Bir düşüncenin veya fikrin varlık ve hayat bulabilmesi insan, zaman ve mekânın müşterek rol üstlenmesiyle mümkündür. Buna göre, bir müminin hayat serüvenindeki en önemli rehberi olan vahiy, “Nitekim kendi aranızdan, size ayetlerimizi okuyan, sizi her kötülükten arındıran, size kitap ve hikmeti öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de öğreten bir peygamber gönderdik.” (Bakara, 2/151.) ayetiyle tescil edilen Hz. Peygamber’in (s.a.s.) şahsında vücut bulmuş, insanlığın huzur çağı asrısaadetle anlam kazanmış ve tarihe mührünü vuran mescitlerle bugüne uzanmıştır. Bu açıdan mescitler, iman başta olmak üzere varlık, kulluk, gaye, değer ve ahlak ekseninde çok önemli bir fonksiyon icra etmektedir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’in, “Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte onların doğru yolu bulanlardan olmaları umulur.” (Tevbe, 9/18.) ayeti, bu hususu bütün yönleriyle önümüze koyan ilahi bir fermandır.
Bütün güzelliklerin ve ahlaki erdemlerin en büyük ve en güzel temsilcisi olan Allah Resulü, şehirlerin anası Mekke’den Medine’ye hicret ederek Yesrib’i medenileştiren bir ahlak inşa etmiş ve bu milat; bilgi, hikmet ve marifet yurdunda doğup iman ve ahlakla neşvünema bulan muhteşem medeniyetimizi şekillendirmiştir. Hicret sonrası ilk iş olarak Hz. Peygamberin Medine’ye varır varmaz bir mescit inşa ettirmesi ise oraya İslam’ın mührünün vurulması açısından oldukça önemli bir hadisedir. Zira mescit, mümin bilincini inşa etmek, gönülleri imar etmek, zihinleri beslemek, birlik-beraberlik ve kardeşliği pekiştirip sevgi ve dayanışma bağı kurmak, imanın ve İslam’ın toplumsal boyutlarını yaşanır kılmak için muazzam bir imkândır.
Dünyada salahın, ahirette felahın cümle kapısı olan mescitler/ camiler, yeryüzünün fizik planda ihtişamlı yapıları olmakla birlikte, esasında Müslümanların bireysel ve tarihsel yolculuğuna anlam, değer ve ruh katan eşsiz mekânlardır. Bu meyanda vahiy, iman, bilgi, irfan, ahlak ve faziletin aydınlığında insanlık için yeni bir çağ ve çığır açan İstanbul’un fethinin en önemli sembolü Ayasofya da bizler için zihin ve gönül dünyamızdaki nadide konumunu her daim muhafaza etmiştir. Nitekim Ayasofya; mazi, hâl ve istikbale dair Müslüman idrakinin nirengi noktası oluşuyla hem geçmişle hem idrak edilen zamanla hem de gelecekle köprü vazifesi gören mukaddes bir mabettir. Bu bağlamda tezekkür, tefekkür ve tedebbürün köklü simgesi hâline gelen fethin ve Fatih Sultan Mehmet Han’ın emaneti Ayasofya, kendisine gönül kapılarını açan herkese İslami bir kimlik, etkin bir şuur ve muhkem bir istikamet aşılamıştır. Bu açıdan, on beş asrı aşan ömrüyle, insanlık tarihinin en kıymetli ilim, hikmet ve ibadet mekânlarından birisi olan Ayasofya; duruş, fikir ve aksiyon sahibi bir Müslüman için önemli bir umut ve ufuk merkezidir.
Bu noktadan hareketle ifade edelim ki beş asır boyunca müminleri bağrına basan Ayasofya’nın bugün asli hüviyetine kavuşması her şeyden önce, tarihe yön veren eslafımıza duyduğumuz derin vefanın gereğidir. Diğer taraftan, “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” (Âl-i İmran, 3/104.) ayetinden ilhamını alan bu samimi ve asil çaba, yeryüzü gidişatına yön veren cihanşümul ilke ve değerleri ihdas eden kadim medeniyetimizin içinden geçtiği zor süreçlere rağmen yükselmeye devam edişinin en önemli ispatıdır. Zira fethin nişanesi, Fatih Sultan Mehmet Han’ın gözbebeği olan Ayasofya, dinimiz İslam’ın var ettiği ve bu yönüyle de bir lütf-u ilahi olan muhteşem medeniyetimize yönelik kökleşmiş inanç, güven, sevgi ve bağlılığın en önemli yapıtaşlarından biridir. Dolayısıyla söz konusu gayret, iman ve vatan sevdasını her şeyin üstünde tutan aziz milletimizin, köklerinden aldığı manevi güçle sağlam bir istikbali inşa etme azmini açıkça ortaya koymaktadır. Aynı zamanda bu ikinci fetih, başta Mescid-i Aksa olmak üzere, yeryüzünün bütün mahzun mescitlerinin ve mazlum müminlerinin ihyası için cesaret fitilini ateşleyen önemli bir başlangıçtır.
İnsanın eşya ve hadiseyi algılayıp anlamlandırmasında sembol ve işaretler önem ve anlam taşımakla birlikte aslolan, söz konusu remizlerin arkasındaki derin manaları kavrayıp bu cevheri aksiyona dönüştürmektir. Dolayısıyla dinî semboller, bizlere ufuk çizip yön tayin ettiğinde; vahyin ve nebevi düsturun doğru anlaşılıp en güzel şekilde yaşanan bir hayata dönüşmesinde aktif rol oynadığında anlam kazanacaktır. Bu da göstermektedir ki manevi yönden dinin gücünü, estetik açıdan özgünlüğü yansıtan bir şaheser olarak bütün insanlık nezdinde hayranlık uyandıran Ayasofya’nın ifade ettiği manayı yüce bir gaye ve mukaddes bir emanet bilen müminler olarak bugün bize önemli görevler düşmektedir. Bu önemli sorumluluk, tüm yeryüzünde merhamet ve müsamahanın, barış, huzur ve iyiliğin egemen olması için çalışmak ve devasa sorunların girdabında çaresizliği yaşayan insanlığın kurtuluş umudu olmakla gerçekleşecektir. Zira bugün yeryüzünün iyiliğe, merhamete, ahlak ve hukuka her zamankinden daha fazla muhtaç olduğu her türlü izahtan varestedir. Tüm bunlar, İslam’ın hayatı huzurla buluşturma, insanı da kendisi ve çevresiyle barıştırma idealini önemsememe ve onun evrensel mesajını ihmal etme neticesinde vuku bulmaktadır. Bu açıdan adalet, barış, merhamet, hakkaniyet gibi insan olma şerefini koruyan evrensel değerleri ve ahlaki ilkeleri ayakta tutmak bizler için vazgeçilmez bir ödev ve sorumluluktur. Bu üstün ideal için büyük bir gayret ve özveri ile çalışmak ise her müminin Allah’a karşı kulluk görevi, daha iyi bir gelecek adına insanlık vazifesidir.
Bu itibarla, şanlı tarihimizde mümtaz bir yeri, gönüllerimizde müstesna bir değeri olan Ayasofya’nın ilahi inayet, rahmet ve ebedi mutluluk kaynağı olarak insanlığa gönderilen yüce dinimiz İslam’ın evrensel hakikat ve değerlerini yeryüzüyle buluşturmaya vesile olması temennisiyle, insanlığın ebedi kurtuluşunu her gün minarelerinden haykırarak kıyamete kadar payidar olmasını Yüce Mevla’dan niyaz ediyorum.
Prof. Dr. Ali Erbaş
Diyanet İşleri Başkanı
Diyanet Aylık Dergi
Ağustos 2020