Yurt dışına dil eğitimi için giden biri şöyle anlatır:
Hocamız vakit hususunda çok disiplinli bir insandı, hiç müsâmahası yoktu. Kimin kaç dakika geç geldiğini tespit eder, dersten sonra onları geciktikleri süre kadar çalışmaya mecbur tutardı.
Tabiî onun bu muâmelesi bizim hiç hoşumuza gitmezdi.
Bir gün 18 dakika sınıfta kalıp ders çalışma cezası alan bir arkadaşımız kızarak hocaya karşı çıktı.
Hoca bu talebeye şunları söyledi:
− Arkadaşlar zamanı iyi kullanmıyorsunuz.
Hattâ bu konuda benim gösterdiğim hassâsiyete kızıyorsunuz. Ama ben doğru olanı yaptığıma ve haklı olduğuma inanıyorum.”
Çantasından bir tren târifesi çıkardı.
− Şuna bakınız lütfen!” dedi.
Trenlerin kalkış ve varış saatleri 7:17, 11:43, 15:19, 19:33 gibi küsuratlı rakamlardı.
Bu karışık rakamları mânâsız bulduğumuzu söyleyince, hoca şöyle dedi:
− Bu tren târifesi düzenlenirken İslâm’ın zaman anlayışından istifâde edilmiştir. Zira biz zamanı kullanmayı ve değerlendirmeyi müslümanlardan öğrendik.
Sizin ibadetleriniz için yer mühim değildir.
Temiz olduktan sonra dünyanın her yerinde ibadet edebilirsiniz. Lâkin zaman çok mühimdir. Çünkü her ibadetin kendine âit bir vakti vardır. Hattâ vakit, ibadetin şartıdır.
Yani vakitsiz ibadet ederseniz bu ibadetiniz kabul olmaz.
İbadetlerin vakitleri de bizim tren târifesi gibi, hep böyle 18, 17, 13, 10, 9 geçelerdir. Üstelik bu saatler de sürekli değişir. Bugün sabah namazını 6:21’e kadar kılabilirsiniz.
Ama yarın, 6:22’ye kadar da kılabilirsiniz. 23 geçe olmaz. Sadece namaz böyle değildir. Orucun başlama ve bitiş saatleri de bu şekildedir.
Peki, bu neden böyledir?
Bunun ne faydası olur?
Bu sâyede müslümanlar her gün değişmekte olan zamana karşı uyanık olurlar…
Zamanın kıymetini anlar ve onu iyi değerlendirmek üzere hazırlanırlar. İbadetlerini düzenli olarak îfâ eden bir müslüman her gün değişen dakikalara ayak uydurarak yaşamak mecburiyetindedir.
İşte bizim zamana bakışımızın ilham kaynağı, İslâm’ın bu hassâsiyetidir.