Alî ve Kebîr isimleri, biri yüce diğeri de büyük anlamında Rabbimizin ululuğunu anlatan isimlerdir. Her şeyi yaratan elbette her şeyden yüce ve büyüktür, bunda kimsenin tereddütü olamaz. Sıkıntı şuradadır ki bizim sınırlı akıllarımızın O’nun sınırsız yüceliğini tam olarak anlaması imkânsızdır. Yine de O’nun akla gelebilecek her yücelikten de üstün; ulular ulusu olduğunu bilmek O’nun karşısında yanılıp da kendimizi (veya bir başkasını) yüceltmekten bizi korur.

Allah Teâlâ’nın zatının nasıllığı insan aklının sınırlarının ötesindedir. İsfehani’nin deyişiyle, “Allah öylesine yücedir ki âlimlerin tanımları, âriflerin sezgileri O’nu kuşatamaz.” Bu yetersizlik bu alanda söylenecek her sözü kifayetsiz kılar. Aslında bu bütün isimler için böyledir. Çünkü bir şeyi hakkıyla kavramak, o şeyi bütün yönleriyle kuşatmayı gerektirir. Yaratılmış bir zihin, kendini yaratanı kuşatamayacağından (Tâhâ, 20/110) O’nu ancak kendi zihninin kavradığı kadar anlayabilir. Bu yüzden sufiler Kebîr ismini “kibriya örtüsüne bürünerek perdelenen” (Câsiye, 45/37) diye anlamışlardır.

Kendi dışındaki her şeyden yüce ve büyük olmak âlemlerden müstağni olmak demektir. O hiçbir şeye muhtaç değil, her şey O’nun cömertlik kapısının lütuflarına muhtaçtır. Dolayısıyla insan sadece O’nun kapısında eğilir ve bütün niyazlar sadace O’na yapılır.

Hz. Peygamber’in (sas) dualarına genellikle “Alî” ismini ihtiva eden bir tespih ile başlaması da kulun bütün çaresizliği ile O’nun yüceliğine sığınışını ifade eder.

Kebîr ismiyle aynı kökten gelen kibir ise insan için haddini aşıp Rabb’inin büyüklüğünü takınmaya kalkmak olduğundan -Allah korusun- şirke kadar varan bir yola girmek demektir: “Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden uzaklaştıracağım. (Onlar) her ayeti görseler de ona iman etmezler. Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Ama sapıklık yolunu görseler onu (hemen) yol edinirler. Bu, onların, ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan hep gafil olmaları sebebiyledir.” (A’râf, 7/146)

Kur’an-ı Kerim’de Alî ve Kebîr İsimleri

Alî ve Kebîr isimleri Kur’an-ı Kerim’de geldikleri birkaç ayette çoğunlukla bir arada bulunurlar. Diğer yerlerde de yine ululuk ve büyüklük anlamını teyit eden azim (Bakara, 2/255), müteal (Ra’d, 13/9) ve ulüvv (İsrâ, 17/4) gibi sıfatlarla birliktedirler. Bu ayetlere topluca bakıldığında işlenen ana temanın şirkten sakındırmak ve Allah Teâlâ’nın eşsiz yüceliğini vurgulamak olduğu görülür. (İsrâ, 17/43; Lokmân, 31/30; Hac, 22/62; Sebe’, 34/23; Mü’min, 40/12) Bunu görmek yücelik ve büyüklük kavramlarını yerli yersiz kullanarak Allah (cc) dışındaki varlıklara isnat etmenin şirkle ilişkisini ortaya koyması açısından önemlidir. Ululuk ve büyüklük müsrifçe kullanılacak sıfatlar değildir.

Allahüekber

Kur’an bize Allah’ı tekbir etmemizi emreder. (İsrâ, 17/111; Müddessir, 74/3) Allah’ı tekbir etmek, yani O’nu yüceltmek zihnimizde O’nun kadar yüce hiçbir varlık tasavvur etmemek, en yüce makamda O’nu görmek, O’nun her bir vasfının sonsuz büyüklükte olduğunu kabul edip ilan etmek demektir. Bunu böylece ilan eden kişi Allah Teâlâ dışında herhangi bir varlığa kulluğu tamamıyla reddetmiş olur.

Kebîr isminin mübalağa kalıbı ile söylediğimiz “Allahüekber” ifadesi “her şeyden yüce, her şeye hâkim, büyüklüğü kıyas kabul etmeyen” demektir. Günlük lisanımızda neredeyse tüm duygularımızı ifade ederken “Allahüekber” deriz. Böylece sevindiğimizde de üzüldüğümüzde de O’ndan başkasına yönelmeyeceğimizi ilan etmiş oluruz. Bu sayede başarı ve güzelliklerde O’nu hatırlar, O’na şükrederiz; üzüntü ve sıkıntılarda ise O’nun büyüklüğünü hatırlar, böylece çöküp kalmayız.

Bu İsimler Tecelli Ederse

Bu iki isim de yeryüzünde ulvi bir değer taşıyan her şeyde tezahür eder. İbn Arabî’ye göre dünyevi uhrevi üstün dereceleri elde etmek bu ismin tecellisine bağlıdır. Gazzâlî kulun kemalinin aklı, takvası ve ilmi ile ölçülebileceğini söyler. Ona göre yücelik ifade eden bu iki ismin tecelligâhı olan kişiler ilmiyle amil olan, etrafını da irşat eden, herkese örnek olan kişilerdir; kimle otursalar ona maddi manevi faydaları olur.

Eskilerin “alî himmet” dedikleri bu sıfat bugün hayatın hedefi olarak görülen mal, şöhret, etkinlik, güç, kuvvet gibi maddi unsurların hayatın asıl amaçları için bir araç olarak görülmesi demektir. Asr-ı saadet insanları bu bakış sayesinde süper güç durumundaki zorbaların gerçek mahiyetini görmüşler ve kat kat fiziki güç farkına rağmen akıllara durgunluk veren bir şekilde onları etkisiz hâle getirmişlerdir.

Bu isimlerin anlamını az çok kavrayan insan, zihnini Yüce Allah’ın şanına yakışmayan yanlış inançlardan, lisanını da saygısız ifadelerden korur. O’nun yüceliğini kendi çapında da olsa anlayan bir kişi hiçbir mahluku O’nun gibi yüceltemeyeceğini bilirken bu Yüce Yaratıcı’nın eserleri olan mahlukata saygı ile bakması gerektiğini de idrak eder. Yani bu iki isim bizi, haddimiz olmayarak başkalarını küçük görmekten de onları aşırı yüceltip ilahlaştırmaktan da korur. Allah’ın takdiriyle bu dünyada kendisine bir mevki nasip olanların kendilerine emanet edilen insanları idare ederken kendi  üstlerinde gerçek yüce ve büyük olan Allah’ın bulunduğunu unutmamaları gerekir. Nisâ suresi 34. ayette erkekleri ailenin lideri olarak tanımlayan ayetin onlara Alî ve Kebîr isimlerini hatırlatarak bitmesi bu açıdan çok anlamlıdır.

Aslında insanın gerçek değeri ve makamı Âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah’ın onu kendisine izafe ederek “kulum” demesindedir. O yüzden bu dünyada bir insanın ulaşabileceği en yüksek mertebe Allah Teâlâ dışında herhangi bir şeye bel bükmekten azade olabilmektir. İnancını ve ilkelerini her menfaatin üstünde tutanları Yüce Allah da her şeyin üstüne çıkarır.