#KEŞFET

At Ölür Meydan Kalır, Yiğit Ölür Şan Kalır

Yaşarken iyi işler yapılmasını ve iyi ad bırakılmasını teşvik etmek ve insanları iyi yönde çalışmaya özendirmek için “At ölür meydan kalır, yiğit ölür şan kalır.” deriz.

Abone Ol

Yaşarken iyi işler yapılmasını ve iyi ad bırakılmasını teşvik etmek ve insanları iyi yönde çalışmaya özendirmek için “At ölür meydan kalır, yiğit ölür şan kalır.” deriz. Buradaki kastedilen şan, “ün, şöhret” gibi bir şey değildir. Yiğit bir kişinin öldükten sonra ardında bıraktığı iyi izler onun şanı, yani eseri olur. O sebeple bu atasözünü, eserleriyle adından söz ettiren kimselerden bahsederken veya şanlı tarihimizdeki kahramanları yâd ederken dile getiririz.

O kahramanlar ki kadınıyla erkeğiyle verdikleri destansı mücadele sayesinde şanlı bir tarih yazmışlardır. Onlar kadar olmasa da bizim hayatımız da zorlu mücadelelerin izleriyle doludur. Bizi güçlü kılan çabalardan biri de kendi nefislerimizle olan mücadelemizdir.

“…Bu mücadele insanın kendisiyle, hırslarıyla, bitmek tükenmek bilmeyen istek ve arzularıyla imtihanından başka bir şey değildir.”

Hiç şüphesiz bu imtihandan en az hasarla çıkacak olanlar, “nefis” denilen alanda iyilik ve fazilete yer açan kimselerdir. Bunlar, iyi işler yapan ve adlarının hakkını veren güzel insanlardır. İşte kahramanlıklarıyla övündüğümüz ecdadımız da böyle yapmıştır; gürül gürül akan pınarlar, medreseler, hamamlar, yollar, köprüler ve kervansaraylar, hep bu mücadelenin eseridir.

Peki, ecdadımız iyilik ve fazilete yeterince yer açmasaydı ne olurdu?

Maalesef o zaman da gözleri dünya hırsından kör olurdu.

Bize de tıpkı birileri gibi Süpermen, örümcek adam, x-men türünden hayali kahramanlar üretmek düşerdi. Oysa “Bizim hayalî bir tarih ve kahraman üretmeye değil, yalnızca doğruyu öğrenmeye ihtiyacımız var.”

Bundan sonra da olmaya devam edeceğiz inşaallah.

Bugün pek çok ülke dilini, tarihini, kültürünü ve örfünü unutmadıysa bunda atalarımızın engin hoşgörüsünün katkısı vardır. İnsan sormadan edemiyor; atalarımız asırlara damgasını vururken, biz bu mücadelenin neresindeyiz, gözleri kör eden dünya hırsından yeterince korunabiliyor muyuz acaba?

Tabii ki bu sualin cevabını herkes kendi içinde verecektir ama şunun altını da önemle çizmek isteriz; eğer bizi güçlü kılan o mücadeleden vazgeçersek, yani nefsimizin istek ve arzularına “Dur!” diyecek kadar çelik bir iradeye sahip olmazsak, insani yönümüzü işlevsiz hâle getirmiş oluruz. Bu yönünü köreltenlerin dünyayı nasıl da ateşe verdiğini görmektesiniz değil mi?

Uzun lafın kısası, ardında iyi iz bırakmak isteyen herkes, kendini ilgilendirmeyen meseleleri terk etmek zorundadır.

Zaten “Kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesi, kişinin iyi Müslüman oluşundandır.”

Peki, bırakmamız gereken o lüzumsuz şeyleri terk ettiğimizde ne olur?

Neler olmaz ki?!

Hayatımızda bilime, sanata ve kültüre biraz daha yer açılmış olur ki açılan bu yerden yeni Sinanlar, Ali Kuşçular, Sabuncuoğlu Şerefeddinler, Oktay Sinanoğlu ve Aziz Sancarlar gibi değerlerimiz yükselir. Yükselen her değerimizle ortaya güzel ve bir o kadar da kıymetli eserler çıkar.

Adınız şanlı, eseriniz kalıcı olsun.