da ortak paydada buluşmaya o kadar yatkın hale gelir. Amansız hırslar yüzünden, yenmek uğruna hadsiz hukuksuz hareket etmek daha da büyük husumetlere sürüklenmekten başka bir işe yaramaz. Öfke ve hırsın karanlığı, dipsiz kuyunun en derin yalnızlığına sürükler insanı.
Asıl olgunluk ve kemâl; güçlü ve haklı olsa da kişinin hilm ve rıfk ile hareket etmesindedir. Bir gün Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) ve ashabın yanına bir grup Yahudi gelmişti. “Esselâmü aleyküm” yerine “Essâmü aleyküm” (ölüm sizin üzerinize olsun) demeleri üzerine öfkelenen Hz. Âişe’ye, Rasûlullah, “Yâ Âişe, sâkin ol, rıfk göster, sertlikten ve hakaretten sakın!” demişti. (Buhârî, “Edeb”, 38) Böyle bir hadisede sertlik ve hakaretle; yererek ve alt ederek muamele etmenin, hiçbir hayırlı sonuca götürmeyeceğini hem kendini hem de eşini muhafaza ederek en güzel şekilde göstermişti.
“Rahmân’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara laf attıkları zaman, “selâm!” der (geçer)ler.” (Furkân 25/63) Atılan o laf, vakar ve tevazu ile önü alınabilecek ufacık bir kıvılcımken, nefsin alt etme hırsıyla büyük bir yangın yerine dönüşür. Yangının en ortasında ise haklı olduğu halde “selâm” deyip geçemeyen kalır. Halbuki en güçlü insan, kalbini ve sesini yumuşattıkça sapasağlam durabilen insandır. Pişman ve perişan olacak sonuçlara sürüklenmeyendir. Haklı da olsa haksızlığa başvurmamış olmanın verdiği vicdan huzurunu, yastığına taşıyandır.
“Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah, iyilik edenleri sever.” (Âl-i İmrân 3/134) ayeti yanan bir ateşe dökülmüş serin bir su gibi teselli eder daralmış kalbi. “Onlar” safında anılmak ve razı olunacak şekilde davranabilmek en büyük zaferdir. Asıl mesele, neyi yeneceğini ve kimi razı edeceğini bilmektir. Aklı baştan gidenlerin değil, aklı başında olanların safında kalabilmektir. Hem kendini hem de bir başkasını idare edecek metanette olabilmektir. Rabbin rahmetinden nasipdâr olabilmek için, merhametle kalbi tezyin etmektir.
Darlık ve sıkıntı vakitleri, insanın asıl karakterinin ayinedârıdır. Ferah zamanlarda aynadan aksetmeyen haller bu vakitlerde gün yüzüne çıkar. Gönül aynası güzel olanın ise darda da kalsa zora da düşse aksi yine güzeldir. Nihayetinde yokuşun sonunda gücün, takatin iyice azaldığı yerde tükenmeden ve tüketmeden tepeyi aşanlara; güzel bir manzara ve tatlı bir huzur vardır.
“Şüphesiz Allah Teâlâ Refîktir, rıfkı sever. Sertlik ve benzeri hallere vermediği ecri, yumuşak huylulukla yapılan işlere verir.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 11)