Ümmehâtü’l-mü’minînin,“Müminlerin anneleri” demektir.

Bu tabir, “Peygamber müminlere kendi canlarından daha yakındır, onun hanımları ise müminlerin anneleridir” âyetine dayanmaktadır (el-Ahzâb 33/6). Ümmehâtü’l-mü’minîn yanında “ezvâc-ı tâhirât” tabiri de kullanılır. 

  • Ümmehâtü’l-mü’minîne has hükümler söz konusudur.

Kur’ân-ı Kerîm’de onların diğer kadınlardan farklı olduğu belirtilerek (el-Ahzâb 33/32) bu konumlarına uygun biçimde davranmaları emredilmiş, günahlarına ve sevaplarına iki kat karşılık verileceği bildirilmiştir (el-Ahzâb 33/30-31). Ayrıca vakarlarını muhafaza etmeleri, gerekmedikçe sokağa çıkmamaları, Câhiliye dönemindeki kadınlar gibi sokakta serbest hareket etmemeleri istenmiştir. Bütün mümin kadınlara olduğu gibi onlara da örtünme emredildikten başka yabancı erkeklere hiç görünmemeleri gerektiği bildirilmiştir. “Tahyîr” âyetiyle (el-Ahzâb 33/28-29) dünya hayatının nimetleri ve Hz. Peygamber arasında bir tercih yapmaları istenmiş, neticede hepsi onun yanında kalmayı tercih etmiştir. Resûl-i Ekrem’in hanımlarının evlerine izinsiz girilmesi yasaklanmış, kendilerine ancak perde arkasından soru sorulmasına izin verilmiştir (el-Ahzâb 33/53).

Resûlullah’ın eşlerinin özellikle dinin tebliğinde ve müslüman kadınların eğitiminde büyük hizmetleri olmuştur.

Aile içindeki özel hayat ve kadınlara mahsus durumlarla ilgili sünnetlerin çoğu Hz. Peygamber’in hanımları vasıtasıyla ümmete intikal etmiştir. Yaş, huy ve mizaç, kabiliyet ve kültür yönünden birbirinden farklı kadınların aynı çatı altında bir araya gelmesi çeşitli ailevî hadiselerin doğmasına yol açmış, böylece zengin bir sünnet birikiminin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Birden fazla hanımının bulunması Resûl-i Ekrem hakkında daha geniş bilgi edinme imkânı sağlamış, bunların farklı tarihlerde vefat etmesi aile hayatıyla ilgili sünnetlerin aktarma süresinin uzamasına imkân vermiştir.

  • Ümmehâtü’l-mü’minînin her biri kendine mahsus faziletlerle öne çıkmıştır.

Resûl-i Ekrem’in hanımları onun vefatından sonra da sağlığında ikamet ettikleri hücrelerinde yaşamışlardır. Mescid-i Nebevî’ye bitişik olan bu basit ve sade hücreler, Emevî Halifesi Velîd b. Abdülmelik tarafından Mescid-i Nebevî’nin genişletilmesi için 87 (706) veya 88 (707) yılında yıktırılmıştır.

Editör: Hüsne Yılmaz