“Bir topluluk Allah’ı zikretmek üzere bir araya gelirlerse melekler onların etrafını sarar; Allah’ın rahmeti onları kaplar; üzerlerine sekinet iner ve Allah Teala onları yanında bulunanlara över.”
Hep maddi olanla meşgul olduğundan dolayı kalplerin karardığı, ruhların bunaldığı zamanda zikir ferahlık vesilesidir.
Yüce Yaratıcı’nın “kendisine ruhumdan üfledim.” buyurduğu insanın O’nun zikrinden başka bir şeyle mutmain olması mümkün değildir. Başka arzu, istek ve hevesler sadece insanı oyalar ve hakiki itmi’nana ulaşmasını engeller.
Kur’ân’da, yalvararak ve ürpererek, alçak sesle sabah akşam çokça zikir ve tesbih edilmesi emredilmiş, O’nun zikrinin her şeyden üstün olduğu vurgulanmış, Allah’ı anmanın bütün ibadet ve itaatlerden önemli sayıldığı ifade edilmiştir.
“En büyük olma” (ekberiyyet) vasfıyla nitelenen zikir, “Yalnız beni anın ki ben de sizi anayım” ayeti dikkate alınarak Allah’ın kulunu anması şeklinde de anlaşılmıştır. Yine âyetlerde zikrin kalp huzuruna, kurtuluşa ve bağışlanmaya vesile olacağı vurgulanmış, mal ve evlâdın müminleri Allah’ı anmaktan alıkoymaması gerektiği, gerçek müminlerin ticaret ve alışveriş gibi dünya işleri sırasında bile Allah’ı anmaktan geri durmayacakları belirtilmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm, zikirden uzak kalanların kalplerinin katılaşacağını; doymak bilmeyen bir nefsin esiri olacaklarını ve şeytanın böyle kimselere yoldaş olacağını haber verir: “Allah kimin gönlünü İslam’a açmışsa o, rabbinden gelen bir aydınlık içinde olmaz mı? Kalpleri Allah’ı anmaya karşı katılaşmış olanların vay haline! Onlar apaçık bir sapıklık içindedirler.”
“Kim beni anmaktan yüz çevirirse mutlaka sıkıntılı bir hayatı olacaktır ve onu kıyamet günü kör olacak haşrederiz. O der ki Ey rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin? Hâlbuki daha önce gören biriydim. Allah buyurur: İşte böyle, aynı şekilde sen unutuluyorsun.”
“Kim körlük edip Rahman’ı zikretmekten yüz çevirirse, bir şeytanı ona sardırırız. Artık o, ona candan yakın bir dost oluvermiştir. Şeytanlar onları kesinlikle doğru yoldan uzaklaştırmaktadır. Ama berikiler kendilerini hâlâ doğru yolda sanırlar. Sonuçta bize geldiklerinde şeytana hitaben, keşke benimle senin aranda, doğu ile batı arasındaki gibi bir uzaklık olsaydı! Meğer sen ne kötü bir arkadaşmışsın! derler. Artık şu günde bu gibi serzenişlerin size faydası olmaz; çünkü siz haksızlık etmişsiniz. Şu anda ikiniz de azapta müştereksiniz, denilir.”
Âyetlerde sıkıntıya, darlığa düşmenin ve şeytanın esiri olmanın sebebi olarak zikirden yüz çevirme gösterilmektedir. İnsan yaratılış gayesini, dünyaya gönderilip belli bir müddet ömür verilmesinin amacını ve rabbine kavuşacağı günü unutursa, bu onun için felaket sebebi olur. Kur’ân’ın müteaddit âyetlerinde bu felaketten kurtulmanın yolunun zikir olduğu beyan edilir.
“…Bilin ki kalpler gerçekten de ancak Allah’ı anarak huzura erişir.”İnsan, maddi istek ve arzularını doyurarak değil ancak Allah‘ı anarak, gerçek huzura kavuşur.
Mal-mülk, evlâd-ı iyâl, makam ve mevki nasıl dünyanın insanı cezbeden, rabbinden uzaklaştıran geçici lezzet ve zevkleriyse; zikir de bunun tam zıddı, insanı rabbine yaklaştıran bir mahiyet arz eder.
“Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı zikretmekten alıkoymasın, kim bunu yaparsa işte tamamen kaybedenler onlardır.”
Hüsrana uğrayanlardan olmak mümkündür. Yoğun meşguliyetleri, ticareti ve alışverişi insanı zikirden uzaklaştırmamalıdır. Tasavvufi literatürde kimi ekollerin bir usul olarak benimsedikleri ‘halvet der encümen’ tam da bu hali ifade etmektedir. Hem rızkını helal yollardan temin etmekten ve yararlı işler yapmaktan geri kalmamak hem de kalbi ve dili zikirden mahrum bırakmamak.
Kalp zikirle mutmain olur. Mutmain kalbin sahibi biiznillah ; “Gir kullarımın arasına;gir cennetime !” müjdesine nail olur.