Şükür, Yüce Allah'ın sayısız nimetlerine karşı kalp, dil ve beden ile övgüde ve teşekkürde bulunma, nimetleri saygı ile itiraf etmedir.
Kalbin şükrü, nimetleri verenin Allah olduğuna inanmak; dilin şükrü, Allah'ın verdiği nimetlere hamdetmek; bedenin şükrü, varlığını Allah'ın rızasına uygun bir şekilde sürdürmek, namaz, oruç gibi ibadetleri eda etmek ve O'nun yasaklarından uzak durup buyruklarını yerine getirmek; malın şükrü ise sadaka ve zekât vermektir.
Peygamber Efendimiz (sas) ashabına İsrailoğulları içerisinde cildi alacalı, kel ve kör üç kişinin başından geçenleri anlattı.
Allah bunları imtihan etmek istedi ve onlara bir melek gönderdi.
Melek, derisi alacalı olan adama geldi ve en çok istediği şeyin ne olduğunu sordu.
Adam, güzel görünümlü bir cilt istediğini, çünkü insanların, mevcut görüntüsüyle kendisini çirkin bulup ondan iğrendiklerini söyledi.
Bunun üzerine melek, adamın vücudunu sıvazladı ve şifa bulan adamın çirkinliği gitti.
Ona çok güzel bir renk ve hoş bir görünüm verildi. Daha sonra melek ona en çok hangi malı sevdiğini sordu. Hastalıktan kurtulan adam, deveyi sevdiğini söyleyince, ona on aylık gebe bir deve verildi.
Melek, devenin onun için hayırlı olmasını temenni ederek adamın yanından ayrıldı ve başı kel olan adamın yanına gitti. Ona da en çok istediği şeyin ne olduğunu sordu. O da kendisinden kelliği giderecek güzel bir saç istediğini söyledi. Melek onun başını sıvazlar sıvazlamaz kellikten eser kalmadığı gibi çok güzel saçları da oluverdi. Melek ona da en çok hangi malı sevdiğini sordu. O, ineği sevdiğini söyleyince, kendisine gebe bir inek verildi.
Melek bu adama da bahşedilen ineğin hayırlı olmasını temenni ederek yanından ayrıldı.
Melek son olarak âmâ olan adamın yanına geldi ve dünyada en çok istediği şeyin ne olduğunu ona da sordu. O, görmeyen gözlerinin açılmasını ve böylece insanları görmek istediğini söyledi. Melek adamın gözlerini sıvazladı ve adam görmeye başladı. Ardından daha öncekilere sorduğu gibi ona da hangi malı çok sevdiğini sordu. Adam koyunları sevdiğini söyleyince, kendisine kuzulu bir koyun verildi.
Bir müddet sonra bu kişilere bahşedilen hayvanlar yavruladı ve çoğaldı. Bu suretle birinin bir vadi dolusu devesi, diğerinin bir vadi dolusu sığırı, ötekisinin de bir vadi dolusu koyunu oldu.
Aradan yıllar geçti.
Melek, bu üç kişinin karşısına bir kez daha çıktı. Ama bu sefer onların karşısına çıkma sebebi, nimeti veren Allah'a karşı onları şükür imtihanına tâbi tutmaktı. Bu amaçla önce cildi alacalı olup da Allah'ın sıhhat ve mal verdiği adamın yanına geldi. Tıpkı onun eski hâli gibi hastalıklı ve yoksul bir insan suretine girmişti.
Ona dedi ki, "Ben fakir biriyim. Bütün çarelerim tükendi. Yolculuğu tamamlayabilmem önce Allah'ın inayeti sonra da senin yardımınla mümkündür. Şimdi ben, sana güzel bir renk, güzel bir görünüm ve mal veren Allah rızası için, senden bir deve istiyorum. Bu sayede yolculuğumu tamamlayayım ve memleketime ulaşayım.”
İnsan suretindeki meleğin isteklerini dinleyen adam, “(İyi ama malımda) hak sahipleri çoktur.” diye cevap verince, melek ona, “Sanki seni tanır gibiyim. Sen insanların iğrendiği, cildi alacalı olan kişi değil miydin? Fakir olduğun hâlde Allah bu malı mülkü sana vermedi mi?” diye sordu.
Meleğin sorularına karşılık adam, “(Hayır) yemin olsun ki bu mal mülk bana atalarımdan miras kaldı.” dedi.
Melek de ona cevaben, “Eğer sen yalan söylüyorsan Allah seni eski hâline döndürsün!” dedi ve oradan ayrıldı.
Sonra kel olan adamın yanına kel bir insan suretinde gitti ve aynı şeyleri söyledi. Bu adam da alacalı adamın yaptığı gibi meleğe yardım etmeyi reddetti.
Melek de ona, “Eğer sen bu sözlerinde yalancı isen, Allah seni eski hâline döndürsün!” dedi.
Ardından âmâ bir insan suretine girerek eskiden âmâ olan adamın yanına giden melek, ona dedi ki, “Ben garib bir yolcuyum. Yolda kaldım. Önce Allah'ın, sonra senin yardımınla ancak gideceğim yere ulaşabilirim. Şimdi ben, sana görme kabiliyetini bahşeden Yüce Allah'ın rızası için, senden bir koyun istiyorum ki ondan istifade ederek gideceğim yere ulaşabileyim.”
Meleğin bu isteği üzerine âmâ olup da Allah'ın sıhhat verdiği adam dedi ki, “Evet ben gerçekten kördüm. Allah bana görme kabiliyetini bahşetti. Fakir idim, beni zenginleştirdi. (İşte koyunlarım!) Dilediğin kadar al. Allah'a yemin ederim ki, bugün Allah rızası için benden alacağın hiçbir şeyde sana sınır koymam.”
Bunun üzerine melek ona, “Malın senin olsun. Siz imtihan edildiniz; neticede Allah senden razı oldu; diğer iki arkadaşın ise Allah'ın gazabına uğradılar.” dedi (Buhârî, Enbiyâ, 51)
Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'de :
“Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük edene gelince, (bilmelidir ki) Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. O, çok kerem sahibidir.” (Neml, 27/40) buyurmaktadır.
Peygamberimiz (sas) “İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah'a da şükretmez.”
Kendisine bir iyilikte bulunana ya da hayrı dokunana teşekkür etmek İslâm ahlâkının gereğidir. Bunun nasıl olacağını Hz. Peygamber'den öğrenmekteyiz:
“Kendisine bir ikramda bulunulan kişi, imkân bulduğu takdirde karşılığını versin. Bulamazsa (o iyiliği yapana) övgüde bulunsun. Çünkü (bir iyiliği) öven, şükran borcunu yerine getirmiş olur. İyiliği gizleyen ise nankörlük etmiş olur.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 11)
“Kendisine bir iyilik yapılan kimse, iyiliği yapana, "Allah seni hayırla mükâfatlandırsın!" derse, en güzel övgüde bulunmuş olur.” (Tirmizî, Birr, 88)